"Herkes biliyor, geminin su aldığını
Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini
Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu…"
Leonard Cohen
1 Ekim Salı günü TBMM açılışında Devlet Bahçeli'nin, DEM PARTİ’li vekillerle tokalaşması siyasetin gündemine düştü. Daha bir kaç saat önce grup meclis toplantısında, Halk TV ve Halk TV’de program yapan gazetecileri tehdit eden Bahçeli, yaptığını o kadar normal bir iş olarak görmüş olacak ki tokalaşma gerekçesinin normalleştirmenin bir adımı olarak telakki edilmesini salık verdi ve tokalaşmayı şu sözlerle açıkladı: “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım.” Bahçeli'nin iktidardaki pozisyonu, temsil etiği siyaset açısından bakıldığında, bu eylem ve söylemin, hesapsız kitapsız, üzerinde düşünülmeden, spontane biçimde gelişen bir hamle olmadığını kolayca görmek mümkün. Kaldı ki hemen bir kaç gün sonra yaptığı açıklamayla, “Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun , gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenin temennisi ve teklifidir. Biz durduk yere el vermeyiz. DEM'e düşen sorumluluk uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması.” ifadelerini kullanarak bizi bir kez daha yanıltmadı. Tehdit niteliğindeki bu yaklaşımın ne çözüme ne normalleşmeye bir katkı sağlamadığı gün gibi aşikardır. O zaman Bahçeli el uzatarak ne demek istedi? Demek istediği şudur. Kürt halkının, kadınların, Alevilerin, emekçilerin ezcümle bütün ezilenlerin, sorunlarını dile getirmekten, bu doğrultuda mücadele vermekten vazgeçin tehdididir. Muktedir kendini demirlediği yerden ve en üst perdeden diyor ki, DEM Parti bu iddialarından vaz geçersen seni Türkiye partisi olarak kabul ederim. Başka türlü seni kriminalize ederim. Kürt halkının kültürel ve siyasal sorunlarını bir tarafa at, güzel güzel geçinip gidelim diyor. Bir başka ifade ile Kürt halkının iki asırdır talep etiği hakları ve bu uğurda verdiği mücadeleyi unutalım gitsin diyor. Bilmeyen de Bahçeli yeni bir şey diyor sanacak oysa Bahçeli ve temsil etiği ırkçı siyaset ezelden beri bunu söylüyor. Bu teklifi tekrarlayıp duracağına, Türkiye vatandaşlarının kurduğu, partilerin ontolojileri gereği, Türkiyeli olduğunu anlamaya gayret etse, daha isabetli ve inandırıcı bir yerde durmuş olacaktır. Ama ne gezer, kısacası aynı şeyi söyleyip, farklı sonuç elde etmek konusunda mucit sayılan Bahçeli'nin cephesinde demokratik çözüme dair yeni bir şey görünmemektedir. Peki bu el sıkışma, hepten tiyatral bir şey midir? Zannımca değil. Kürt sorunu aynı zamanda bölgesel bir sorundur. Bölgenin içine sürüklendiği savaş, bölgede kartların yeniden karılması ile sonuçlanma ihtimalini içkin kılmaktadır. Buna dair bir planın tezahürü olduğunu söylemek yanlış olmaz. olur beklemesinde olduğu gibi, Kürt meselesinin kilit açıcı rolünün sürmekte olduğunun farkındadırlar. Ama bu kilidi, sorunun kendisini çözüme kavuşturarak elde etmek yerine, Ali Cengiz oyunlarıyla elde etmek peşindedirler. Ama bu yolun ülkeyi daha da karanlığa sürüklemek dışında bir işe yaramayacağının en az bizim kadar onlar da farkındadırlar. Ancak demagoji ve şov, varoluşlarının genetiğinde olduğu için bu yoldan vazgeçmeye niyetli görünmüyorlar. Kaldı ki bu reel politik retorik Türkiye'ye özgü bir durum değildir. Dünyadaki popüler sağ ideolojinin ortak paydasıdır. Yani bu konuda bile iddia etikleri gibi milli ve yerli değiller. Bahçeli'nin tokalaşma hamlesinden bir kaç gün önce benzer bir hamle de İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Kürt olan Mesud Pezeşkiyan’ın Amerika ve müttefiklerine, İran'ı vurursanız, Kürdistan, Belucistan gibi devletler kurulur, İran diye bir şey kalmaz diye seslenişiyle biçim bakımından farklı, içerik olarak benzer bu iki veciz söylemin ortak paydaları, sorunu çözmek yerine, iktidarlarının bekası adına, sorunu araçlaştırmayı tercih etmeleridir. Bir başka ifade ile mağduru nefret objesi haline getirerek içerde ırkçılığı konsolide etmek istemeleridir. Bu, aynı zamanda hakları gasp edilmiş mazlum halkları, ülkenin zor zamanında ülkeyi arkadan hançerleyecek iç düşmanlar olarak göstermeye dönük derin bir algı operasyonudur. Özetle kurt puslu havayı sever misali havayı olabildiğince bulandırarak halkları düşmanlaştırma çabasını hız kestirmeden tırmandırmaktır.
Bu işin bir tarafı, diğer bir tarafı da yıllarca barış istediği için terörist ilan edilenlerin cezaevlerinde tutulduğu günümüzde, Bahçeli'nin de barış diyerek ülkede adı konulmamış savaşı kabul etmesidir. Bahçeli’nin yeni olarak söylediği tek şey, ağzından dökülen ‘barış’ sözcüğüdür. Peki barış istedikleri için yılardır ceza yatanlar için ne diyecek. Çok bir şey söyleyeceğine inanmıyorum. Zira oyunun senaryosunda buna dönük bir söylem yok gibi. Eğer her şey bir oyundan ibaret ise normalleşmek için Devlet Bahçeli de barış isteyenlerin yanına gönderilmeli. Son söz olarak, uzatılan el üzerinden aşırı doz demagoji yapılmaktadır. Doz aşımına maruz kalan toplumlar zehirlenir.
Yorumlar (0)