açılım süreci, faşist japonya, doğa ve zen budizm

kadim anlatı geleneğinde hayvan, bitki ve diğer varlıklar kişileştirilir. alageyik gerçekten geyiktir hem de insanın bir hâlidir. geyik, eski türklerde dişi bir imgedir. destanın kahramanı geyik dişidir. kıyılan, katledilen her kürt, ermeni, ezidi, süryani, türk evladın anasıdır alageyik. ferman padişahınsa dağlar alageyiğindir.

açılım süreci, faşist japonya, doğa ve zen budizm

 

fikir, kanaat, önermenin ‘gideri’ hikâyeden fazla yahut habercilerin deyişiyle onlar hikâyeden daha çok ‘satın alınıyor’. walter benjamin’in nerdeyse yüz yıl önce dediği gibi hikâye yerini enformasyona bıraktı. biçeşit dolma da iyi gidiyor doğrusu. enformasyonla doldurulmuş hikâye! beklentilerimize yanıt veren hikâye. şöyle de denebilir, işimize gelen hikâye. 

hikâye için olay gerekli. olay anlatısıdır hikâye. olay anlatılır ardından fikir, kanaat, önermeler çıkarsa ne âlâ. çıkmazsa, çıkarılamazsa sıkıntı… burcu karakaş, irfan aktan, bahadır özgür, ceren bayar “dört 1 yandan” isimli bir haber programına başlamış. ilk programda irfan aktan, açılım süreci’ne tarihsel perspektif kazandırmak için öncelikle faşist japon ordusunun kore ve çin işgallerindeki sivil katliamını, tecavüz, işkence, kundakçılık gibi savaş suçlarını anlatarak bir giriş yaptı. savaş sonrası süren ırkçı düşüncelere rağmen japon devletinin insanlık suçu sayılabilecek suçlarıyla yüzleşmeye çalıştığını fakat derin devletin buna nasıl engel olduğunu ve hesaplaşamamanın maliyeti olarak, şu anda avrupa’daki gibi japonya’da sağın yeniden yükselişte olduğunu belirtti. aktan’ın aktardıkları hikâye değil malumat. bizim açılım süreci olarak adlandırdığımız süreci daha iyi anlamamız ve sahiplenmemiz açısından önemli bir malumat… peki alageyik destanı ne. aktan’ın enformasyonuyla yaşar kemal’in romanlaştırdığı bu gerçekten hikâye olan hikâyenin hayatımızdaki yeri ve önemi ne.  

alageyik destanı’nından zuhur eden “ben de gittim bir geyiğin avına/geyik de çekti beni kendi dağına” diye başlayan adana türküsünü 2001 yılında dinlerken ağlamaya başladıydım. sonra her dinleyişimde gene gene ağladım. hem ağladım hem ciğerim yandı. doğanın katlinin yahudi soykırımı’ndan, nankin katliamı’ndan, ermeni ‘tehciri’inden, suriye’de hâli hazırda yaşanan alevi ve dürzi soykırımlarından farkı yok. hâlâ türkiye coğrafyasında oğlağa, kızıl geyiğe tanınan av serbestisi mevcut siyasi iktidar için alageyik destanı’nın, türküsünün hiçbişiy ifade etmediğini gösteriyor. bahadır özgür’ün çok yerinde bilgilendirmesiyle akp doğayı gelecek nesillere bırakılacak bir miras olarak değil sonuna kadar sömürülecek bir hammadde olarak görüyor. yeri gelmişken soralım bakalım, kimmiş bu toprakların değerlerine yabancı!!! alageyik destanı’nın bilmek, iliğinde kemiğinde duymak, türküsünü dinleyip acını çekmek, japonların ırkçı ve işgalci pratiklerini bilmekten, hakkını teslim edelim ki, çok daha önemli. bir de hayat ağacımız vardı. neyse.

kadim anlatı geleneğinde hayvan, bitki ve diğer varlıklar kişileştirilir. alageyik gerçekten geyiktir hem de insanın bir hâlidir. geyik, eski türklerde dişi bir imgedir. destanın kahramanı geyik dişidir. kıyılan, katledilen her kürt, ermeni, ezidi, süryani, türk tüm evlatların anasıdır alageyik. ferman padişahınsa dağlar alageyiğindir. bu faslı bahadır özgür’ün verdiği bilgilerle noktalayayım, cumhuriyet tarihi boyunca ortalama bin dört yüz yangın çıkmış buna karşılık başkanlık sistemine geçilmesiyle birlikte çıkan yangın sayısı iki bin beş yüz’e ulaşmış, yanan alan oranı ise on kat artmış… teşekkürler yeni türkiye!.. bir toplum dilini, kadim hikâyelerini yaşamalı ve yaşatmalı ama bu nasıl olacak… öyle anlaşılıyor ki bu monarşiyle, yarı monarşik bir demokrasiyle, oligarşik sosyalizmle, nasyonal sosyalizmle hatta mükemmel bir temsili demokrasiyle de mümkün değil. mükemmel temsili demokrasi’nin çıktıları işte: thatcher, çiller, trump, putin, macron, bibi, colani diğerini söylemek hakarete giriyor o yüzden kim olduğunu bilerek yokmuş gibi yapalım. sözün özü bir toplum olabilmemizin koşulu anayasa’nın işlediği, bağımsız yargının çalıştığı ve tartışmaya açık olduğu, hukukun egemen olduğu katılımcı, çoğulcu, çok kültürlü, merkeziyetsiz bir demokrasi.

