Suriye bölgede güç dengelerinin yeniden dizilişinin adresi mi?
Hikaye bu ya: Astana anlaşması gereği Türkiye’nin hamiliğinde, İdlib’de yaşamak zorunda bırakılan HTŞ ve SMO’ya bağlı milisler bir sabah kalkıp iktidarı almak üzere Şam’a doğru yola koyuldular. Yollarda her hangi bir dirençle karşılaşmadan, önce Halep'e ardından Şam’a girerek iktidarlarını ilan ettiler. Herhangi bir sorunla karşılaşmadan turistik gezi gibi Şam’a girmeleri, akılara Rusya ile Amerika’nın Suriye konusunda anlaşma yapmış olma ihtimalini getirdi. Çok da haksız bir akıl yürütme olmadığı gelişen süreçle birlikte daha net görülmüş oldu. Zira BAAS rejimine bağlı kimi siyasetçi ve bürokratın iktidarın devir teslim sürecinin sorunsuz bir biçimde gerçekleşmesi için HTŞ güçlerini karşılamaları, Rusya’da basılan Suriye paralarının Rus kargo uçaklarıyla Suriye’nin yeni hükümetine teslim edilmesi gibi gelişmeler bu akıl yürütmenin pek de gerçeklikten kopuk olmadığını göstermektedir. Dirençsiz ve kansız şekilde iktidarın teslim edilmesinin başka türlü izahı mümkün görünmemektedir. Ukrayna meselesini de bu anlaşmanın bir parçası olarak okumak mümkün. Zira Suriye’de yapılan her hamle, atılan her adım ile bölgedeki diğer sorun alanları arasında senkronik bir ilişkinin varlığı öteden beri bilinmekte. Rusya’nın Suriye’deki tutumu ile Amerikan’ın Ukrayna’da savaşı sonlandırma ısrar ve kararlığı arasındaki ilişkide olduğu gibi. Aynı şekilde İsrail’in Suriye’de atığı her adımın Filistin meselesiyle yakından ilişkili olduğunun altını çizmek gerekir.
HTŞ iktidar mı?
Suriye’yi bir çok Arap ülkesinden ayıran temel özelliklerin en başında seküler olması gelmektedir. Din faktörü kimliklerin başat karakteri değildir. Bu durum Suriye’deki Sünni Arapların ekseriyeti için de söz konusudur. Kimliklerinin temel harcı milliyetçiliktir. Suriye’de zaman zaman İhvan Hareketi (Müslüman Kardeşler) örgütlenmek üzere girişimlerde bulunmuş olsa da gerek toplumda yeterince destek görmemesi, gerekse BAAS rejiminin sert müdahalesi sonucu dağılmak durumunda kalmıştır. Dolayısıyla Cihatçı bir geleneğin olmadığını söylemek mümkün. Bu durumda Cihatçı ideolojiye sahip olan HTŞ’nin bir bütün olarak Suriye toplumundan rıza üreterek iktidarını kalıcılaştırması imkansız gibi görünmektedir. Bırakın geleceği bugün bile Şam, Halep ve İdlib gibi kentlerle sınırlı bir bölgede varlık göstermektedir. Çatışmalı bir ortamda bu bölgeleri kontrol altında tutacağı bile şüphelidir. Şam’ın hemen Güneybatısında Dürziler, Lazki, Tartus , sahil bölgesinde Aleviler, Kuzey ve Doğusunda Arap, Çerkez, Kürt, Süryani ve Türkmenlerin yaşadığı Kuzey- Doğu özerk bölgesi dikkate alınınca, HTŞ’nin bir çemberin içinde sıkışıp kaldığı görülmektedir. Bu koşullar altındayken topladığı Suriye Diyalog toplantılarına bu gurupların hiç birini çağırmaması, geçici hükmet oluşumunda bu dinamiklerin beklentilerini görmezden gelmesi de eklenince sorunun krize dönüşme ihtimali gün geçtikçe artmaktadır.
