Avrupa’daki merkez ülkelerde merkez sağ ve sol partiler erirken, aşırı sağcı partiler her seçimde oylarını arttırıyor; İtalya’da iktidar oldu bile. Fransa ve Almanya’da iktidar olmaları an meselesi. Demokrasinin beşiği Birleşik Krallık’ta yükselen güç, aşırı sağcı parti. Bu ülkelerde demokrasinin yok olma ihtimali ciddi ciddi tartışılıyor. ABD’li bağımsız senatör Bernie Sanders, Temsilciler Meclisi’nin genç üyesi A. O Cortez ile Fighting Oligarchy adıyla düzenlediği kampanyada ilçe ilçe ABD’yi geziyor. Gittiği her yerde büyük kalabalıklara seslenen Sanders, ABD’de Trump Yönetiminin Amerikan Demokrasinin altını oyduğunu, anayasayı ortadan kaldırıp oligarklarla ele ele bir diktatörlük kurduğunu öne sürüyor; orada durmuyor Demokrat Parti’nin de yozlaştığını, halkın iradesini ele alması gerektiğini savunuyor...
Yarı çevre ülkelere gelince... Hiçbir zaman liberal demokrasiyle yönetilmeyen Çin, Rusya gibi ülkeler bir yana, bir zamanlar dünyanın en büyük demokrasisi sayılan Hindistan’da bile artık kimse demokrasiden söz etmiyor. Arjantin, Endonezya gibi sık sık askeri darbelerle kesilen demokrasi deneyimine sahip yarı çevre ülkelerde otokrat ya da sağ popülist liderler demokrasinin altını oyuyor, ha keza Türkiye’de de…
Bütün bu gelişmelere bakan hiç kimse, bir zamanlar bağımsızlığına yeni kavuşan eski sömürgelere örnek olarak gösterilen, SSCB’nin çöküşüyle birlikte dünyanın üzerinde uzlaştığı tek seçenek olarak sunulan liberal demokrasi modelinin büyük bir kriz yaşadığını inkar edemiyor. Bu krizin, yalnızca liberal demokrasinin mi, yoksa -Wallerstein’in elli yıl önce başladığını öne sürdüğü üzere-, bir tarihsel sistem olarak kapitalizmin mi krizi olduğu artık daha yaygın olarak tartışılıyor.
***
Siyasal sistemin merkezi kurumlardaki temsile dayandığı, yapılan seçimlerle yürütme gücünü denetleyen siyasal iktidarın değiştiği, iktidar değişimlerinden çok etkilenmeyen güçlü bir bürokrasinin raison d’etat olarak uygulanacak politikaların sınırlarını belirlediği liberal demokrasi modelinin temeli, Birleşik Krallık’ta 1600’lerde Cromwell önderliğinde yaşanan İngiliz Devrimi’nin ertesinde, 1688’de -Britanyalıların Görkemli Devrim olarak anmayı yeğlediği- “anayasal” meşruti monarşinin kurulmasına kadar geriye götürülebilir. Gene de, dünya tarihine damgasını vurarak, liberal demokrasi modelini asıl kuran 1789 Fransız Devrimi’dir. Birleşik Krallık ile giriştiği hegemonya mücadelesinde geriye düşen Fransa Krallığı’nın, savaşın yol açtığı vergi yükünün altında ezilen “tehlikeli sınıfların” ayaklanmasıyla başlayıp liberallerin denetimine girmesiyle süren tasfiye süreci ulus (ya da sol yorumuyla halk) egemenliğine dayanan liberal demokrasi modelini kurumsallaştırmış ve kapitalizmin yapısal iş bölümünün bir unsuru olan devletlerarası sistemde yer alan ve ilerde alacak olan modern devletlere örnek olmuştur.
Fransız Devrimi, yalnızca varlığı ya da amaç oluşuyla-süreç içinde büyük dönüşümler yaşasa da- ulus egemenliğine dayalı liberal demokrasinin değil, kapitalizmin temel unsurlarından bir diğeri olan ve modern devletlerin sorunsuzca varlığını sürdürmesini kolaylaştıran modern ideolojilerin de kaynağıdır. Devrim sırasında değişimi savunan Liberalizm ile değişime (devrime) karşı çıkan Muhafazakarlık biçiminde ikili bir karakter gösteren siyasal yarılma, 1789’dan 1848 Dünya Devrimi girişimine giden süreçte, değişimin kaçınılmazlığını kabul eden, ancak tartışmayı değişimin hızı ve kapsamına indirgeyen üçlü yapıya bırakmıştır. Bir uçta değişimin hızını yavaşlatmak ve kapsamını sınırlandırmak isteyen Muhafazakarlık, diğer uçta değişimi hızlandırmak ve kapsamını genişletmek isteyen Radikallik yer alırken, Liberalizm değişimin hızının ve kapsamının “gerçekçi ve bilimsel” olarak saptanması gerektiğini savunarak akademi ve bürokrasi içinde saklanmış ya da kaybolmuştur.
Ulus ya da halk egemenliğine dayanan, egemenliği seçilmiş temsilcilerin yer aldığı merkezileşmiş siyasal kurumlar eliyle kullanan liberal demokrasinin 1789’dan günümüze kadar yaşadığı serüvene baktığımızda belli başlı aşamaları sayabiliriz: İlk aşama ulusun (ya da halkın) sınırlarının genişlediği genel ve eşit oy aşamasıdır. İkinci aşama, liberal demokrasinin siyasal özgürlüğün ötesine geçtiği, 1970’lere kadar sosyal haklarda eşitliği sağlamaya çalıştığı aşamadır. Liberal demokrasinin içinde bulunduğumuz -Neoliberalizm, ya da Neo-muhafazakarlık olarak adlandırılan- son aşaması sosyal eşitlikten vazgeçtiği, yalnızca güvenliğe yönelerek kaynakları bir avuç imtiyazlıya aktardığı aşamadır. İlginç bir şekilde, bu aşamaların her biri, neredeyse her yerde, liberal uzmanların tavsiyeleri doğrultusunda, ideolojik olarak muhafazakar elitlerin (partilerin) siyasal iktidarı denetlediği dönemlerde başlamış radikal partiler eliyle sürdürülmüştür.
Liberal demokrasilerin doğuşundan itibaren sürekli genişleyen sınırları bugünlerde ilk haline doğru geri çekiliyor. Liberal demokrasiler, neredeyse 250 yıllık tarihinde büyük ölçüde mücadeleler sonucunda, ama -son dönem hariç- hemen her zaman tehlikeli sınıfları kontrol altında tutabilmek için, ülke nüfuslarının büyük bir kısmına sağladığı olanakları birer birer geri alıyor. İlk olarak sosyal haklar büyük oranda tasfiye edilmişti, şimdilerde, -ilginç bir biçimde, tehlikeli sınıfların bir kısmının desteğinde- siyasal haklar sırada. Bu süreç kapitalizm karşıtlarını bir açmazla karşı karşıya bırakıyor: Bir yanda geçmişte yetersiz bulup aşmaya çalıştığı liberal demokrasiyi ve kazanımlarını savunmak seçeneği, diğer yanda liberal demokrasiyi aşmak için yeni bir mücadele başlatma isteği. Bu seçenekler karşısında ya “hem o, hem öteki” demenin bir yolunu bulmalıyız, ya da seçeneklerin birinin arkasında yığılmalıyız. Bu ise biraz da bugün ile gelecek arasında bir seçim gibi görünüyor. Kuşkusuz, bugün ile gelecek arasında mutlak bir seçim yapmak imkansızdır, dolayısıyla gerçek seçimimiz “ne kadar bugün, ne kadar gelecek için ”uğraşmak zorunda olduğumuzla ilgili olmalı, tabi bu yeni bir soruyu gündeme getiriyor: Nasıl yapmalıyız?
Dayanışma-Datça Liberal Demokrasi ile birlikte fırsatları ve tehditleri 7 başlık altında tartışıyor...
İlk sunum "Liberal Demokrasinin Krizi" 31 Mayıs Cumartesi sa:16.00'da Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinde...
Not 1: Liberal kavramı farklı dönemlerde yüklenen özellikle aşağılayıcı anlamlar dışında, ortaya çıkışındaki anlamıyla, “Özgürlükçü” anlamındadır.
Not 2: Kalın harfli vurgular, dayanışma-datça'ya aittir...
Yorumlar (0)