22 Ekim’de Bahçeli’nin grup konuşmasında yaptığı çağrı ile ülke gündemine yeniden hakim olan ‘Kürt sorunu’ odaklı yorumlar/tartışmalar, ülke entelijansiyasını yoğun bir şekilde meşgul etmeye devam ediyor. Bahçeli’nin sonraki grup konuşmalarında da geliştirerek çağrısını yinelemesi ve cumhurbaşkanının da ‘uzatılan el devletin elidir, Bahçeli bilge bir kişiliktir’ mealindeki açıklamalarına rağmen İmralı-Dem Parti görüşmesi konusundaki net bir tutum almaması bu gündemin daha uzunca bir süre ülke siyasetine damga vuracağını gösteriyor.
Bahçeli’nin 22 Ekim’e kadar Kürt sorunu odaklı tartışmalara ve gelişmelere yaklaşımı biliniyor. Ne oldu da terörist, kapatılması gereken bir parti olarak lanse edilen Dem ve Demli’ler ve terörist başı, bebek katili dedikleri Öcalan muhataplar olarak kabul görür oldu. Konuya dair geniş çaplı tartışmalı oturumlar yapıldı, yorumlar gazete ve internet sitesi köşelerini işgal etti. Bu çağrının nedenleri üzerine görüş belirtmeyen, olaya orasından burasından müdahil olmayan neredeyse kimse kalmadı. Sürecin tuhaf tarafı bizzat çağrıyı yapanın ağzından neredeyse aynı anda ‘Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır’ ifadeleriyle açılmış olması. Tabii ki birbiri peşi sıra kayyım atamalarının sökün etmesi, halk iradesinin gaspı anlamına gelen kayyım atamalarına daha da devam edileceği yönündeki kulis haberleri, ardı arkası kesilmeyen Dem'li partililere, gazetecilere, stk mensuplarına yönelik gözaltı ve tutuklamaların olması… Böylece süreç ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ özdeyişini hatırlatan gelişmeler olarak tarihe kaydoldu. Çağrı sahibi Bahçeli'nin talebinin silah bırakılmasından ve silahlı mücadeleden vazgeçirmekle sınırlı olduğu anlaşılıyor. Buna karşılık da İmralı'nın umut hakkından yararlanmasının sağlanacağından dem vuruyor. Devletin -Erdoğan'ın- muradının/programının ne olduğu, hatta Bahçeli'nin onca somut çağrısı hakkında ne düşündüğü bile belirsizliğini koruyor.
Bu çağrının nedenleri, hangi koşulların ürünü olduğu, ittifak taraflarının birbirinden habersiz böyle bir konuda tavır al(a)mayacakları açık olduğu halde, birinin çağrısını diğerinin zemini net bir şekilde tahrip ederek imkansız(!) kılmasının-kayyımlar ve geniş çaplı tutuklamalarla, Öcalan’a 6 ay daha disiplin cezası- neye delalet ettiği…vb. hangi oyunun peşinde oldukları bu yazının konusu değil.
Yakıcı Sorular
Yazı Bahçeli çağrısının muhataplarının, Öcalan ve Dem Partinin kendilerini içinde buldukları durumla ilgili. Öcalan ‘eğer imkan sağlanırsa sorunu siyaset düzleminde çözme gücüne sahibim’ dedi ve 4 yıllık tecritin devam ettiğini vurgulayarak bir açıklama yaptı. Dem Parti yetkilileri ise bu cumhur ittifakı cenahından yansıyan açıklamalarla pratikte yaşanılanlar arasındaki çelişkilere dikkat çekerek şifreleri çözmeye çalışırken ‘iktidar somut adımlar atarak harekete geçerse, çağrının karşılık bulabilmesinin asgari gereklerini yerine getirirse barış için adım atmakta tereddüt etmeyeceklerini’ sıklıkla vurguluyorlar.
Eğer Bahçeli'nin çağrısı karşlık bulur ve iktidar süreç başlatacak olursa...
Temel soru şudur; çok belli ki cumhur ittifakı tarafı yani devlet, Kürt sorununun muhataplarının nihai taleplerini-anayasal düzenleme ile eşit yurttaşlık, demokratik özerklik, anadilde eğitim…vb.- karşılamaya kesinlikle yanaşmayacaktır. Bu çağrının-kimi diğer nedenlerin yanında- başat motivasyonlarından birinin de 24 yıllık otokrat iktidarın ömrünü uzatmak olduğu yadsınamayacağına göre Dem Parti ve Öcalan hangi taleplerinin karşılanmasını yeterli bulup bu sürece dahil olacaklardır. Çok açıktır ki devlet bir beklenti içerisindedir ve bir koyup beş alma peşindedir. Amaç bölgede haritaların değişeceği ihtimali-ki göstergeler bu yöndedir- öngörüsü ile devlet ‘iç cepheyi tahkim etmek’ istiyorsa hangi Kürt talebinin kabulü makul görülür ve-varsayım olarak ifade edilirse- anayasa değiştirilmesi için işbirliği yapılmasını gündeme getirir. Olur da bir açılım sağlanırsa ‘iç cephesini tahkim eden’ bir iktidarın tehlikeli bölgesel hegemonya girişimleri kuvvet kazanmaz mı? Ya da hala bir çıban başı gibi görülen kuzey Suriye’deki Kürt oluşumları gözden çıkarılabilir. Ya da AKP vekili Hüseyin Yayman’ın iddia ettiği gibi anadilde eğitimin sağlanması yeterli olacak mıdır? Ya da belli başlı Kürt siyasetçilerinin ve Öcalan’ın serbest bırakılması sürecin tarafı olmayı ve cumhur ittifakının beklentilerine cevap vermeyi kabul edilebilir kılar mı?
Dem’in önündeki devasa sorular bunlardan da ibaret değildir. Erdoğan merkezli Cumhur ittifakı hızla güç kaybetmektedir. 22 yılda ülkeyi ekonomi, siyaset ve dış politika alanında uçurumun kenarına getiren bu iktidardan kurtulma şansı belirmiştir. İktidar ömrünü uzatabilmek için bir şeyler yapma telaşı içerisindedir. Hal böyleyse Kürt tarafı iktidara can suyu olmadan müzakereler yoluyla bu süreci nasıl yönetecektir? Türk yoksulları, sosyalistleri, demokratları ve ilericileriyle olan ittifak yara almadan bu sürecin yönetilmesi mümkün olmak zorunda değil midir?
Dem Parti ve Kürt siyaseti kendisine uzatılan eli-o elin sahiplerinin amacı ne olursa olsun-reddetme lüksüne sahip değildir. Ancak 22 yıllık acı iktidar deneyimi, devletin yüzlerce yıllık müktesebatı göz önüne alındığında sürecin zorluklarla dolu olduğu açıktır. Zorluklar ortada ve süreç ayıyla çuvala girmek gibi. Ancak yılların deneyimine sahip Kürt siyaseti de bu süreci başarıyla inşa etmek potansiyeline sahiptir. Demokrasi ve özgürlük mücadelelerini gözeterek.
Bu ülke için ‘barış’ hava, su ve ekmek kadar elzemdir. Kan durmalı, durdurulmalıdır; eşit yurttaşlık temelinde özgür ve demokratik ülke talebi hayatiyetini her zamankinden daha çok korumaktadır.
Yorumlar (0)