VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ
24 Ocak 1993.
Karlı, çok soğuk bir Ankara günü.
İşine giderken eşiyle çocuklarıyla vedalaşan sevgi dolu bir eş, bir baba.
Her gün ölüm tehditleri alan bir aydın. Karanlık faili meçhuller ülkesini aydınlatmaya çalışırken o karanlığın elimizden aldığı korkusuz, yiğit gazeteci Uğur Mumcu. Devrimci, demokrat, aydın bir gazeteci . Egemenlerin ve devlet dersinin karanlık dehlizlerine ürkmeden dalan araştırmacı, eleştirel gazeteciliğin saygın ismi Uğur Mumcu. Bir bombayla daha 50 yaşındayken paramparça edilen ama ardında bıraktığı fikirleri ile sonsuzlaşan, Uğur Mumcu. Hakikate erişen yolun karanlık karşısında en güçlü “silah” olduğunu bilen, yaşasaydı hangi dosyaları araştıracaktı, hangi hakikatleri ortaya çıkaracaktı, hangi alçakların yüreklerine korku salacaktı dediğimiz- Uğur Mumcu.
“... Ben, cumhuriyetçiyim… Ben lâikim… Ben antiemperyalistim…
Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım… Ben insan hakları savunucuyum…
Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, ben, terörün karşısındayım… Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır” diyen bir isim: Uğur Mumcu.
Neden susturulmak istendi, öldürüldü? Aslında sadece birkaç araştırmasına, birkaç kitabına, sözlerinden bazılarına bakmak bile yeterli….
“Bir ülkede birbiri ardından cinayetler işlenir ve katiller yakalanmazsa, o zaman "devlet içinde devlet" olduğu yolundaki şüpheler su yüzüne çıkar. Demek oluyor ki polisin de yakalayamadığı, gücünün yetmediği bazı güç dengeleri bulunmaktadır. Kimdir bunlar?” diye sormuştu SAKLI DEVLETİN GÜNCESİ kitabında.
Yanıtlayamadılar, yanıtlayamadık. Belirsizlikler, kuşkular artarak devam ediyor bugün de. Değerini sınırsızlaştıran bu öngörüsü değil miydi Mumcu'nun? “Ne oluyor, ne oluyor, kim yönetiyor bu devleti?" sorusunun günümüzde de fazlasıyla yürürlükte olacağını öngörmüştü muhtemelen?
Daha yeni, çok yeni hem de, önce kalbimiz acıdan tutuşurken 78 canın kaybıyla hepimiz “devlet nerede?” demedik mi? Çaresizlik hücrelerimize işlerken ilmik ilmik aynı soruyu haykırmadık mı? “İhmaller’i kural ede ede, rant hırsı, siyasi çekişmelere kurban ola ola, baba dediğimiz Devletin, muktedirlerin devleti olmasını içimize sindirebildik mi?
“Yargıcıyla, avukatıyla tüm hukukçular esir alınmıştı Hitler rejimince. Hukuk profesörleri birer papağan, yargıçlar ise oyuncaktı Hitler’in elinde. Bugün Hitler’e uşaklık etmiş yargıçlara hukukçu demek mümkün müdür artık? Bunlar, siyasal cinayetlerin kiralık katilleridir. Bir yüksek kürsüye cübbeyle çıkmak, cellatlığa meşruiyet kazandıramaz hiçbir zaman”. SUÇLULAR VE GÜÇLÜLER kitabından aldığım bu bölüm çok tanıdık bir hukuk sistemini çağrıştırmadı mı hepimize? Hukuksuzluğun arşa çıktığını bile bile hala hukuktan medet ummadık mı? Çırpınmadık mı haksız kararlarla, uygulamalarla can çekişen adalet sistemine?
“Silahların yok olduğu, düşüncelerin barış ortamlarında özgürce tartışılabileceği bir Türkiye özlemi ile kitabımı noktalıyorum.” dediği SİLAH KAÇAKÇILIĞI VE TERÖR kitabında sözünü ettiği Türkiye hepimizin özlemi değil mi?
BU DÜZEN BÖYLE Mİ GİDECEK'te 1970'lerdeki 'sunta-mobilya yolsuzluğu'ndan sonra pek çok yolsuzluk dosyasını açan ve izleyen Uğur Mumcu, Yahya Demirel ile söyleşisini, 'Bu düzen böyle mi gidecek, pireler filleri yutacak.' diye noktalarken; bu düzenin hala böyle gittiği ülkemizde biz bu düzen böyle gitmesin diye birleşsek, birleşe birleşe kazanmanın hayaliyle bile mutlansak çok mu gelir bize?
“..yasa durursa devlet ne kadar vardır, ne kadar güçlüdür, ne kadar saygıdeğerdir? Devlet ve onun organları, kendilerini hukuka bağlı saymazlarsa, bazı kişi ve gruplara hukuk uygulanamazsa devlet, devletin bittiği yerde de hukuk biterse, bu ikisinin yerine kim geçer, ne geçer?”Bu ilişkinin yerine kapkaranlık yumaklaşmış çetrefil bir derin ilişkiler ağı geçmişken yazılanlar bize ders olmamış mı desek, hayıflansak elimize bir şey geçer mi ki?
“Sen ülkeni okyanusötesi devletlerin öncü karakolu yapıp, sınırlarını Amerikan üstleriyle donat; sen ülke ekonomisini, uluslararası tekellerin ahtapot kollarına teslim et; sen kardeşi kardeşe vurdurtmak için gizli çeteler kur; sonra kalk, utanmadan ve sıkılmadan "Ata’m, izindeyiz; Cumhuriyeti koruyoruz" diye siyaset dolandırıcılığı yap!..”derken günümüzün ikiyüzlü siyaset anlayışını da anlatmamış mı? Hani hepimizin daha etkili yöntemlerle bir karşı duruş beklediğimiz anlarda aldatılmışlık hissini yaşamadık mı güvendiğimiz(!?) politikacılar ile.
“İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?" Planlanan bu projenin bugünleri inşa ettiğini görse ne düşünürdü acaba? Uyarmıştım sizi, çok uyarmıştım diye yüzümüze vurur muydu? Bu denli geriye gitmişliğimizin hayal kırıklığını yaşar mıydı?
“Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur."düşüncesini yaşamının odak noktası yaparak“Unutulmasın ki hepimiz, hangi görevde olursak olalım, hangi siyasal düşünceyi savunursak savunalım, tarih denilen büyük yargıcın karşısında tek tek sorumluyuz” misyonuyla hukuk, adalet, eğitim, terör, Kürt sorunu, dış güçler, iç güçler, derin devlet vs. akla gelen her konuda hakikatleri yazmaya çalıştı belgeleri ve bilgileri ile… Hakikatler kimileri için korkutucudur. Çıkar odaklarının uykularını kaçırdı, korkuttu. Dosya dosya yolsuzluklarını önümüze serdi. Nesnel gazeteciliğin gücünü gösterdi.
Uğur Mumcu öldürüldü. Çağının kötülüklerine tanık olup ortak olmadığı için. Susmadığı için. Yazmaya, söylemeye ara vermediği için. Gerçekleri ortaya çıkarmayı görev bildiği için. Örneklerle Uğur Mumcuyu anlatmak, sayfalar dolusu yazmak, tıpkı Ahmet Taner Kışlalı gibi, tıpkı Hrant Dink gibi, Turan Dursun, Bahriye Üçok gibi yılları aştığını, bizimle yaşadığını, ölümsüzleştiğini aktarmak da bizim işimiz olmalı, boynumuzun borcu olmalı.
Karlı bir kış günüydü. Ankara dona kesmişti. Hayat her zamanki gibi akıp gidecekken Karlı Sokağın ortalarında bir yerde, bir apartman bahçesinin önünde karlara kan sıçradı. O kanlar bir güvercin ürkekliğiyle yüreklerimizde tam otuz iki yıldır. Hep kanadık, hep vurulduk, hep öldürüldük. Ama alışmadık, alışmak rutinin tekrarıdır dedik, kanıksamadık.
Yarın bu yaşananların hesabını soracağız, elbet.
“Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi...” diyor ya Uğur Mumcu
“Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi.”
“Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...”diyor ya, o mezarlarda özgürlüğe adanmış top top çiçek olup özgürlük türküleri söyleyene kadar biz,
“Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun”
Hesabını Soracağız…
Yorumlar (1)
Semra Subaşı
11 gün önce / 24.01.2025Harika bir yazı. Onlar öldürmelere doyamıyorlar ama biz bitmeyiz bitmeyeceğiz. Tüm sol yanımızla güçlü dayanışmayla…
Beğendim 3 | Beğenmedim 0 | Cevapla