walter benjamin’e dönelim tekrardan, sevgili abimiz hikâyenin enformasyona yenildiğini bin dokuz yüz otuz altı yılında dile getirmiş. dikkat! bu esnada avrupa’da yükselen faşizmle birlikte faşist propaganda aygıtları üretiliyor, bu propaganda aygıtları abd piyasalarında daha çok gelir ve kazanç için kullanılan halkla ilişkiler aygıtına dönüşüyor. kitaplar yakılıyor, sansürleniyor, entelektüeller sürülüyor, katlediliyor. kendi halk edebiyatına, hikâyelerine, efsanelerine, destanlarına, masallarına, baladlarına sırtını yaslayan masum (monarşiye göre ilerici) ulus devletler hızla ırkçılaşıyor ve hâlâ da ırkçılaşma süreci devam ediyor. eğer katılımcı, çoğulcu, çok kültürlü, merkeziyetsiz demokrasilere geçiş yapamazsak bu böyle de sürecek. önümüzdeki tek engel, aşımıza, işimize, düşümüze göz koyan, her yeri, her şeyi, herkesi işlenip satılacak birer hammadde olarak gören şirketler ve şirketlerin hizmetlisi devletler. bunlar ırkçı, kimlikçi, ayrımcı propagandalarla, halkla ilişkiler yöntemleriyle ruhumuza sızıyor. bakınız türk, kürt, arap birliği fikri mesela. laz, çerkes, boşnak, ermeni, rum, yahudi, süryani, ezidi, gürcü, muhacir, alevi, dürzi, bektaşi, gbt+, feminist, hayvan hakları savunucusu, doğa savaşçısına yer yok. türk, kürt, arap hepsi de ümmet, bitti gitti. işte bu enformasyon! hikâyeyi baskılayan bir enformasyon. bejamin’in bahsettiği enformasyon.

ağaçlar ve gökyüzünün binalarla çelişkisine baka baka, pazar sabahı iki saattir takır tukur yazdığım bu yazı, japonların bir zen hikâyesiyle son bulsun.  

faşist japonya çin’i işgal etmiş nankin’de katliam yapmakta, kadınlara tecavüz etmekte, sivilleri katletmekte, mahalleleri, sokakları, ormanları yakmaktadır. meydana kafesler yerleştirilmiş, içine de esirler konmuştur. hikâyenin kahramanı en ortadaki kafeste bulunan bir zen keşişidir. günler boyu acıdan ve açlıktan ölen hemşehrilerini seyreder. ancak kendisi ilerdeki bir taşa gözlerini dikip hiç ama hiç kıpırdamadan, meditasyon yapıyormuş gibi, durur. japon askeri merakla keşişe yaklaşır yüzüne tükürür. ancak keşişin yüzü ‘porselen maske’ gibidir, kıpırdamaz. asker süngüyle dürtükler gene kıpırdamaz. asker dayanamaz bıçağıyla yüzünü keser ama keşiş gene kıpırdamaz. bunun üzerine kafesin kapısını açıp içeri dalar. işte o anda büyük bir hızla her şey yer değiştirir. faşist japon askeri kafesin içinde keşiş dışardadır artık. keşiş ardında bakmadan ara sokaklarda kaybolur. 

benim bu hikâyeden çıkardığım şu: bir zen keşişi yahut bir kalenderi dervişi gibi, olmadı en kötü kalendermeşrep yaşa. çünkü ikisi birbirinin devamıdır. salma kendini, hazza düşme; alkol, seks, uyuşturucu ve çatapat bağımlılığından kaçın. ‘raadol’, ‘çok da şeyetme’. vücudunu güçlendir. kafeste dayanıklı ol. an gelecek yerler değişecek, faşisti ve faşizmi kafesin içine koyacaksın. sâkin, sabırlı ve kudretli kal, hep gayretle çalış kardeşim.

 

(*) yazıya ilham veren "dört 1 yandan" programını aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış