Çalınan Alman Devrimi

Devrimin mirası, tartışmalıdır. Sağcı sosyal-demokratlar, devrimi “gerekli bir geçiş” olarak görürken, solcular için bir ihanet örneğidir. Luxemburg’un ünlü sözü, “Özgürlük, her zaman muhaliflerin özgürlüğüdür,” devrimin ruhunu yansıtır. Münih’te kurulan kısa ömürlü Bavyera Sovyet Cumhuriyeti gibi yerel ayaklanmalar da bastırıldı; Kurt Eisner gibi liderler suikaste uğradı. Toplamda, devrim sürecinde on binlerce insan hayatını kaybetti. Bu olaylar, Nazi Partisi’nin yükselişine zemin hazırladı; çünkü Weimar’ın zayıflığı, aşırı sağı güçlendirdi.

Çalınan  Alman Devrimi

1918-1919 Alman Devrimi, Spartakistler’in önderliğinde zaferle sonuçlansaydı, insanlık tarihinin radikal bir dönüşüm yaşayacağını söylemek mümkün. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un liderliğindeki işçiler konseyleri, Berlin’i ele geçirip Freikorps’un baskısını püskürtseydi, Almanya’da gerçek bir sosyalist cumhuriyet kurulurdu. Weimar’ın kırılgan demokrasisi yerine, doğrudan demokrasi ve eşitlikçi ekonomi hakim olurdu: Fabrikalar işçilere, toprak köylülere geçer, savaş tazminatları reddedilir, Versailles’ın dayatmaları boşa çıkardı.

Bu zafer, Avrupa’yı sarardı. Sovyet Rusya ile ittifak güçlenir, Macaristan ve İtalya’daki devrimci dalgalar yayılır, faşizmin tohumları ezilirdi. Hitler’in Nazi Partisi gibi aşırı sağ hareketler marjinal kalır, II. Dünya Savaşı önlenir –milyonlarca hayat kurtulur, Holokost yaşanmazdı. Küresel çapta, kolonyal sömürüye karşı mücadele hızlanır; Hindistan, Afrika ve Asya’daki bağımsızlık hareketleri sosyalist ilhamla erken zafer kazanırdı.

Ekonomik olarak, Büyük Buhran hafifler, kapitalizmin krizleri sosyalist planlamayla aşılır. Soğuk Savaş yerine, enternasyonalist bir işbirliği doğar; ABD’nin izolasyonu kırılır, küresel eşitlikçi bir düzen kurulurdu. Bugün, belki de çevre krizi ve eşitsizlikler daha az olurdu –teknoloji halk için, savaşların tarih olma olasılığı söz konusu olurdu.

Alman Devrimi: 1918-1919’un Fırtınalı Günleri

9 Kasım 1918, Almanya’nın tarihini sonsuza dek değiştiren bir dönüm noktasıydı. Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisiyle sarsılan İmparatorluk, Kiel’de başlayan denizci isyanıyla çökmeye başladı. Savaşın getirdiği açlık, yoksulluk ve yıkım, işçileri, askerleri ve halkı ayaklandırdı. Bu isyan, hızla yayıldı; işçiler ve askerler konseyleri kuruldu, monarşi sallandı. Kaiser II. Wilhelm tahttan feragat etti ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) lideri Philipp Scheidemann, Berlin’de bir balkondan Cumhuriyet’i ilan etti. Ancak bu, devrimin sadece başlangıcıydı; altında yatan çelişkiler, Almanya’yı kanlı bir iç savaşa sürükleyecekti.