Suriye’nin Bugünü
Bugün için bütün etnik ve inanç grupları ayrımsız olarak Suriye’nin bütünlüğünden yana olduklarını her fırsata altını çizmektedirler. Ancak bunun eski Suriye’nin yeniden inşasıyla mümkün olamayacağını da yüksek sesle dillendirmektedirler. Şu an için organik bir ilişkileri olmamasına rağmen Suriye’deki bütün toplumsal dinamikler siyasi ve kültürel haklarının, kolektif kullanımının yasalarca güvenceye alınacağı bir sistem talep etmektedir. Bunun da ademi merkeziyetçi, eşit yurttaşlık temelli bir sistemin inşası ile mümkün olacağı konusunda da hemfikir olmuş gibiler. HTŞ ise bu taleplere yanıt üretmek niyetinde görünmüyor. Bu duyarsızlık karşısında, Dürzilerden sonra Aleviler de özerklik ilan etiklerini kamuoyuna açıkladılar. HTŞ Alevilere, Dürzilerin özerklik ilanına verdiğinden farklı bir tepki verdi. Dürzilerin özerklik ilanını görmezlikten gelen HTŞ, Alevilere karşı genel seferberlik ilan ederek şiddetle yanıt verdi. Laski, Tartus, Baniyas, Cebler şehirlerinde asker sivil ayrımı gözetmeden katliam yaptılar. Rejime ait uçaklar sivil yerleşim bölgelerini bombaladılar. Rusya’nın Hmeimim askeri üssüne yakın bölgede halkın üsse sığınarak canlarını kurtarmaya çabalamaları, katliamın çapını ve sivil halkın güvenlikten uzak bir yaşama mahkum edilmiş olmaları açısından son derece önemli bir örnektir. Gerçi dünyadan gelen tepkiler üzerine, HTŞ bir açıklama yaparak, Alevilere katliam yapıldığını, ancak bu katliamı kendilerinin değil, SMO’ya bağlı Hamza Tümeni ve Süleyman Şah Tugayı tarafından gerçekleştirildiğini duyurdu. Ancak bu açıklama HTŞ’nin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı gibi, sadece iktidar refleksinden uzak bir milis olduğunu göstermektedir. Alevilere yönelik bu şiddet aynı zamanda HTŞ’nin sorunların çözümünde tercih ettiği yöntemi de açığa çıkarmış oldu. HTŞ'nin şiddet de ısrar etmesi Suriye'yi yeniden savaşa sürüklemesi anlamına gelir.
İşgal ile Parçalanma Kıskacındaki Suriye
HTŞ’nin Şam’da geçici hükmet kurmak için yapacağı ilk diyalog toplantısı öncesi; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sözcüsü Dujarric, “Yeni Suriye tüm Suriye halkı için olmalıdır. Geniş tabanlı ve güvenilir temeller üzerine inşa edilmelidir” çağrısında bulundu. Suriye’yi görece demokratik bir zemine taşıma ihtimali olan bu çağrıya HTŞ ve yandaşları kulak tıkayarak yolarına devem etmeyi tercih ettiler. Kendi gibi düşünen altı yüz katılımcı toplanarak kendilerinden müteşekkil bir iktidar kurdular. İlk ilik yanlış düğmelendiğinden, ardından iliklenen düğmelerin de yanlış olması kaçınılmazdı. Şu an yaşanan Alevi katliamı da ilk iliğin yanlış düğmelenmesinin bir sonucudur. Bu yanlışta ısrar ülkeyi parçalama ya da işgale edilme çatalına doğru hızla götürmek demektir. Toplumsal tabanı zayıf olan bir HTŞ’nin bütün bakanları ve atanan bürokrat kadrolarının Bir çok ülkede aranan teröristler listesindeki yerlerini korudukları da hesaba katıldığında durumun vahameti daha net görülmektedir.
Günün Suriye’sinde bütün ülke coğrafyasında karşılığı olan bir hükümetten söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla şu an Doğu kuzey özerk bölgesi, Alevi bölgesi, Dürzi bölgesi ve HTŞ ve SMO bölgesi olmak üzere en az dört parçaya ayrılmış gibi görünmektedir. Halbuki bu BAAS rejiminde üç bölgeydi. HTŞ iktidarında dörte çıkmış oldu. Yani yeni iktidar sorunları çözmek yerine yenilerini ekliyor demektir. Şiddetin daha da artma ihtimali Suriye’yi daha büyük bir karanlığa sürüklüyor. Yaklaşık nüfusun yarısının dış ve iç göçe tabi olması gerçeği orta yerde durmakta. Yaşanan belirsizlik göç edenlerin evlerine dönmesinin önündeki yegane engel olarak duruyor. Bu tablo ülkenin felakete doğru sürüklendiğini gösteriyor. Kısadan hisse bu durum Ortadoğu’nun sınırlarını yeniden değiştirmek isteyen güçlere muazzam fırsatlar sunuyor. Suriye halklarının yapacağı hamleler ya Filistin, Irak ve İran’ı kapsayacak kanlı hesapları Suriye’de mezara gömecek ya da Ortadoğu büyük bir şiddetin kucağına itilmiş olacak
Yorumlar (0)