Korumak mı Fütursuzca Kullanmak mı

Büyüme ekonomisi yerine ihtiyaçlarımızı yeniden gözden geçirip yaşamımızı sadeleştirdiğimiz “dayanışma ekonomisine” ihtiyacımız var. Böylece gereksinimlerin giderilmesi ve birbirimiz arasındaki bağları güçlendirerek duygusal tarafımızı ve yaratıcılığımızı geliştirecektir. Eskiden yerlilerin her mevsim düzenledikleri takas şenliklerini anımsayalım. Örneğin Avustralya Aborijinleri yaptıkları aletleri, sanat ve zanaat ürünlerini; avcılık için yeni geliştirdikleri teknikleri, bumerangın nasıl daha etkin kullanılacağı gibi becerileri paylaşmışlardır. Günümüzde küçük çiftçilerin ürünlerini getirip doğrudan tüketiciye sattıkları ortamların yavaş yavaş böylesi takasların ve şenliklerin yapıldığı yerler haline gelmesi umut vericidir. Böylece üretim ve tüketim büyüme ekonomisinden yana değil yetinme ekonomisine kaydığında yaşam daha eğlenceli olacaktır. Bu da Maorilere has bir deyişle “doğadan bir şey almadan yerine ne koyacağımızı önceden düşünmekle” mümkün! Doğanın sınırsız kabul edilip aşağılanıp yıpratılmaması bunu gerektiriyor. Böylece aramızdaki güven yeniden inşa edilecek ve dünyayı “atalarımızdan miras değil, gelecek kuşaklardan ödünç aldığımızı” hatırlayarak bu sorumlulukla hareket edeceğiz... (Emet Değirmenci'den alıntılanmıştır)

Korumak mı Fütursuzca Kullanmak mı

Bu bir Çağrı:

29 Eylül' Pazar Günü Datça Özbel Kafe'de MUÇEP Datça tarafından düzenlenen, Emet Değirmenci'nin kolaylaştırıcılığında  "Degrowth" konulu 4. Tematik Sohbet Toplantısı için... Bekleriz. Sohbetimiz sonrasında Aydan Çelik de Nazım Hikmet'in Bisikleti İsimli kitabını imzalayacak...

Yaşadığımız Çağın Özellikleri:
Yaşadığımız zamanda, giderek daha kirlenmiş,  daha zehirli, daha ölümcül bir dünyaya koşturup duruyoruz.  Yaşadığımız-alıştığımız doğal ortamın elimizden tümden kayıp düşmeden önce sağaltılarak korunması gerektiğini (uzman olmaya da gerek yok), en kör gözler, en sağır kulaklar, en dilsiz ağızlar, görüyor, duyuyor, söylüyor… O kadar belirgin ki, yaşamaya alıştığımız koşulların hızla değiştiği, giderek yaşamanın mümkün olmadığı bir ortama-zamana-iklime sürükleniyoruz.  Dünyayı biz dahil her şeyle birlikte yaşanılmaz bir gezegene çeviriyoruz.  Bu güne kadar içinde yaşadığımız, müşterek kullandığımız yaşam alanlarını, havayı, suyu, toprağı, denizi, kıyıları, gölleri, ormanları, hayvanları, tahılı, meyveyi, sebzeyi… aynı ortamlarda birlikte yaşadığımız kediyi, köpeği… kurdu, kuşu… ez cümle tüm hayatı hızla kaybediyoruz, zehirliyoruz, yakıyoruz, kesiyoruz, bir daha uzun süre kullanılamayacak bir biçimde, belki de hayatlarımız pahasına sonlandırıyoruz…

Korumak ya da Sınırsızca Kullanmak:
Başlangıçtaki gibi hala keşfedilecek bir dünya değil artık yaşadığımız… keşfedip, işgal edilecek devasa toprakların, çağıl çağıl suların, gür ve geçilmez ormanların olduğu çağları çoktan geçtik. Dünyayı üstündeki varlıkları ile sonsuz bir hammadde deposu olarak gördüğümüz dönemin çoktan ama çoktan sonuna geldik. Korumak yerine sınırsızca kullandığımız, kirlettiğimiz, zehirlediğimiz, tükettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Artık tıpkı bizim gibi zeytinin de, bademin de zorlukla nefes aldığı,  fabrikaların endüstriyel atıklarıyla zehirlenmiş, bir yemişin bile verimini giderek daha da azaltan bu havayı biz de soluyoruz. Artık kuru tarım diye dudak büktüğümüz buğdaya bile yeterli suyu bulamıyoruz. Su kullanma tercihimizi endüstriyel ürünlerin üretilmesine ayırıyoruz. Günde 3-5 litre içme/kullanma suyuna ulaşamayan insanlar hızla çoğalırken, bir tişört ya da bir paketlenmiş sucuk için 2500-3000 litre suyu heba ediyoruz.  Dünya artık madenlerle, ocaklarla delik deşik. Artık her yanımız beton, asfalt, plastik… Her şey petrol türevi, her şey sentetik… Denizlerimizin en derinlerinde yaşayan deniz canlılarının bedenlerine işlemiş kurşunu, civası, radyoaktivitesi ya da mikro plastik parçalarıyla karşı karşıyayız.  Sermayenin doğal varlıkları hala ve hala kaynak olarak görmesi ve tüketmesini önleyemediğimiz sürece, ısındıkça ısınan bir dünyada cehenneme açılan kapıyı  (örtmekten ziyade) daha da aralıyoruz.   

Özel Çevre Koruma Bölgesinde Yaşamak:
Uzun süredir yaşadığımız Datça da bu süreçten nasibini alıyor…  Datça özellikli bir bölge. Datça’nın tamamı, birçok yerde rastlanmayan doğal ve tarihi özellikleri nedeniyle gelecek nesillere bırakılmak üzere korunması gereken Özel Çevre Koruma Bölgesidir diyor, Çevre Bakanlığı…  bu yarımadayı bir bütün olarak tüm doğal ve kültürel varlıkları ile tıpkı bir doğal müze gibi koruma altına aldığını söylüyor. Birçok yerde yapılaşmayı, en küçük ölçekte bile olsa doğrudan insan müdahalelerini yasakladığını söylüyor.

Ama “devlet”, bu… bir söylediği, diğerine uymuyor… her tarafı, sanki omurgasız bir hayvan gibi hep başka-başka oynuyor. Aynı devlet, buraya yol lazım, buraya daha çok elektrik, daha çok bina lazım, alışveriş merkezi lazım diyen paraya tapanların devleti olduğunu da unutmuyor. Ve böylece yine aynı devlet, kalkınma, para, zenginleşme üzerinden bir dil kurmak suretiyle  yaşadığımız  ve korumamız gereken bu ortamı hızla değiştirmeye ve dolayısıyla doğal ve kültürel özelliklerini yok etmeye izin veriyor…  Daha da ileri gidiyor,  hani korumamız gereken müştereklerimiz vardı diye devletin kendi sözünü hatırlatanları da cezalandırmayı ihmal etmiyor.

İşte böyle bir Dünya ve böyle bir Datça’da, 29 Eylül 2024’de, Özbel Kafe’de saat 15.00’de MUÇEP Datça, hepimizi “Degrowth” üzerine sohbete, tartışmaya, birlikte değerlendirmeye çağırıyor…

Aşağıdaki bağlantılardan Steve Cutts'a ait şu animasyonları izlemekte yarar var: 

Günümüzün tüketim çılgınlığı.. süper 1 KISA FİLM... - YouTube

Çizgilerle; İsraf, Tüketim Çılgınlığı ve Çevre Kirliliği (youtube.com)


Korumak mı Fütursuzca Kullanmak mı

Yazar ibo.a.bo

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış