DropSite‘ta yayımlanan bir habere göre ABD hükümeti yüzlerce yabancı öğrenciyi sessizce sınırdışı ediyor. Suçları neymiş? Siyasi rahatsızlıklarını ifade etmek. Soruşturmaya göre, 300’den fazla F-1 vizesi sahibinin yasal statüleri, yapay zeka tarama araçlarını kullanarak öğrencilerin Amerikan karşıtı duyguları için çevrimiçi etkinliklerini izleyen “Yakala ve İptal Et” adlı gizli bir girişim kapsamında iptal edildi. Hedefler “CBP Ev Uygulaması” aracılığıyla işaretleniyor. SEVIS kayıtları tek taraflı olarak sonlandırılıyor. Genellikle de öğrencilerin herhangi bir itiraz fırsatı olmaksızın ve okudukları üniversiteler bilgilendirilmeksizin ülkeyi terk etmeleri emrediliyor.
Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun gerekçesi oldukça manidar: “Biz size eğitim almanız için vize verdik, muhalif eylemciler olmanız için değil.” Başka bir deyişle, siyasi ifade bugün sınırdışı edilme nedenidir. Bu rahatsız edici bir durum ama şaşırtıcı da değil. Trump’ın ikinci döneminde otoriterliğin bürokratikleşmesi hızla ilerliyor. Üniformalar yok, meşaleli mitingler yok, parti milisleri yok. Ancak uygulamalar, elektronik tablolar, e-posta bildirimleri ve sorgusuz sualsiz sınırdışı etme var. Bu, gösterişsiz bir kontrol politikası: dijital, yasal, sessiz.
Buna ne diyeceğiz? Faşizm mi? Neofaşizm mi? Sezarizm mi? Post-faşizm mi? (Foreign Affairs’te yakın zamanda yayınlanan bir makalenin savunduğu gibi) rekabetçi otoriterlik mi? Ya da Daniel Bessner’in öne sürdüğü üzere bütün bu çerçeve yanıltıcı mı? Bu, derinlemesine Amerikan bir şeye yabancı bir şeymiş gibi davranarak sorumluluğu yerinden etmenin bir yolu mu? Ya da bunu adlandırmak (benzeştirmek, tarihselleştirmek, kategorize etmek) için acele etmenin kendisi de bir tür kaçamak mı? Bir şeyler oluyor. Ve bu tam da korkmamız gerektiği söylenen şeye benzemediği için dehşet verici.
Geçtiğimiz on yıl boyunca, Trump dönemi siyasetindeki her dönemeç aynı soruyu yeniden canlandırdı: Bu yaşanan faşizm mi? Bu mantıksız bir soru değil. Trump’ın etrafındaki hareket otoriter bir “karizma” yayıyor, kitlesel şikayetleri besliyor, siyasi şiddeti teşvik ediyor ve şimdi ikinci defa sahneye çıkışında ilk döneminin asgari kısıtlamalarını bile geride bıraktı. Buna bir isim verme, bir benzetme yapma dürtüsü anlaşılabilir. Ancak yetersiz de kalabilir.
Sorun Trumpizm’i “faşist” olarak adlandırmanın ille de yanlış olması değil. Benzetme, her ne kadar yer yer doğru olsa da, içinde yaşadığımız gerçeklik karşısında giderek daha yetersiz kalıyor: kendini gösteriyle duyurmayan ama yazılım, politika değişiklikleri ve prosedürel silme yoluyla ilerleyen bir gerçeklik. Burada da başka bir şeylerin olduğunu görmek için geçmiş otoriterliklerle olan rezonansı inkar etmemize gerek yok.
2022’de insanlar bir zamanlar kitleler halinde faşizme doğru yürürken, bugün uyurgezer bir şekilde ona doğru ilerlediğimizi yazmıştım. Bu uyurgezerlik devam ediyor ve ona verdiğimiz isimler bizi harekete geçirmedi. Trumpizm sadece bir tarz ya da ruh hali değil. Bu bir yöntem. Ve giderek bir yapıya dönüşüyor. Sorgusuz sualsiz sınırdışı etme, algoritmik şüphe ve idari ezme yoluyla yönetiyor. Bir zamanlar milislerin yaptığını yapmak için yazılımları, uygulamaları ve federal departmanları görevlendiriyor: politik olanın sınırlarını polislikle belirliyor.
Çarpıcı olan, tüm bunların ne kadar sıradan göründüğü. CBP Ev Uygulaması aracılığıyla bir öğrencinin vizesini iptal etmek, tiranlığın görsel gramerinden yoksun. Üniformalar yok, mahkemeler yok. Sadece bir e-posta, bir gösterge paneli, bir ayrılma emri. Bu anın otoriterliği teatral değil prosedürel. Kendini gecikmelerde, reddetmelerde ve sessiz ihmallerde hissettiriyor. İnsanları sessizce ortadan kaldırıyor.
İşte bu yüzden faşizm benzetmesi -kısmen doğru olsa da- bir şeyleri gözden kaçırıyor. Tehdidi abarttığı için değil, dokusunu yanlış okuduğu için. Buradaki şablon 1930’ların Avrupası değil. Guantánamo’ya, Gazze’ye ya da Amerikan’ın isyan karşıtı müdahalesi altındaki Küresel Güney’e daha yakın bir şey.
Aimé Césaire’den ödünç alıp tersine çevirecek olursak: Trumpizm içe dönük emperyal prosedürlerdir. Şu anda öğrencileri ve protestocuları hedef alan güçler yeni değil. Sınır bölgelerinde, kara bölgelerde ve savaş bölgelerinde -yasanın her zaman istisnalara yer açtığı ve vatandaşlığın hiçbir zaman hakların garantisi olmadığı yerlerde- mükemmelleştirildiler. Trump yönetimindeki değişim ise bu yetkilerin artık sadece yabancı “tehditlere” değil, ülke içindeki muhalefete de yönelmiş olması. Siyasi söylem düşmanlık olarak yeniden çerçevelendiriliyor. Muhalifler düşman olarak yeniden sınıflandırılıyor. Sınırdışı etme bir disiplin aracı haline geldi.
Bu anlamda, ABD’de yaşananlar faşist bir canlanmadan ziyade bastırılmış olanın geri dönüşü, yani emperyal mantığın eve dönüşüdür. Trumpizmin amaçlarına ulaşmak için Amerikan kurumlarını ortadan kaldırması gerekmiyor. Sadece mevcut gözetleme, dışlama ve şiddet kapasitelerini yeni bir iç sınıra doğru yönlendirmesi gerekiyor. Bir şeyin kıyısında değiliz. İçindeyiz.
Şu anda yaşananlar bize beklememiz öğretilen krizlere benzemiyor. Meşaleli geçit törenleri, devrilen yasama organları, büyük acil durum ilanları yok. Ancak altyapı değişiyor. İçeriden ve dışarıdan, vatandaş ve şüpheli kategorileri kodlarda, yasalarda ve sessizlikte yeniden tanımlanıyor.
İşte bu yüzden isimlendirme hem gerekli hem de yetersiz hissedilebilir. Bizi yönlendireceklerini umarak tarihsel analojilere başvuruyoruz, ancak bunlar gözümüzün önünde cereyan edenlerle fiilen hesaplaşmanın yerini tutamaz. Tehdit yalnızca gücün merkezileşmesi ya da muhalefetin cezalandırılması değil. Tehdit, tüm bunların pek bir dirençle karşılaşmadan gerçekleşmesi; gündelik hayatın içine yerleşmiş, otomatikleştirilmiş ve rasyonelleştirilmiş, hatta sıkıcı hale getirilmiş olması.
Artık terminolojinin bir tesellisi yok. Aslolan örüntüyü fark edip edemediğimiz, ağırlığını hissedip hissedemediğimiz ve mantığını reddedip reddedemediğimizdir. Bunu güçbirliği içinde ve mevcut durum kalıcılaşmadan önce yapıp yapamadığımızdır.
Adına ne derseniz deyin fark etmiyor. Önemli olan şu: bugün içinden geçtiğimiz sürece bir karşılık vermek gerekiyor.
e-komiteye teşekkürler. (Dayanışma Datça)
Kaynak:
Bu yaşanan faşizm mi? - William Shoki - e-komite
Yorumlar (0)