Hocaların hocası, ekonomi eğitiminin üstadı, Prof. Dr. Sadun Aren 1981 yılında, 24 Ocak kararlarının birinci yılında, bunları yazmıştı, BİLİM ve SANAT dergisinin, Şubat 1981'deki 2. sayısında:
EKONOMİK BUNALIM VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ - Prof. Dr. Sadun AREN
(Bu yazı, BİLİM VE SANAT dergisinin, Şubat 1981’de ki 2. sayısından alıntılanmıştır)
Üzerinde durmak istediğimiz ikinci konu, bunalımı aşmak için 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlatılan istikrar programının altında yatan dünya görüşü (felsefe) ile ilgilidir. Bilindiği gibi, uygulanmakta olan istikrar programı, esas olarak, ekonomik yaşamın serbest piyasa güçlerine, yani fiyat mekanizmasının düzenleyiciliğine terk edilmesini öngörmektedir. Bu nedenle, fiyatlar ve iç ve dış ticarete konulmuş olan her türlü tahdit ve müdahaleler kaldırılarak fiyat mekanizmasının serbestçe işlemesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Faiz hadlerinin serbest bırakılması, döviz kurlarının dünya piyasa koşullarına göre sık sık ayarlanması, fiyat desteklemelerinin (sübvansiyonların) kaldırılması bu yöndeki temel önlemlerdir.
Demek oluyor ki, izlenmekte olan ekonomi politikası, ekonomik yaşamın serbest fiyat mekanizması tarafından en doğru bir biçimde düzenlenip işletileceği görüşüne dayanmaktadır. Diğer taraftan biliyoruz ki, fiyat mekanizması bireylerin üretici ve tüketici olarak çıkarlarını en üst düzeyde gerçekleştirme içgüdüleri ve çabaları ile işler. Bu çabalar piyasada arz ve talep olarak somutlaşır.
Bu böyle olunca, açıktır ki, fiyat mekanizmasının en iyi düzenleyici olduğuna inanmak, aynı zamanda, bireylerin özle çıkarlarıyla toplumun genel çıkarları arasında doğal bir uyum olduğuna da inanmak demektir. Belki, ekonomi kitaplarının tam rekabet dedikleri piyasa koşullarının egemen olduğu küçük üreticilerden oluşan basit yapılı toplumlarda böyle bir uyumdan –o da çok sınırlı bir ölçüde- söz edilebilir. Ama bugünün Türkiye’si için böyle bir uyumdan söz etmek, böyle bir uyumun varlığını kabul etmek olanaksızdır. Bilindiği gibi, ülkemizde tekeller yaygındır. Tekel, rekabetin yokluğu demektir. Oysa rekabet serbest olmayınca fiyat mekanizması düzenleyici işlevini göremez. Ayrıca Türkiye, basit değil, karmaşık bir toplumsal yapıya sahiptir. Bu demektir ki, aynı bir olayın çeşitli sınıf, tabaka ve gruplar üzerindeki etkileri farklıdır. Örneğin devalüasyonun ihracat sektörü üzerinde olumlu, ithalat sektörü üzerinde olumsuz etkileri vardır. Ayrıca her sektör içindeki etki de çeşitli gruplara ve durumlara göre değişik olur.
Zaten fiyat mekanizmasının en rahat biçimde işlediği zaman bile en iyi düzenlemeyi yapacağı söylenemez. Ne arzın üretimin topluma olan gerçek maliyetini, ne de talebin malların topluma olan gerçek faydasını yansıtmadığı bilinmektedir. Böyle olunca bunlar tarafından belirlenen fiyatın da gerçekleri yansıtan iyi bir düzenleyici olamayacağı açıktır.
Son olarak, fiyat mekanizmasının ya da serbest piyasa güçlerinin var olan gelir dağılımını veri olarak aldığını ve düzenlemelerini o çerçeve içinde yaptığını da gözden uzak tutmamak gerekir. Böyle olunca, açıktır ki, fiyat mekanizmasının ülkenin ekonomik olanaklarının yüksek gelirlilerin hizmetine yöneltmesi, düşük gelirlilerin ise en acil ve temel gereksinmelerini bile ihmal etmesi kaçınılmazdır.
Bütün bu söylediklerimiz şuna indirgenebilir: Serbest fiyat mekanizması bir doğa kuralı olarak –toplumun ekonomik yaşamını belli bir biçimde düzenleyebilir. Tıpkı “güçlü yaşar, zayıf ölür” doğa kuralının, hayvanlar aleminin yaşamını düzenlemesi gibi. Ama bu düzenleme, insan toplumlarının binlerce yıldır yapageldiği mücadelelerle oluşan toplumsal bilinçlerine , adalet duygularına ters düşer. Bir kuralın doğa kuralı olması, insanların ona saygı duymalarını ve onu benimsemelerini gerektirmez. İnsanların doğa karşısındaki tutumları ona uymak değil, tersine onu değiştirerek ona egemen olmak yönünde gelişmiştir ve gelişmekte devam etmektedir.
Demek oluyor ki, 24 Ocak karalarıyla başlatılan liberal ekonomi politikası enflasyonu önleyip, hatta dış dengeyi de sağlayarak ekonomik hayatı bir düzene sokabilir. Kararlarda yeterince ısrar edilirse bu sonuç mutlaka gerçekleşir. Ama bu düzenleme ancak diğer toplumsal amaçlar pahasına, yani somut olarak işsizlik, büyük emekçi kitlelerin ağır geçim sıkıntılarına düşmeleri ve hatta küçük ve orta sermayenin ezilmesi pahasına gerçekleşebilir. Böyle bir sonuca başarı demek de, herhalde bilimsel gerçeklere dayalı ve gönül ferahlığıyla verilecek bir yargı olamaz.
Burada hemen şunu da belirtelim ki, uygulanan istikrar programında bütün fiyatlar ve bu arada kârlar, faizler ve kiralar serbest bırakılırken ücretlerin ve maaşların denetim altında tutulmaları açık bir haksızlık ve tutarsızlıktır ya da demek ki liberalizm budur.
+++++++++
Peki, neydi o meş'um ve meşhur kararlar? Osman Ulagay, o tarihlerdeki bir kitabında şöyle özetliyor 24 Ocak kararlarını :
24 OCAK DENEYİMİ üzerine - Osman ULAGAY
Kararlar neyi amaçlıyordu?
24 Ocak kararları diye anılan kararlar bütününün öncelikle azgın enflasyonu denetim altına almayı, içerde arz-talep dengesini dışarıda ödemler dengesini sağlamayı amaçladığı ortadaydı. Ancak bu amaçlara yönelirken benimsenen temel yaklaşım, ekonomik yapının kendisini ve işleyiş biçimini değiştirmeyi amaçlayan bazı köklü düzenlemelerin de gündemde olduğunu gösteriyordu.
Bunların başlıcaları şunlardı:
İlk bakışta kendi içinde tutarlı bir “ekonomiyi rasyonelleştirme” ve yeniden yönlendirme paketi olarak değerlendirilebilecek nitelikteki bu önlemlerin 1980 Türkiye’sinde yalnızca ekonomik alanda değil politik alanda da ciddi yansımaları ve sorunları beraberinde getirmesi kaçınılmazdı.
+++++++++
Evet, birilerinin ikbâl beklentilerine cevap veren bu kararlar, emeğinden başka bir varlığı olmayan %99'un artarak büyüyen tepkisine rağmen nasıl uygulanacaktı ki?
Neyse ki, 24 Ocak'tan 9 ay sonra, 12 Eylül'de "Our Boys" tam tekmil yetişti...
Yorumlar (0)