Devrim, savaş sonrası kaosun bir ürünüydü. Milyonlarca Alman askeri cephelerden dönüyor, ekonomi çökmüş, enflasyon gökyüzüne yükseliyordu. İşçiler, Sovyet Rusya’daki Ekim Devrimi’nden ilham alarak, sosyalist bir düzen talep ediyordu. Spartakistler –Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un önderliğindeki radikal sol grup– devrimin gerçek amacının kapitalizmi yıkmak olduğunu savunuyordu. Onlar, konseyler aracılığıyla bir işçi hükümeti kurmayı hedefliyordu. Liebknecht, “Bütün iktidar sovyetlere!” sloganıyla kitleleri harekete geçirirken, Luxemburg, devrimin demokratik ve sosyalist karakterini vurguluyordu. Bu dönemde, Almanya’nın dört bir yanında grevler, gösteriler ve ayaklanmalar patlak verdi. Berlin, Münih, Hamburg gibi şehirler, devrimci konseylerin kontrolüne geçti.

Ancak devrim, içinden bölündü. SPD’nin lideri Friedrich Ebert, devrimi “düzenli” bir şekilde yönetmek istiyordu. Bir başka ifadeyle Devrimi çalmak istiyordu. Dolayısıyla  eski ordu subayları ve sağcı paramiliter gruplar olan Freikorps ile ittifak kurdu. Ebert, radikal solun yükselişinden korkuyordu; çünkü bu, mülkiyet düzenini tehdit ediyordu. Spartakistler, Aralık 1918’de Bağımsız Sosyal Demokrat Parti’den (USPD) ayrılarak Komünist Parti’yi (KPD) kurdular. Ocak 1919’da, Berlin’de Spartakist Ayaklanması başladı. İşçiler, gazeteleri, hükümet binalarını ele geçirdi. Liebknecht ve Luxemburg, devrimi yönlendirmeye çalıştı ama Ebert hükümeti, Freikorps’u devreye soktu. Gustav Noske’nin emriyle, ayaklanma vahşice bastırıldı. Binlerce işçi öldürüldü, sokaklar kanla yıkandı.

15 Ocak 1919, devrimin en karanlık günüydü. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Freikorps tarafından tutuklandı, işkence edildi ve katledildi. Luxemburg’un cesedi Landwehr Kanalı’na atıldı; Liebknecht’in bedeni morga bırakıldı. Bu cinayetler, solun bölünmesini derinleştirdi ve Weimar Cumhuriyeti’nin temellerini zayıflattı. Ebert’in “sosyal demokrasisi”, monarşinin kalıntılarını korurken, radikal solu ezdi. Devrim, bazı reformlar getirdi –kadınlara oy hakkı, sekiz saatlik iş günü– ama sosyalist hayallerin gerçeğe dönüşmesine müsade  etmedi. Aksine, Versailles Antlaşması’nın ağır şartları altında, Almanya ekonomik buhrana sürüklendi.

Devrimin mirası, tartışmalıdır. Sağcı sosyal-demokratlar, devrimi “gerekli bir geçiş” olarak görürken, solcular için bir ihanet örneğidir. Luxemburg’un ünlü sözü, “Özgürlük, her zaman muhaliflerin özgürlüğüdür,” devrimin ruhunu yansıtır. Münih’te kurulan kısa ömürlü Bavyera Sovyet Cumhuriyeti gibi yerel ayaklanmalar da bastırıldı; Kurt Eisner gibi liderler suikaste uğradı. Toplamda, devrim sürecinde on binlerce insan hayatını kaybetti. Bu olaylar, Nazi Partisi’nin yükselişine zemin hazırladı; çünkü Weimar’ın zayıflığı, aşırı sağı güçlendirdi.

Bugün, 107 yıl sonra, Alman Devrimi bize devrimlerin kırılganlığını hatırlatır. İşçiler birleştiğinde dünyayı sarsabilir, ama bölündüklerinde kaybederler. Luxemburg ve Liebknecht’in mücadelesi, sosyal adalet arayışının simgesi olarak yaşıyor. Almanya, bu devrim sayesinde modern demokrasisine kavuştu, ama bedeli ağır oldu: Kan, ihanet ve unutulmuş hayaller. Devrim, sadece bir tarih dersi değil; günümüzün eşitsizliklerine karşı bir uyarıdır.

Derleyen Zınar Dağlı

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış