DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 15 Ekim 2024 tarihli Meclis grup toplantısında, Devlet Bahçeli’ye hitaben “İmralı’nın kapılarını açın, Sayın Öcalan’ın ne diyeceğini biz de sizin gibi merak ediyoruz” demişti.
Sonraki gelişmeler biliniyor.
Fakat aynı konuşmanın içinde iktidar blokuna seslenen Bakırhan, şu uyarıyı yapmıştı:
“…Barış bir masada oturanları eşit görerek sağlanır. Böyle bir taraftan elini uzat, diğer taraftan parmak salla, tehdit et. Böyle olmaz… Bizimle öyle bu ülkenin sahibi gibi, mekânın sahibi gibi konuşamazsınız. Biz bu ülkenin kadim halklarından biriyiz. Bu üstenci dili, kendisini ‘sahip’, bizi ‘öteki’ kabul eden dili kabul etmiyoruz. Barış böyle gelmez…”
Bu sözler elbette muhalefet kesimlerine söylenmiş sözler değil. Fakat toplumsal muhalefet içinde “barış görüşmeleri”ne dair tutum ve reflekslere bakınca Bakırhan’ın dile getirdiği uyarının dostlar meclisinde de ele alınmasında fayda var.
Son dönem tartışmalara bakınca, muhalefetin çeşitli renkleri içinde, “barış süreci”ne dair çoğunlukla haklı yerden söze başlayıp yanlış sonuçlara varan değerlendirmelere rastlamak mümkün. Öyle ki, Kürt halkı sanki tarihsel olarak her zaman kandırılmaya müsait bir halk. Oryantalist, Kürtleri ve onunla beraber doğu halklarını cahil ve hakir gören, buna karşılık kendini Kürt’ten üstün sayarak söze başlayan sorunlu bir anlayış bu.
Yakın dönemde buna benzer söz ve tutumlar, gerek Başkanlık seçimleri gerekse Genel ve Yerel Seçimler öncesinde de dile getirildi. “Ha sattı ha satacak” denen Kürtlerin ve Kürt demokratik siyasetinin ortaya koyduğu pratik bunun tersini gösterdi. “Süreç” tartışması başladı başlayalı Kürtlerin seçimlerde AKP ile işbirliğine yöneleceğine dair söylemler yine tedavülde. Oysa Kürtlerle eşitler hukukuna temelinde konuşulsa, fikir vermek kadar fikir alınsa, birbirini karşılıklı anlama ve birbirinden öğrenme kanalı açılsa ortaya bambaşka sonuçlar çıkacak.
İktidar parmak sallayarak Kürtlerle barışı konuşurken, eğer muhalefet kesimleri Kürtlerle göz hizasında konuşmayı beceremezse, onlar da niyetten bağımsız olarak Kürtleri “ötekileştirmiş” olur. Daha önce denenmiş fakat akamete uğramış çözüm sürecinden sonra Kürtlerin ne denli ağır bedeller ödediği de unutulmasın. İhtiyat söz konusu olacaksa bu hakkın en çok onlara teslime edilmesi gerekmez mi?
‘Ekonomi gündemi varken nerden çıktı bu barış süreci?’
Sıklıkla dile gelen sitemlerden biri de bu soruda saklı. Ortadoğu’da savaş gümbürtüsü kopmasa, bu savaş Üçüncü Dünya Savaşına göz kırpmasa, Türkiye’de Kürt sorunu gibi bir sorun olmasa, Türkiye’de herkes ekonomik zorlukları ve derin yoksulluğu konuşsa. İşte o zaman iktidar daha fazla dayanamaz ve erken seçimde havlu atar.
Fakat hayatın gerçekliği bu değil. Kaldı ki sınıf mücadelesi de steril ortamda yapılmaz, yapılamıyor. Savaş, politikanın silahlar eliyle yürütülmesi ise; savaş aynı zamanda kapitalist/emperyalist ekonomik politikaların bir sonucu ve devamı değil mi?
Hükümet daha yeni savaş fonuna 750 liralık ek vergiyi öne sürmedi mi? Tepkiler üzerine geri çekti tamam ama 2025 bütçesinde savunma ve silah payı arttırılmadı mı? Üstelik Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan 40 yıllık çatışmalı süreç ve silah harcamaları emekçilerin bütçesiyle doğrudan alakalı. Bölgede tarım ve hayvancılığın bitme noktasına gelmesi, kitlesel göç ve işsizlik de işin cabası.
Ülke genelinde grevlerin yasaklanması, sendikal faaliyetlerin askıya alınması, örgütlenme, ifade, toplanma ve gösteri hakkının tırpanlanması için de karanlık bir iklim sunar savaş.
Önümüz asgari ücret. IMF bastırıyor: asgari ücret 17 ile 25 bin arasında olacak! Emekli açlığın da dibinde. Belediyelerde 50 bin işçi greve hazırlanıyor. Bu savaş koşullarında ve çatışma ikliminde emekçinin hak mücadelesi nasıl olacak? Emek örgütleri ve sendikalar savaş politikalarına destek mi verecek, barışı savunarak mı ekmek büyütecek. Belki de esas sorulması gereken soru bu.
İç cephe kimler için sağlamlaşacak?
İktidar sözcülerine göre savaş yangını kapımızda. Beka söylemi güncellendi. Ve buna göre iç cephenin sağlamlaştırılması lazım. Sakın “iç cephe” denen şey dışarıda yeni bir savaş macerasının geri cephesi olmasın!
Suriye savaşında olduğu gibi her savaşı yeni fırsatlar dönemi olarak gören neo Osmanlıcı kafa küçümsenmemeli. Kürt sorununun demokratik çözümü için atılacak adımlara evet. Ama hem ülke içinde toplumsal barış hem de komşu ülke ve halklarla barış sağlanması koşuluyla. “İç cepheyi sağlamlaştırmak” sözünden kasıt bir tezgâhsa eğer, bunu boşa çıkarmanın da koşuludur bu. Teminat ise barış ve demokrasi cephesinin ne kadar sağlamlaşacağına bağlı.
Ortak söz kurmak
Kabul edelim ki emek, barış ve demokrasi güçleri şu ana kadar barış mücadelesine dair ortak bir söz kurabilmiş değil. Açıklamalar var ama ortak değil. Açıklamalar var ama söz birliğine haiz değil. Tereddütler, çekinceler, kaygılar ortaklaşma adımlarını geri çekiyor. Muhalefetin bu zayıflığı barış tartışmalarına dair inisiyatifin ele alınmasını da engelliyor.
Otoriter rejim “barış” diyerek değişir mi? AKP-MHP mi barış getirecek? Bu iktidar mı Kürt sorununu çözecek? Kaygı ve korku soruları peş peşe diziliyor. Oysa barış mücadelesinde emek ve demokrasi güçleri kendi gücüne güvenmeli. Barış mücadelesi büyüdüğü oranda demokratik kazanımlar da artacaktır. Sloganda söylendiği gibi: Hak verilmez alınır, bunu da toplumsal güç ilişkileri belirler.
“Önce otoriter iktidar gitsin, demokrasi gelsin, sonra Kürt sorunu çözülür” diye düşünenler de az değil. Kürt halkını on yıllardır bekleme koridorlarında tutmanın, “hele bir bizi bekleyin” demenin anlamı, karşılığı nedir? Bunu da düşünmeli. Kaldı ki Kürt sorununun taleplerini eksen alan her adım, her kazanım; genel demokratik kazanımları da güçlendirir.
Son olarak, siyasi aktörler ve partiler düzleminde devam eden “süreç” tartışmalarının bir an önce halkın, halkların özne olduğu bir sürece evrilmeli. Bunun kritik önemine her defasında vurgu yapmak gerekir. Barışın toplumsallaşması sona, sonraya bırakılacak bir mesele olursa, sürecin akamete uğrama riski büyür. Türk ve Kürt işçilerin, emekçi kitlelerin ve yoksulların, kadın ve gençlerin, aydınların ortak buluşmalarda konuşmaya başlaması için ön açıcı olmak gerek.
Ortak sözün bir an önce kurulması dileğiyle.
KAYNAK: www.enternasyonaldayanisma.org > https://enternasyonaldayanisma.org/2024/10/27/kurtlerle-goz-hizasinda-konusmak-ercument-akdeniz/
Yorumlar (0)