
8 Ekim 1978, Ankara’nın Bahçelievler semtinde, yedi genç Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi, hunharca katledildi. Bu olay, yalnızca bir cinayet zinciri değil, aynı zamanda bir dönemin karanlık yüzünün en acımasız yansımalarından biriydi. Tarihe “Bahçelievler Katliamı” olarak kazınan bu vahşet, sadece kurbanların ailelerini ve yoldaşlarını değil, bir toplumun vicdanını da derinden yaraladı. Yedi gencin, Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Latif Can, Osman Nuri Uzunlar, Faruk Ersan ve Salih Gevenci’nin hayatları, idealleri uğruna, bir gece ansızın ellerinden alındı. Ancak bu katliam, yalnızca bir son değil, aynı zamanda bir başlangıçtı: Zulme karşı direnişin, adalet arayışının ve insanlık onurunun sembolü olarak, o gençlerin anısı bugün hâlâ yaşıyor.
O dönemin Türkiye’si, kaosun ve çatışmanın gölgesine itilmiş bir ülkeydi. 1970’lerin sonları, yükselen sol, sosyalist mücadeleyi bastırmak, ülkeyi korku iklimine doğru çekerek toplumu darbeye razı etmek için, bir çok katliam yapıldı, Maraş, Sivas, Çorum, Balgat, İncir altı bunlardan birkaç tanesiydi . Devlet içinde yuvalanmış karanlık odaklar, paramiliter güçleri de kullanarak, özgürlükten yana emekçileri, aydınları, öğrencileri , hülasa halka karşı katliamlar tezgahladılar. Bahçelievler Katliamı, bu kirli oyunun en kanlı sahnelerinden biriydi. Katiller, paramiliter faşist güçler tarafından yönlendirilmiş, ideolojik bir düşmanlık kisvesi altında hareket etmişti. Ancak bu cinayetler, sadece bir grup gencin fiziksel varlığını ortadan kaldırmadı; aynı zamanda bir düşünceyi, bir umudu, bir geleceği hedef aldı. Yedi genç, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden bir neslin temsilcileriydi. Onların ölümü, yalnızca bir kayıp değil, aynı zamanda bir meydan okumaydı:
Zalimlerin karşısında susmamak, eğilmemek, teslim olmamak
Katliamın ardından, toplumun vicdanında derin bir yara açıldı. Bu yara, yalnızca acıyla değil, aynı zamanda öfkeyle ve adalet arayışıyla doluydu. Yedi gencin anısı, sadece gözyaşlarıyla değil, aynı zamanda mücadeleyle anıldı. Onların hikayesi, sadece bir trajedi değil, aynı zamanda bir direniş destanıydı. Her biri, kendi küçük dünyasında büyük hayaller kurmuş, bu hayalleri gerçekleştirmek için bedel ödemişti. Serdar’ın gülüşü, Hürcan’ın kararlı bakışı, Efraim’in sakin duruşu, Latif’in coşkusu, Osman’ın cesareti, Faruk’un inadı ve Salih’in umudu… Bu gençler, sadece isimlerden ibaret değildi; onlar, bir dönemin ruhunu taşıyan, geleceği inşa etmek isteyen yüreklerdi.

Bahçelievler Katliamı’nın ardındaki karanlık, sadece o geceye sığmadı. Katillerin ellerinde silahlar, yüreklerinde kin vardı; ancak onları yönlendiren güçler, görünmez iplerle toplumun dokusunu yırtmaya çalışıyordu. Bu güçler, dün olduğu gibi bugün de farklı kılıklarda, farklı yöntemlerle varlıklarını sürdürüyor. Onlar, kaosun efendileri, korkunun mimarlarıdır. Ancak unuttukları bir şey var: Her katliam, her zulüm, direnişin tohumlarını da eker. Bahçelievler’de yitip giden yedi genç, bu tohumların en güçlülerinden oldu. Onların anısı, sadece bir ağıtla değil, mücadeleyle, dayanışmayla ve adalet arayışıyla büyüdü.
O gece, Bahçelievler’de gökyüzü gerçekten yedi yerinden yarıldı. Her bir gencin kaybı, bir yıldızın sönüşü gibiydi; ama o yıldızların ışığı, karanlığı delip geçti. Onların hikayesi, sadece bir katliamın değil, aynı zamanda bir umudun hikayesidir. Yedi genç, sadece birer kurban değil, birer semboldü. Onlar, faşizme karşı duran, korkuya boyun eğmeyen, zalimlerin karşısında dimdik ayakta kalan bir neslin temsilcileriydi. Bugün, aradan geçen onca yıla rağmen, Bahçelievler Katliamı’nın acısı hâlâ taze, öfkesi hâlâ diri, umudu hâlâ canlıdır.
Bu katliam, sadece bir tarih sayfasına yazılmış bir olay değil, aynı zamanda bir aynadır. Bize, insanlığın karanlık yüzünü gösterir; ama aynı zamanda, o karanlığa karşı duranların cesaretini, inancını ve direncini de yansıtır. Yedi gencin anısı, sadece geçmişte değil, bugünde ve yarında yaşamaya devam edecek. Çünkü onlar, sadece birer isim değil, birer meşaleydi. Ve o meşaleler, karanlık ne kadar koyu olursa olsun, sönmeyecek. Bahçelievler Katliamı, bir son değil, bir başlangıçtır: Eşitlik için, özgürlük için, insanlık için verilen mücadelenin başlangıcı.
*not: Behice Boran ve Bahçelievlerde katledilenlerin arkadaşları, katliamın olduğu günü , "onur günü" olarak ilan etmişti...
Yorumlar (0)