Enver Gökçe

Gençliğinde, sol rüzgarlar esti ruhunda. Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu, fikirlerini gazetelerde, dergilerde haykırdı. “Yurt ve Dünya”, “Adımlar”, “Ant” gibi yayınlarda kalemiyle çizdi yolunu. Nazım Hikmet’in izinde, halkın dilini, folklorun renklerini şiirlerine kattı...

Enver Gökçe

...Gel günlerim gel de dol!
Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak'tan Erzincan'dan, Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan

Doğduğu topraklar, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Çit Köyü’nde, 1920 yılında bir bahar rüzgarı gibi esti Enver Gökçe’nin ilk nefesi. Dağların kuytusunda, ırmağın sesine karışan bir çocukluktu onunki; taş evlerin arasında, toprağın kokusuyla büyüyen bir fidan. Sekiz yaşında, ailesiyle birlikte Ankara’ya göç ettiğinde, şehrin taşlı yolları onu kucakladı. Özel bir ilkokulda başladı öğrenimine, ardından Gazi Lisesi’nin koridorlarında yankılandı adımları. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, Türk dili ve edebiyatının derin sularında yüzerken, 1947’de mezuniyetinin sevincini yaşadı. Ama hayatı, sadece kitap sayfalarından ibaret değildi; o, sözcükleri bir silah gibi kuşanmış bir savaşçıydı.

Gençliğinde, sol rüzgarlar esti ruhunda. Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu, fikirlerini gazetelerde, dergilerde haykırdı. “Yurt ve Dünya”, “Adımlar”, “Ant” gibi yayınlarda kalemiyle çizdi yolunu. Nazım Hikmet’in izinde, halkın dilini, folklorun renklerini şiirlerine kattı. Toplumsal gerçekçilik akımının bir neferiydi; ezilenlerin sesi, yoksulların çığlığı oldu mısralarında. 1946’da, siyasi fikirleri yüzünden tutuklandı, üç yıl hapis yattı. Çıktığında, Bor’da sürgüne gönderildi, orada maden işçilerinin arasında soluk aldı. Ama baskılar bitmedi; 1951’de yeniden demir parmaklıklar ardına düştü, tam yedi yıl. Hapishane duvarları arasında bile durmadı kalemi; şiirler yazdı, çeviriler yaptı.  Dünya edebiyatının devlerini Türkçe’ye kazandırdı.

Şiirleri, Anadolu’nun dağlarından esen bir yel gibiydi. “Dost Dost İlle Kavga” adlı kitabında, 1973’te topladı mısralarını. Burada, dostluğun sıcaklığıyla kavganın ateşini harmanladı. “Panzerler Üstümüze Kalkar” ise 1977’de çıktı, tankların gölgesinde yükselen bir isyan çığlığıydı.  “Yusufçuk Yusuf”ta, çocukluğun masumiyetiyle hayatın acılarını dokudu. Şiirlerinde, işçilerin teri, köylülerin toprağı, dağların yalnızlığı vardı. Bir şiirinde, “Ben berceste mısraı buldum / Hey ömrümce söylerim” derken, sözcüklerin ebedi gücünü haykırıyordu. Başka birinde, “Gurbet yurdumuzdur bundan böyle” diyerek, sürgünlerin hüznünü nakşetti yüreklere. Halk türkülerinin ritmiyle, destanların coşkusuyla yazdı; doğayı bir sevgili gibi kucakladı, insanı bir kardeş gibi sardı.

Hayatı, mücadeleyle örülü bir halıydı. Sürgün yıllarında, Niğde’nin Bor ilçesinde maden ocaklarında çalıştı, işçilerin arasında paylaştı ekmeğini. Ankara’ya döndüğünde, çevirmenlik yaptı, dergilerde yazdı. Ama sağlık sorunları peşini bırakmadı; yoksulluk ve hastalıklarla boğuştu. 19 Kasım 1981’de, Ankara’da veda etti dünyaya, 61 yaşında. Cenazesi, Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi, ama şiirleri toprağın altında değil, halkın dilinde yaşamaya devam etti. Onun mısraları, ezilenlerin marşı oldu; dağlarda, fabrikalarda, meydanlarda yankılandı.

Enver Gökçe, bir şairden öte, bir çağın tanığıydı. Sözcükleriyle dokundu yaralara, umut aşıladı karanlıklara. Anadolu’nun sesini, dünyanın kulaklarına taşıdı. Bugün, onun eserleri raflarda dururken, ruhu hala dolaşıyor aramızda; bir rüzgar gibi, bir nehir gibi, sonsuz ve özgür. Onun kaleminden dökülenler, zamanın akışında kaybolmadı; aksine, her okunuşta yeniden doğdu. Dağların doruklarından ovaya inen bir sel gibi, coşkun ve durdurulamaz. Halkın belleğinde, bir destan gibi nakşedildi adı; unutulmaz, silinmez bir iz bıraktı geride.

Şiirlerinden bir kesit, onun ruhunu yansıtır: “Zaman akar, zaman geçer / Zaman zindan içinde.” Bu mısralar, hapishane günlerini anlatır, ama aynı zamanda direnişi simgeler. Başka bir şiirinde, hayatın faklı gerçeklerini nakış işler gibi, imgelere işler,  hafiflikten uzak, ağır yükler taşır sözcükleri; savaşın, barışın, aşkın yüklerini. Çevirileriyle, dünya edebiyatını Anadolu’ya getirdi; Puşkin’den, Mayakovski’den esinlendi, onları kendi diline kattı. Yaşamı, bir nehir gibi aktı; bazen sakin, bazen coşkun. Ama her zaman, halkın yanında durdu, onların acısını paylaştı.

Sonunda, Enver Gökçe’nin mirası, sözcüklerin gücüyle ölçülür. O, kalemiyle bir dünya kurdu; adaletin, eşitliğin dünyasını. Bugün, genç şairler onun izinde yürür, onun mısralarını ezberler. Anadolu’nun derinliklerinden yükselen bir ses olarak kalır hafızalarda; unutulmaz, ebedi bir yankı.

Not 1: Ebru Timtik'in Enver Gökçe için yazdıkları ve kendi sesinden: 


Not 2: Zülfü Livaneli'nin seslendirdiği "Gel Günlerim Gel de Dol"

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış