gerilla sanatı

daha elli yıl önce, ana akım sanata karşı, devrimlere ve devrimci hareketlere eklenen ve kitlelere ulaşan; hem yapmak istediğimiz hem de izler çevresine dahil olduğumuz bir devrimci sanatımız vardı. edebiyatta, tiyatroda, sinemada, müzikte…

gerilla sanatı

gerilla sanatı kavramı, batı’da sokakta izinsiz yapılan graffitileri tanımlamak için icad edilmiş. türkçede sanat, geniş esnek bir anlama sahip. madem öyle, bu galatı lehte kullanabiliriz. gerilla sanatı denen hadiseye geniş bir çerçevede bakabiliriz.

daha elli yıl önce, ana akım sanata karşı, devrimlere ve devrimci hareketlere eklenen ve kitlelere ulaşan; hem yapmak istediğimiz hem de izler çevresine dahil olduğumuz bir devrimci sanatımız vardı. edebiyatta, tiyatroda, sinemada, müzikte… 

enver gökçe, ahmed arif, yılmaz güney, şerif gören, yaşar kemal, oğuz atay, ankara sanat tiyatrosu, dostlar tiyatrosu, devrimci ankara sanat tiyatrosu, yeni türkü, mahsuni şerif… aklıma ilk gelenler ve niceleri. elli yılda bu sanat eridi yok oldu. 

devrimin yenildiği, kitlesel devrimci hareketlerin cılızlaştığı bir dünyada kendimizi klasik devrimci faaliyet üzeriden ifade etmiyoruz artık. şimdi topluluk, dayanışma, kolektif, forum, küçük birlikler; blog, sosyal medya hesapları gibi mecralar var. 

günün matbu bir dergisi, bin dokuz yüz yetmiş sekiz senesi’nde satış rakamı yüz bini bulan dev-yol dergisinin ‘uzağından’ bile geçemez. nâzım hikmet’in kitapları korsan baskılar dahil sene de birkaç baskı yapmıyor artık. artık dünya başka.

artık gasteler, dergiler, kitaplar da ağ üzerinde; filmler, konserler, hatta tiyatro oyunları, müzik albümleri, resim sergileri, müzeler… sanki her şey sokaktan, meydanlardan uzaklaşılsın için tasarlanmış gibi. peki bu mümkün mü.

belki kısmen, ama tümüyle değil. eve hapsolmak insan doğasına, gençliğin doğasına aykırı. gençliğim kadıköy’de geçti. son yirmi senedir gördüğüm, kadıköy’ün -hele de gece ‘partileme’- kalabalığını hiçbir zaman görmedim. 

bu eğlence konusu ayrıca değerlendirilmeye muhtaç. geçelim. mesele kabına sığmazlık yahut diğer güzel bir deyişle ele avuca sığmazlık. cep telefonu diye bişiy var artık. ağ ortamı cepte avuçta. hem ağın içindesin hem de sokağın. yani?

hem sokakta hem ağ ortamında kendini vareden bir gerilla sanatı gelişiyor. ki bu aslında pek de yeni bişiy değil. kanımca bu, folklorik bir çizgi… solcu ünlü sanatçı daha az artık. buna karşılık her alanda sanatçı, dolayısıyla sanat daha çok. 

hayata bakış açısını, sanatını, sanatçısını geniş kitlelerin (mass medya) gözünden görmek isteyen eskiler için derin bir düş kırıklığı yaşanıyor. fakat sanatın yaygınlaşmasını, halkın yaratıcı güçlerinin artmasını arzulayanlar için işler yolunda. 

sokak sanatı da denebilir buna. doğrudan politik angajmanlara sahip olması gerekmiyor ama (merkezden uzak) geniş bir sol tayfın içinde seyrediyor. merkez sol ve sağın henüz keşfetmediği, giremediği ‘stratejik derinliğe sahip’ bir praxisya.

küçük birliklerle işgalcilere karşı gerçekleştirilen ve küçük küçük savaşların genel adı olan gerilla savaşı ana akım bir kültürel işgale karşı, gerilla sanatı olarak işte karşımızda. merkezsiz, kendiliğinden, çoğulcu ve amorf bir estetik hareket olarak.

gezi’de gördük “duran adam”, “gaz maskeli semazen” (19 mart süreci’nde retrosu yapıldı), “kırmızılı kadın”, parkın ortasındaki “kuyruklu piyano”, “nerdesin aşkım!” ve belleklere kazınan duvar yazıları, “ay resmen devrim”, “korkma la biziz halk”

bin dokuz yüz seksen dört yılında istanbul’un işçi mahallelerinin boş arsalarında, çöplüklerinde döne dolaşa samet behnrengi’nin bir masalını oynadıydık. polis arıza çıkarıp durdu bittabi. fakat halkın geri beslemesi iyiydi. varoş bizi aç bırakmadıydı.

antakya depremi’ni izleyen aylarda köy ve mahallelerde komünist gençlerin organizasyonuyla gerçekleştirdiğimiz masal atölyelerinin geri beslemesi çok daha doyurucuydu. ölmekteki bir folklorik ögeyi, gerilla mücadelesi ile toprağında dirilttik.

dedik a! söz konusu sanatın alanı çok geniş. deniz kenarında gençlerin çalıp söylemelerinden kortej bandolarına, graffitilerden duvar yazılarına, fanzinlere; sokak atölyerinden üniversitelerine dek bu gayri nizami yaratma alanı pek geniş. 

oysa ana akım tam tersi bir eğilimi muhafaza ediyor: müesses nizamı! devletin fikirler, duygular, bedenler ve ilişkiler üzerindeki iktidarını koruyup kolluyor ve denetliyor. yok efendim öyle değil! zira ana akımda solcular da var denebilir.

fakat o solcuların solcuğu söylem düzeyinde kalıyor. ilişkileri, üretim, sunum ve dolaşımı piyasa, devlet belirliyor. bir sahne kurmuş, ticari sicil numarası var, eni konu bir KOBİ olan bir tiyatro, hak ihlalinden, çalışanı ezmekten kaçamıyor.

bir radyo ya da televizyon kanalı yahut vakıf sol için tutunulacak son dal olduğundan içindeki hak ihlalleri hakkında kimse konuşmak istemiyor. ana akıma eklemlenmiş the komünist kültür merkezi sigortasız çalışana asgari ücret yaslıyor.

bütün bunları konuşmak kitle kültürüne angaje solcular için de tabu. materyalist fikirleri olduğuna inanan sol entelijansiya bu bahiste idealist düşünmekte bir sakınca görmüyor. sonra efendim godot niye gelmedi, niye yine yenildik vs. 

materyalist düşünce, insanoğlu çiğ süt emmiştir özcülüğüne dek seyreliyor. neyse!… gerilla sanatı, belli ki modern bir folklor, bir halkbilimi araştırma sahasıdır. herkesin yaratıcı güçlerini harekete geçirebildiği, geçirebileceği devasa bir alan.

batı her zaman bizden ilerde :)) adamlar gerilla sanatı’na karşı bir tür kontrgerilla geliştirmişler. gerilla reklam! gerilla sanatçıya reklam ısmarlıyorlar. kapitalizm akıllıdır, kapitalizm zekidir. zaaflarımızı iyi bilelim!.. “her şeye rağmen” güzel filmdi. 

sanatçı gerillalar, gerilla sanatı pratikleri bize unuttuğumuz, içselleştirdiğimiz bişiyi, esareti nasıl olağanlaştırdığımızı hatıraltıyor ve duygularımızı, bedenimizi, esir eden devletin işgalinden nasıl özgürleşeceğimizi. nasıl özgür olacağımızı!

özgürlük yani zorunluluk! zorunluluk yani doğasına uygunluk! doğasına uygunluk yani canlılık! canlılık yani neşe!!! gerilla sanatı’nı doğuran, doğamıza uygun olma zorunluğumuzdur ve gerilla, bitti demeden mücadele bitmez. 

subcomandante marcos’un edebi figürü koca antanio şöyle anlatır: aslan bakarak öldürür. avı, onun gözlerinin içinde korkusunu görür. oysa gerilla kör köstebektir. hiçbişiy görmez. ayrıca tırnakları sivridir ve aslanda unutulmaz izler bırakır.

devrim yenildi, dev-yol yenildi. fakat tuhaf bir şekilde yeniden diriliyor. direniş komiteleri, beklenmedik biçimde gerilla sanatı olarak geri geldi. “çok da şey etmemek lazım” elbette ama, bütün bu mevzu, kafamın içindeki bir hayal değil.

Yorumlar (1)

derya deniz

10 saat önce / 06.07.2025

muhakkak çok örneği vardır... istanbul'un arena'sı, ankara'nın ast'ı, birlik ya da halk tiyatrosu... ama onlardan daha da ajit-prop sanat yapanı: işçi-kültür derneği... mahallelerde ya da grev çadırları önünde sergilenen hızlı oyunlar... grevcilerin de spontane rol aldığı, karşılıklı etkileşimci gösteriler... öncülerinden biri de iyi bir brecht.i olarak bilinen yılmaz onay'dı (bkz: http://www.yilmazonay.org/yazilari_soylesileri/isci_kultur_dernegi_kucuk_burjuva_bireyciligine_karsi_orgutlu_yaraticilik.html)... geziyle birlikte... belki de geziden önce, hrant'tan sonra... sokaklarda hızlı ajit-prop gösterilere tanık oldum... yüksel caddesinde, beyoğlu'nda... kadıköy'de... sağolun hocam!

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla