New York, New York
Ah, sevgili okurlar, bugün sizlere bir trajikomik hikaye anlatacağım. Hikayemiz, o meşhur cümleyle başlıyor: “Turamp New York’u kaybettik, neyseki, neyseki nasıl geri alabileceğimizi öğreneceğimiz dostlarımız var.” Evet, yanlış okumadınız. “Turamp” diyorum, çünkü bu hikaye o kadar absürt ki, isimler bile yamuk yumuk. Belki bir klavye hatası, belki de gizli bir kod – kim bilir? Ama biz, bu cümleyi alıp, bir yol hikayesine çevireceğiz. Hazır mısınız? Kemerlerinizi bağlayın, çünkü New York’u geri almak için yola çıkıyoruz!
Öncelikle, şu “Turamp” kim? Tahmin edin: Sarı saçlı, duvar örmeyi seven, tweet’lerle dünyayı yöneten bir adam. Evet, Donald Trump’ı kastediyoruz, ama bu versiyonda “Turamp” olarak anılıyor – belki de “turuncu ampul” anlamına geliyor, çünkü adamın cildi ampul gibi parlıyor. Neyse, hikaye şöyle: Seçim günü geldi çattı. Turamp, New York’u kazanmak için her şeyi yaptı. Times Square’e dev bir altın heykelini dikti, Central Park’ı golf sahasına çevirdi, hatta Statue of Liberty’ye “Make America Great Again” şapkası taktı. Ama ne oldu? New York’lular, “Teşekkürler ama hayır” dedi. Oy sayıları açıklandı: Turamp kaybetti! Şehir, mavi renge boyandı – Demokrat mavisi, değil mi? Turamp’ın ekibi şokta: “New York’u kaybettik!” diye haykırıyorlar.
İktidar Emlak İmparatorundan, Çulsuzlara Geçer mi?
Ah be kardeşim, olacak iş mi bu? New York gibi bir cenneti, gökdelenlerin efendisi, altın tuvaletli emlak kralından alıp, cebinde metelik olmayan bir çulsuza vermek nedir Allah aşkına? Sanki şehir bir oyuncakmış da, “Hadi bakalım, sıra sende!” diye paslaşıyorlar. Neymiş efendim? Demokrasiymiş! Demokratik seçimlermiş! Maazallah, bu yolun sonu nereye varır biliyor musun? Yarın öbür gün bizim villalara, yatlara, özel jetlere el koyarlar. “Eşitlik” diye diye, benim havuzlu malikânemi proleterlere açarlar. Düşünsene, bahçemde mangal yapan donsuz sefiller! Hayır, demokrasi neymiş? Çulsuzun, ayakkabısı delik adamın ne işi var sandık başında? Onlar oy verse ne olur, vermese ne? Zaten karınlarını zor doyuruyorlar, bir de ülke yönetecekler ha?
Bak, ben diyorum ki bu işin arkasında kesin bir komplo var. Bu “demokratlar” dedikleri, aslında gizli goministler! Hatırlasana, o eski kitaplarda yazıyor: Emekçi, proleter, işçi sınıfı… Hele hele şu “sınıfsız toplum” lafı yok mu? Sınıfsız toplum demek, benim Ferrari’mi senin bisikletinle aynı seviyeye indirmek demek! Hayır, ben yıllarca ter döküp (yani, sekreterlerime döktürüp) bu serveti yaptım, şimdi gelsin bir çulsuz, “Oy verdim, şimdi senin malın benim malım” desin. Gülerim ben buna! Demokrasiymiş peh! Eski zamanlarda krallar vardı, padişahlar vardı; onlar ne güzel yönetirdi. Kimse ses etmezdi, herkes yerini bilirdi. Zengin zenginliğini bilir, fakir de “Şükür” der otururdu.
Ama yok, illa seçim yapacaklar. Sandık koyacaklar önüne, herkes bir oy atacak. Sanki oy atmakla iş bitiyor! Sonra ne oluyor? Emlak kralı tahtından iniyor, yerine bir “halk adamı” geliyor. Halk adamı ne demekse? Cebinde para olmayanı mı kastediyorlar? Hayır efendim, bu düzen bozulmalı. Bence oy hakkı sadece vergi beyannamesi 7 haneli olanlara verilsin. Ya da en iyisi, mülküne göre oy! Bir gökdelenin varsa 100 oy, bir apartman dairesin varsa 1 oy. Adaletli olsun değil mi? Yoksa bu gidişle, yarın öbür gün Beyaz Saray’ı da bir fast-food işçisine verirler. Düşünsene, Oval Ofis’te hamburger kokusu!
Ama durun, panik yok! Cümlemizin yıldızı burada devreye giriyor: “Neyseki, neyseki…” İki kez “neyseki” demek, sanki biri kekeliyor gibi. Belki Turamp’ın basın sözcüsü, heyecandan dilini yutmuş. Ya da bu, bir umut çığlığı: “Neyse ki dostlarımız var!” Kim bu dostlar? Dostları, muhtemelen o ünlü “arkadaşları”: Rusya’dan hacker’lar, Çin’den fabrika sahipleri, belki de Mars’tan Elon Musk’ın robotları. “Nasıl geri alabileceğimizi öğreneceğimiz dostlarımız” – yani, New York’u geri almak için ders alacaklar. Nasıl mı? Hayal edelim!
İlk adım: Dostlardan ders almak. Turamp, telefonunu çıkarıyor ve arıyor: “Vladimir, selam! New York’u kaybettim, nasıl geri alayım?” Vladimir gülüyor: “Kolay, kardeş. Birkaç troll farm kur, sosyal medyayı ele geçir. Ben Kırım’ı öyle aldım!” Turamp not alıyor: “Troll farm? Tamam, ama benimkiler golden retriever beslesin, daha sevimli olsun.” Sonra Çin’e dönüyor: “Xi, dostum, şehir nasıl geri alınır?” Xi: “Fabrika kur, herkes çalışsın. New York’u ucuz mallarla doldur, halk seni sevsin.” Turamp: “Harika, ama mallar altın kaplama olsun!
Şimdi, ciddi olalım (ya da olmayalım). New York’u geri almak için planlar devreye giriyor: Gizli ajanlar, sahte oy pusulaları, hatta zaman makinesiyle geçmişe gidip seçimi değiştirmek. İstanbul belediyesini incelemek, kayyum sistemini öğrenmek . Ama dostlar uyarıyor: “Dikkat, FBI var!” Turamp: “FBI mı? Onlar da dostum, değil mi?” Hayır, değil. Hikaye burada trajikomikleşiyor: Turamp, dostlarıyla toplantı yapıyor, ama herkes kendi derdinde. Biri “Duvar ör!” diyor, diğeri “Tweet at!” Sonuç? New York hâlâ kayıp, ama Turamp’ın morali yüksek: “Neyse ki dostlar var, bir dahaki sefere!”
Sonuçta, sevgili okurlar, bu cümle bize şunu öğretiyor: Kaybetmek kötü değil, önemli olan “neyseki” diyebilmek. Ve dostlar? Onlar her zaman var – ama New York’u geri almak için mi, yoksa kahkaha atmak için mi? Siz karar verin. Ben? Gülmekten yerlerdeyim. Turamp, yola devam – belki bir dahaki durak Las Vegas!
Yorumlar (0)