Son dönemde yaşamın her anı “bu kadar da olmaz” dediklerimizle dolu. Sürekli bir bombardıman hali. Herşey tuz buz. Heryer, sanki bir çarpışma alanı… Bugün de “kimi, neyi kaybettik” diye uyanıyoruz. Sıramızı bekliyoruz. Belki de tam sınırdayız. Dün “bizim başımıza gelmez” dediğimiz hemen her şey, bugün en yakınlarımızın başına geliyor… Biliyoruz: sırada biz de varız! Ama bizi düşenlerden kopartan, dayanışmadan soğutan kötücül bir "arzu": hani belki bizi sıyırır geçer diye hala harekete geçmekten alıkoyan! Oysa patlayan bombaların şarapnelleri ile kan revan içindeyiz… ve hala ama hala… neyi ve kimi beklediğimizi bilmeden… beklemeye devam ediyoruz!
Haberleri izlemek… sanki arenada çarpışan gladyatörleri izlemek gibi. Bizim sonumuzun da onların sonlarına benzememesini canı gönülden dileyerek, beyazcama bakıyoruz. “Bizim başımıza gelmesin allaaam” diye gözümüz yaşlı, yalvarmaya yakarmaya hazır, hergün özsaygımızdan kaybederek bekleşmeye devam ediyoruz!
Dün distopik bir düş diye değerlendirdiğimiz hemen herşeyi, bugün bin beteri ile yaşadığımızı unutmak istiyoruz. Beyazcamda o bize çok benzeyen tanıdıklarımızın kurban edilmesini izleyerek, felaketin bizim üzerimize gelmemesini dileyerek, bekleşiyoruz! Belki iki damla gözyaşı döküyoruz. Ama hala seyrettiğimiz “kurban”larla aynılaşmaktan dehşetli korkuyoruz… hala o başlarına gelenlere bazen şaşarak, bazen kanıksayarak izlediğimiz yakınlarımızla birlikte… ama aslında kaybedenin biz olduğumuzu kabullenemiyoruz. Onların yanlarında da olamıyoruz. Oysa pekala biliyoruz, böyle giderse; yarın, daha da beterlerine gebe. Ama hala hiçbir çaba sarfetmeden kurtulmayı umut ediyoruz. Zokayı yutmaya hazır, perperişan haldeyiz.
Şimdi haberler
Halk TV, 7 Temmuz Ana Haber Bülteninden ilk haber: kendi memleketimiz/toprağımız dışında bir mağarada ölen 12 askerin “şehit” olması haberi ile başlıyor. Kocaman bir Türk bayrağı tüm ekranı kaplamış, dalgalanıyor; sunucu “vatan-millet” diyor… Gözünün kenarında biriken birkaç damla yaştan bahsediyor, sunucu… yapış yapış bir hamaset sarıyor her yanı… Sonra teker teker isimler, okunuyor ekrandan…
Alıştık artık! Her felaket sonrası olduğu gibi, önce küçük küçük sayılarla başlanıyor. Önce “5 şehidimiz var” haberiyle uyanıyoruz, bir sabah. Ertesi sabah, sayı 8’e çıkıyor. Sonra sayının 12 olduğu söyleniyor. Alıştıra alıştıra veriliyor, sayılar. Depremde de böyle, yangında da… Saldırılarda ölenlerin sayısı da azdan başlatılıp, azar azar çoğaltılarak veriliyor. Resmi haber dili bu artık! Sayılarla oynamayı seven bir iktidar var karşımızda! Doğru olup olmamasının bir önemi yok, sayıların. Önemli olan onun işine yarayıp yaramadığı! Enflasyon mu: “ben ne söylersem o” diyor… “Olamaz ama gerçek öyle değil böyle” diye hakikati söyleyeni de yalan bilgi yaymakla suçluyor! Çoğu zaman mızrak çuvala sığmıyor, yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmıyor… Olsun, “atı alan Üsküdar’ı geçiyor”! Hakikatle değil… işine yarayanı gerçekmiş gibi satıyor!
Ekrandan okundukça, ölenlerin isimlerinin, ne kadar da isimlerimizle aynı olduğuna şahit oluyoruz? Meğer sayılardan ibaret değilmiş onlar? Meğer onlar da fakir mahallelerin, fukara evlerin çocukları imiş, tıpkı bizim gibi… İşte benim eski mahallemden biri… Kardeşi, kardeşimin oyun arkadaşıydı…
Sunucu şimdi o ölümlerin tuhaflığını anlatmaya başlıyor? Ölenler, şimdilik 12 insan… bir takımdan daha fazla. Haberi dinledikçe peşpeşe, bile bile ölüme gönderilmişler, ellerinde gerekli teçhizat olmadan!
Hamaseti sevmem ama boğazım düğümleniyor! Başka bir kanala zaplıyorum… sözü edilen mağaranın “Pençe ve Kilit Operasyonu” yapılan yanıbaşımızdaki komşumuzun sınırları içinde olduğunu öğreniyorum. Vatan topraklarımız dışında, başka bir devletin topraklarında ama bizim askerlerimizin “koruması” altında bir yerden söz ediliyor? Askerlerimizin terörü bitirmek için oralarda olduğunu söylüyor, uzman olduğunu iddia eden bir konuşmacı!? Sonra laf dönüp dolaşıp “yeniden barış süreci”ne geliyor. Barış süreci sonuca ulaşırsa, Türkiye “bölgede sözü dinlenen”, “daha güçlü” bir ülke olacakmış!? İran’ın bölgede bıraktığı boşluğu dolduracak, İsrail’e bile kafa tutabilecekmiş? “Terörsüz Türkiye” diyor, uzman olduğunu iddia eden adam, bölgede büyük bir güç oluştururmuş!
Tezatı aklım almıyor: terör tanım gereği: “belirli bir amaç için yıldırma, sindirme, tehdit, korkutma ve şiddet yöntemlerini kullanma” olarak tanımlanıyor ya... Terörsüz Türkiye isteyen uzman kılıklı ise İsrail’e kafa tutabilen, bölgede daha güçlü, “yıldırma-sindirme potansiyeli yüksek” güçlü bir Türkiye’ye özleminden söz ediyor?
Tekrar Halk TV’ye zaplıyorum.
Sunucu Özgür Özel’in “şehit askerler” hakkında sözlerine yer veriyor:
“Devlete emanet 12 tane civciv ölse hesabı sorulur” diyor, Özel… “12 tane civcivi kaybetseniz insan der ki ‘Ya ne yaptın, can bunlar’ der” diye devam ediyor ve bu Mehmetçiklerin “bu büyük bir sorumsuzlukla ve tedbirsizlikle davranılmış olmasını aklım da almıyor, içime de sinmiyor. Bu memlekette kimse de içine sindiremiyor. Tabii ki cenazeler kalktıktan sonra arkadaşlarımız bunun sorgulamasını yapacak” diyor…
Bunları nerede söylüyor, Özgür Özel? Kartalkaya Otel Yangını ile ilgili sorumluların yargılanması için gözlemci olarak katıldığı, “devletin gerçek sorumluların mahkemelerde yargılanmasına izin vermediğinden yakındığı” Mahkeme çıkışında söylüyor, Özel. Soma Maden Kazasının yargılamalarında da aynı adaletsizliklerin yapıldığını Özgür Özel’in açıklamalarıyla haber yapıyor Halk TV. 8 Temmuz’da Çorlu Tren Kazasının üstünden 7 yıl geçmesine rağmen ölen 25 kişinin öldükleriyle kaldığını, hiçbir devlet yetkilisinin cezalandırılmadığını da haber yapıyor… kazada 8 yaşında ölen Arda Sel’i ve adalet arayan annesini hatırlatarak Halk TV, 7 Temmuz 2025 tarihli haber bülteninde. Mahkeme sürecini başlangıçta birçok ismin takip ettiğini, şimdilerde takip edenlerinin de kalmadığını, azaldığını ifade ediyor sunucu… Sunucu anlatırken Soma’nın, Çorlu’nun, Alaşehir’in avukatları, takipçilerinin, Selçuk Kozağaçlı’nın, Can Atalay’ın içeri alındığını… Madeni işleten firma sahibi/sorumlularının serbest kaldığını ya da göz yuman devlet yetkililerinin ise hiç yargılanmadığını hatırlıyoruz bir kez daha… Bütün “hakikat”lerin ters yüz edildiği bir “hukuk” sürecinde, “güçlü”ye karşı “hak” nasıl aranır, sormadan edemiyorum yine kendime?
Sunucu yeni bir şehit haberi üzerinden, başka bir habere geçiyor.
2020’de İdlib’te “şehit” kabul edilen polis Tekin Tuturga’nın ailesinden SGK tarafından açılan ve kazanılan dava sonrası ödenen şehit maaşı ve haklarının geri alınması ile ilgili süreci anlatıyor. “Şehit” polis memurunun eşi, üzgün. O anne, o maaşla iki kız çocuğu okutmuş. İkisi de doktor çıkmış (ya da çıkmak üzere). Devletin okutmak amaçlı burslarından yararlanarak bu ülkede zor olanı başarmışlar. O tarihte şehit olduğuna karar veren devlet, şimdi o polisin “şehit olmadığı”na karar vermiş!?
Ne acayip, ne acı! Ancak “şehit” olduğunuzda kız çocuğunuzu okutabiliyorsunuz! Başa geldiğinde, leşe gelen kuzgunlardan kurtulurum sandığınız devlet… o leş yiyicilerden pek de farklı değilmiş meğer, kafanıza dank ettiriyorlar!
Bir sonraki haberi okuyor sunucu: Halk TV’ye verilen kapatma cezası Ankara’daki İdare Mahkemesinden yürütmeyi durdurma almış. Sunucu kesin bir şey diyemiyor. Normalde uygulanmaması gerekir böyle bir mahkeme kararı sonrası ama, kesin bir şey diyemiyor işte sunucu! “Kararı uygulayıp uygulamayacaklarını göreceğiz” demeye getiriyor. Bu arada biraz hukuka uygun davranan, karar vermeye çalışan savcıların-yargıçların, hukukçularının başlarına gelenleri anlatıyor sunucu… Önceden verilmiş örneklerle nerelere sürüldüklerini anlatıyor. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” dedikleri için ordudan atılan teğmenlerin, Mustafa Kemal’e sahip çıkmalarının normal olduğunu söyleyen Fethiye Savcısı Mehmet Çağlayan’ın Giresun’a sürüldüğü haberini veriyor.
Haberin içinde devlet içindeki başka görev değişiklikleri de haber yapılmış: İstanbul’da kadın eylemlerinde kadınlara tacize varan sert müdahaleleri ile ünlenmiş güvenlik amiri Hanifi Zengin, terfi almış ve İl Emniyet Müdür Yardımcısı olmuş. Hanifi Zengin hakkındaki şikayetler sonrası iktidar tarafından bir süre kızağa çekilmişti. Ancak yine iktidarın kendinden bekleneni yaptığını ve hakkında kötü muameleye varan şikayetler alan pek çok isim gibi terfi ettirildiğini ima ediyor sunucu!
Sırada yaşanan adaletsizliklere dair daha pek çok haber daha var:
Ayşe Barım davasında birçok ağır hastalıkla mücadele eden Barım, mahkeme heyetinden adeta doğal yaşam hakkının sonlandırılmamasını diliyor! Ooof çok sert gelmedi mi size de? Ama mahkeme heyeti Barım’ı dinlememiş. Hastalıklarına rağmen tutuklu olarak yargılanmasına devam kararı vermiş. Adaletten bile vazgeçme pahasına, piramitin en tepesindeki yaşam hakkı olunca... umarız Mahkeme Heyeti "haklı" çıkar, Ayşe Barım’ın hayatına kast eden bir gelişme yaşanmaz!? Öyle ya mahkeme heyeti, kimsenin hapishanede ölmesini istemez... değil mi? Yoksa...
