Oluşturulduğu Gibi, Yok Edilen Suriye
Suriye Birinci Dünya Savaşı sonrası galip devletlerin siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda Sykes-Picot anlaşması ile şekillendirilen Ortadoğu haritasının sonucu var edilmiş bir devlettir. Sykes-Picot Britanya ve Fransa arasında 16 Mayıs 1916 tarihinde Ortadoğu’nun paylaşımını sağlayan anlaşmadır. Bu sınırlar çizilirken o kara parçasında yaşayan halkların talep ve çıkarları nasıl ki gözetilmeden çizildiyse, aynı şekilde yıkılanın yerine inşa edilen rejimlerin ya da rejimin inşasında da halkların talepleri yok sayılmaktadır. Demokratik dinamiklerin görece zayıf oluşu, bu dinamiklerin toplumsal değişimde rol almalarını kısıtlamaktadır. Yani Ortadoğu’da toplumsal değişim ve dönüşümde iç dinamiklerin kısalığı, dış dinamiğin uzun olmasına alan açmakta ve dış dinamiklerin toplumsal mühendislik yapmasına olanak sağlamaktadır. Bu genel belirlemenin doğruluğunu Suriye pratiğinde görmek mümkün. 1943’te Fransız mandasının son bulması ile birlikte yıkılışına kadar Suriye’de iktidar değişiklikleri darbeler ile olageldi. Son iktidar değişikliği, bu geleneği bozmadı. Ancak diğer darbelerden farklı olarak, bir bütün olarak -mali, siyasi ve toplumsal olarak- ülke yok edildi. Şu anda üzerinde konuştuğumuz ya da konuşacağımız, ne yazık ki Suriye değil, sadece onun arkeolojik kalıntılarıdır. Bu darbenin ayırt edici diğer yanı ise darbenin küresel güçler ve onlara bağlı milisler ile otoriter rejim destekleyen bölgesel güçler ve onu destekleyen milisler arasında bölgesel bir savaş olarak vuku bulmasıdır. 14 yılık savaş ardında yurdundan edilmiş milyonlarca insan ve yok edilmiş bir ülke bırakmış oldu.
Suriye Sahasındaki Yerel Dinamikler
Suriye coğrafyasında Sünni ve Alevi Araplar, Kürtler, Dürziler gibi birçok etnik ve dini azınlık yaşamaktadır. Coğrafya, Sünni Araplardan sonra nüfusunun yüzde yirmisini teşkil eden Kürtler, yüzde on beş Alevi Araplar, yüzde yedi Türkmenler, yüzde beş Dürziler ve hatırı sayılır sayıda Çerkez, Nasturi, Kendali, Ermeni gibi azınlıklara ev sahipliği yapmaktadır. Yaklaşık bir oran vermemin nedeni, Suriye’nin tarihi boyunca açık bir sayımın yapılmamasındandır. Bu toplulukların ortak paydası mezhepçi bir din devleti istememeleri ve yeni Suriye’nin inşasında kendi farklılıklarının kabul görmesidir. Tarih boyunca yok sayılmış rejimin katliamlarına maruz kalmış bu topluluklar, aynı kabusu tekrar diriltmek istememektedirler. Yani eşit vatandaşlık hukukunun inşa edildiği, ademi merkeziyetçi bir ülkede yaşamak istemektedirler. On dört yılık savaş pratiği Sünni Arap’ların da büyük bir bölümünün, şeriat yasalarına dayalı bir rejim ve cihatçılardan oluşan bir iktidar istemediklerini göstermektedir. Bütün bu veçheler dikkate alındığında, Suriye'de çoğunluğun farklılıkları yok saymayan, zenginliğini çeşitliliğinden alan daha demokratik bir Suriye istediklerini söylemek abartı olmaz.
Milis Güçler
BAAS rejiminin yıkılması, Suriye ordusunun dağılmasıyla sonuçlandı. Kimi bölgelerde ordunun bakiyesinin yeniden toparlanma gayretleri uç veriyor olsa da, etkili bir güçten söz etmek mümkün görünmemektedir. Şu an farklı coğrafik bölgelerde yoğunlaşmış HTŞ, Suriye Ulusal Ordusu ve Suriye demokratik güçlerinin silahlı popülasyonu sahada görülmektedir. Gerek ülkenin toplumsal dinamikleri , gerekse müdahaleci kolonyalist güçlerin ortaklaştığı payda, söylem düzeyinde de olsa Suriye’nin bütünlüğünü korumak yönündedir. Ancak bu söylemin hayata geçebilmesinin yegane yolu farklı toplumsal dinamiklerin siyasal temsilinden geçmektedir. Yoğun bir diplomasi ve diyalog trafiğinin yanında, yeni rejimin inşasında izlenen yöntem bu gerçeklikten uzak, küçük bir azınlığın, hatta bir milis gücün iktidarını inşa etmek amacı gütmektedir. Coğrafya esaslı milis yoğunlaşmasının aynı zamanda bir bölünme potansiyelini de içkin kıldığının altını çizmiş olalım. Zira Dürziler Suveyda'da otonomi ilan ederek, ES-Suveyde Askeri Konseyini kurdular. Hedeflerinin bağımsızlık ilan etmek olduğunu ilan ettiler. Zira farklı toplumsal dinamiklerin bu yola başvurmayacağının hiçbir garantisi de yok. Bu durumu Suriye’nin dağılabilme potansiyeli içerdiğinin işaret fişeği olarak değerlendirmek mümkün.
Kendini İktidar ilan eden HTŞ, on sekiz gurubun koalisyonundan müteşekkil, yaklaşık yirmi beş bin milise sahiptir. Suriye Ulusal Ordusu içinde Suriyelilerin olmadığı, Uygur, Çeçen, Türkmenistanlılardan vücuda getirilmiş lejyoner bir gurup olup yaklaşık beş bin milise sahiptir. Suriye Demokratik Güçleri doksan bin silahlı güçle en kalabalık silahlı güce karşılık gelmektedir. BAAS rejiminin yıkılışının ardından kendini geçici Cumhurbaşkanı ilan eden Colani ile yaptıkları görüşmelerde yeni rejimin inşasında ortaklaşma konusunda olumlu sonuç almayan Dürziler de silahlanarak otonomi ilan ettiler. Şimdilik Dürzilerin geleceklerini nasıl inşa edeceklerinin Suriye’deki gelişmelerle yakından ilgili olduğunun altını çizmekle yetinelim. Bunun dışında kendileri için elverişli zamanın ortaya çıkması halinde harekete geçebilecek potansiyele sahip, IŞİD milis göçünden söz etmek mümkün IŞİD’in uyuyan hücrelerinin yanı sıra, HTŞ ve Suriye Ulusal Ordusu içinde kümelenmiş öbeklerinden söz etmek mümkün.
Yerel dinamikler ile milis güçler arasında bire bir örtüşmenin olmamasının en büyük nedeni Alevilere ve diğer azınlıklara ait bir milis gücün olmamasıdır. Bu dolayım ile başta aleviler olmak üzere Cihatçı milislerin hedefinde olan geniş bir azınlık, sadece mal ve can güvenliği açısından tehdit altında değil, aynı zamanda her an etnik kıyım uğrama korkusuyla yaşama mahkum edilmiş durumdadır. Lazki ve Tartus bölgesinde yaşayan Alevilerin, sahil güvenlik güçleri adıyla savunma birlikleri kurmaya çalışmalarının yegane nedeni kendilerine yönelen tehdide karşı kendilerini savunma refleksidir.
Yorumlar (0)