Denir ki; ‘bir oyun izliyorsunuz sahnenin duvarında silah asılı ya da sahnede oyuncuların elinde bir silah belirdi. O silah oyun sona ermeden mutlaka patlayacaktır.’
Dünya ‘sahnesinde’de sınırsız sayıda silah var. İrili ufaklı, konvansiyonel, nükleer başlıklı; tanklar, uçaklar, uzun kısa menzilli füzeler, denizaltılar…binbir çeşit. Konvansiyonel, nükleer, kimyasal, biyolojik. Yeraltında, yerüstünde ve tabii ki uzayda. Emperyalist devletler tek bir ‘bombayla’ yüzbinlerce binlerce kişiyi öldürebilme imkanına sahipler. Çılgınca bir yarış halinde her gün bir diğerinden daha etkili silahlar üretiliyor, irili ufaklı hegemon güçlerin silah fabrikalarında. Henüz biz fanilerin sırrına vakıf olamadığı gizlilikte de biyolojik ve kimyasal silahlar. Laboratuarlar harıl harıl çalışıyor, karanlık köşelerde. Tek bir amaç var daha etkili bir yıkım ve daha büyük kitlesel imha potansiyeline sahip silahlar geliştirmek. Devasa büyüklükte ve müthiş karlı-trilyon dolarlık- bir ekonomik sektör olarak silah endüstrisi ile karşı karşıyayız. Savaşa maruz kalan biz faniler, çocuklarımız, anne babalarımız yakınlarımız ölüyoruz, evlerimiz yıkılıyor başımıza, okullarımız, hastanelerimiz, yollarımız binlerce yılda yaratılan varlıklarımız yok oluyor. Ama onlar o çeşit çeşit silahlar üreten patronlar, devletler ellerini ovuşturarak kasalarını dolduruyorlar(*). Boşalan silah depolarını hızla doldurmak için yeniden işbaşı yapıyorlar. Ne için, daha çok yıkım yaratacak, daha çok kitlesel imha kapasitesine sahip silahlar üretmek için. Nüfuz bölgelerini, hegemonya alanlarını genişletmek ve tahkim etmek için emperyalist devletleriyle elele. Evet sahnedeki silah patlayacak. ‘Zaten patlamış dünyanın birçok bölgesinde, çılgın savaşlar hüküm sürüyor’ konulu birçok argüman ileri sürülüyor, okuyorum. ‘Kaldı ki 2 dünya savaşı deneyiminden süper devletler de bir takım sonuçlar çıkardılar, bir dehşet dengesi oluştu, onlar da biliyorlar küresel bir topyekün savaşın yaratacağı yıkımın elde avuçta bir şey bırakmayacağını, dolayısıyla bölgesel savaşlarla idare ediyorlar’mı diyoruz? Maalesef yanılıyoruz.
Küresel rekabet ve onun doğal(!) sonucu savaşlar, emperyalist sistemin olmazsa olmaz özelliği. Sisteme içkin. Amansız rekabet, uranyum kaynakları ve tabii ki petrol, yeraltı ve üstünde stratejik maden kaynakları...vb küresel rekabetin ana alanları. Bu kritik rekabet alanlarında üstünlük sağlayabilmek ya da üstünlüklerini koruyabilmek için savaş kışkırtıyorlar darbeler düzenliyorlar.