CHP İl Başkanları, CHP’li belediyelere yapılan son müdahalelerden sonra da direnme kararlarını yinelemiş. İstanbul İl Başkanına da gözaltı kararı çıkmış :(
Nasıl Birlikte Yol Yürünür, bir bilen var mı?
Özgür Özel ile birlikte CHP, uzun zamandır olmadığı ölçüde parti binalarına sıkışan muhalefetin, sokaklara, demokrasi mücadelesinin sürdürülmesi gereken adliye koridorlarına, haksızlıkların olduğu her alana yayılarak, kitlelerle kucaklaşarak yapılabileceğini de gösteriyor. Sadece kendi partisine, yöneticilerine değil… Mesela en son LeMan’a linç girişiminde kendi partisinden başkalarının bile koyamadığı doğru bir tavırla LeMan’ın yanında duruyor; MHP’nin “Terörsüz Türkiye” girişimi ile başlatılan barış görüşmelerine karşı çıkmadan ya da kayıtsız kalmadan… ama bu barış girişiminin demokrasiden-adaletten uzak düşebileceğine de vurgu yaparak ve hakikatlerin nasıl tersyüz edildiğine dair bir Hz. Ali hikayesi anlatıyor! DEM Parti sözcüleri de operasyonların en çok toplumsal barış umuduna zarar verdiğini, Türkiye’nin demokratikleşme sürecini tıkadığını anlatıyor...
Ve evet bunlar olurken, sosyalist sol kulvarda bir atalet mi var? Yoksa kafalar mı karışık? DEM Parti sözcüleri desteklerini iletseler de, hani pek aynı telde yürüdüklerini söylemek de mümkün görünmüyor! CHP’nin şimdilik iktidarı sallayan, muhalif kesimleri öyle ya da böyle etkileyen girişimlerine rağmen… Bu yanda, CHP suçlanmaya devam ediliyor? Sol cenahta sanki bir bekleme hali sürüyor… eski güvensizlikler aşılamıyor belli… Hak hukuk adalet mücadelesinde attığı "dinamik" ve "yerinde" adımlar nedeniyle hızla anketlerde yükselen ana muhalefete yakın durmak yerine; sol cenah, belki de hala “CHP’yi sola çekmek iddiasını-ezberini” terk edemiyor. Belki de kendi durdukları yerden daha doğru-haklı ya da dinamik bir noktada olması mümkün bir CHP... evet evet, hala kabul görmüyor, sanki küçümsenmeye devam ediliyor? Öyle ya, bu cenahın CHP’nin önceki alışkanlıklarının devam ettiği düşüncesinden bu kısa zamanda kurtulması zor tabii. Güvensizlik, CHP’ye gereken önemi atfetmekten uzaklaştırıyor sosyalistleri? Belki de dün CHP için söylenecek olan atalet ve isteksizliğin, bugün CHP dışındaki sol kesime sirayet ettiğini söylemek yanlış olmaz, kimbilir!?
İçinden çıkmaktan zorlandığımız bir noktada duruyoruz... Evet bir durma hali bu, kendini çekme hali... Bizi o yola sokan bizim dışımızda bir iradenin olduğunu unutmamakta da yarar var. O irade ısrarla, birlikte davranması muhtemel sol cepheyi birleştirmemek... birleşirse bölmek üzere planlar-programlar peşinde… Öyle ya bu iktidarın devam etmesi için başka çaresi yok. Ne kadar ileriye gidebileceklerini geçmişte yaptıklarından bilmemize rağmen tuzaklara düşmekten kendimizi alıkoyabiliyor muyuz, emin değilim doğrusu.
Örnekler sadece 7 Temmuz haberlerinden derlenenler... başka haberleri inceledikçe daha yüzlercesini, binlercesini saymak mümkün... Ama mesel değişmiyor...
Ve evet sadece bir günün sadece birkaç haberini ardı ardına izleyince bile:
o mızrak çuvala sığmıyor... göstere göstere geliyor. Umarım yapılacak işbirliklerinin ilanihaye sürmek zorunda olmadığını kabul eder ve bu kez hepimiz o mızrağa karşı birleşebiliriz!
Yorumlar (0)