Sistemin bir belirleyeni de ‘eşitsiz gelişim yasası’. Çok yakın zamana kadar dünyanın süper gücü ABD idi. Artık önemli ölçüde kolu kanadı kırık. Yıpranmış halde. Sadece bir örnek, 50 yıl öncesine kadar dünyanın en çok çip üreten ülkesi ABD ve ABD firmaları idi. Oysa bugün en çok çip üreten firma TSMC(Taiwan Semiconductor Manifacturing Company) evet yanlış okumadınız Tayvan merkezli bir firma. İlginçtir. Sadece ekonomik güç bakımından değil, bir çok alanda ABD geriliyor, Rusya geriliyor, başta Çin olmak üzere-sadece teknolojik gelişmenin koçbaşı olarak değil- askeri ve politik nüfuz yayılmacılığı anlamında da başka ülkeler ön plana çıkıyor. Belli ki Trump iktidarı bu gidişata durdurmak ihtiyacına cevap verecek. İşte bu eşitsiz gelişme yasası ve çılgın rekabet savaşların kaynağı. Silah üretimine ayrılan para geometrik bir hızla artıyor. Bütün ülkelerde ve ilginçtir artık-Rusya Ukrayna savaşından sonra- Avrupa’da da. Ve tabii ki silah endüstrisine temel teşkil eden arge faaliyetlerine harcanan trilyon dolarlık yatırımlar. Artık cep telefonları ve insansız hava araçları da gelişmiş savaş teknolojisinin ürünleri.
Dünya çapındaki bu korkunç rekabet nedeniyledir ki, Orta doğu ateş topu ve giderek büyüyor, Rusya Ukrayna savaşı ateşi söndürülemiyor. Bu zengin maden kaynakları-başta uranyum olmak üzere, petrol…vb- rekabeti nedeniyledir ki Fransa Libya ve Mali’de devam eden savaşların tarafıdır.
Günümüze özgü bir karakteristik özellik de orta büyüklükteki kimi ülkeler otokrat yönetimleriyle yayılmacılık ve rekabet sahnesine çıkıyorlar. Türkiye’nin son yıllarda öne çıkan Ortadoğu’da ve Akdeniz’de oynadığı rol çarpıcı bir örnektir. Benzer ülkeler de bölgelerinde ya da küresel çapta oynadıkları rollerle süper devletler arasındaki amansız rekabetin üzerine benzin dökme kabiliyetine sahipler. Süper devletler arasındaki rekabette kendilerine manevra alanları/nüfuz bölgeleri açmaya çalışırken, büyük kapışmanın fitilini ateşliyorlar.
Sürecin topyekün bir savaşa doğru evrilmesine engel olabilecek, bu süreci geriletebilecek barış güçlerinin de konjonktürel olmasını dilediğimiz etkisizliğidir. Hatırlayınız 1990’ların hemen başındaki ‘körfez savaşı’na karşı dünya çapında yükselen kitlesel barış çığlığını. Şimdi öyle mi?
Emperyalistlerin ve irili ufaklı hegemon devletlerin vahşi rekabetinin ürettiği aşırı yoksullaşma ve doğal kaynakların talanı çabalarının bir çıktısı da küresel ‘göç’ dalgası. Refah ülkelerinin daha yüksek duvarlar örme, dikenli tellerle sınırlarını korumaya çalışmalarının boşunalığı. Yarattıkları ve kışkırttıkları amansız rekabet düzeninin sonuçları ile yüzleşiyorlar. Bu kitle mobilizasyonu da emperyalist devletler açısından bir istikrarsızlık(!) unsuru.
Hasılı küçük küçük, bölgesel savaşlarla ‘durumu’ idare etme imkanı giderek ortadan kalkmaktadır. Daha çok nüfuz bölgesi, daha çok talan, daha çok kar motivasyonunun belirlediği bu ortamda aklı selim ummak boşuna gibi. Rusya-Ukrayna savaşı tipik örnektir. Gözden kaçmadı herhalde ABD Ukrayna’ya Rusya topraklarına saldırma kabiliyetine sahip füzelerini kullanma izni verdi. Rusya’da bu tehdide başlıksız bir balistik füze kullanarak cevap verdi. Bir vadede mi desem üç vadede mi küresel bir savaş ihtimali kuvvetlenmektedir.
(*) Amerikan Silah Endüstrisi Savaşın Meyvelerini Topluyor | Dış basından
Yorumlar (0)