Ziyad Rahbani, Lübnan’ın yaralı yüreğinden doğan bir nağme, Ortadoğu’nun gözyaşına karışan bir başkaldırı çığlığıdır. 1 Ocak 1956’da, Antelias’ın taş sokaklarında, sanatın kutsal bir miras gibi kol gezdiği bir evde gözlerini açtı. Annesi Feyruz, Arap müziğinin gökyüzüne uzanan divası; babası Assi Rahbani, notaların mimarı; amcası Mansour, ezgilerin şairiydi. Bu aile, Lübnan’ın ruhunu nakış gibi işleyen Rahbani Kardeşler’di ve Ziyad, onların gölgesinde filizlenen, fakat kendi dallarıyla gökyüzüne uzanan bir ağaç oldu.
Henüz 13’ünde, “Sadiqi Allah” ile kaleminin ilk kıvılcımlarını çaktı; 17’sinde, 1973’te, “Saalouni El Nass” ile annesinin sesine bir bahar besteledi. Bu şarkı, Lübnan’ın savaşla sarsılan göğsünde bir umut fısıltısı gibi yankılandı. Al Mahatta müzikalinde dedektif rolüyle sahneye adım attığında, tiyatronun büyülü perdesi onun için aralandı; o perde, bir daha hiç kapanmadı.
Ziyad, müziğin sınırlarını bir nehir gibi taşırdı. Geleneksel Arap makamlarını cazın asi ritimleriyle, funk’ın kıvrak nabzıyla, Batı’nın klasik senfonileriyle buluşturdu. 1977’de “Bil Afrah” albümü, akordeonun içli tınısıyla Lübnan’ın dağlarını, Beyrut’un yorgun sokaklarını kucakladı. Her nota, bir hikâye fısıldadı; her melodi, bir yaranın izini sürdü. Lübnan İç Savaşı’nın (1975-1990) gölgesinde, “Bennesbeh Labokra Chou” ile sordu: “Yarın güzel olacak diyorlar, peki ya bugün?” Bu soru, savaşın tozlu yollarında kaybolanların, umudunu yitirenlerin, sessiz çığlıkların tercümanı oldu.
Rahbani, yalnızca bir müzisyen değildi; o, bir söz isyancısı, bir vicdan şairiydi. Kalemiyle, piyanosuyla, sahnesiyle Lübnan’ın yolsuzlukla lekelenmiş yüzüne, mezhepçiliğin zehirli gölgelerine, sınıf ayrımının soğuk zincirlerine meydan okudu. “Film Amriki Tawil”de, “Shi Fashil”de, işçi sınıfının ter kokan ellerini, ezilenlerin bükük boyunlarını sahneye taşıdı. Hicvi, bir kılıç gibi keskindi; sözleri, Beyrut’un harap sokaklarında bir meşale gibi parladı. Komünist bir yürekle, Filistin’in özgürlük rüyasına sarıldı. Tel el-Zater katliamının acısı, onun ruhunda bir dönüm noktası yaktı; Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne gizlice taşıdığı sözler, onun direnişinin sessiz yankılarıydı. “Filistin özgürleşecek,” dedi, “çünkü sadece doğru olan doğrudur.”
Radyo dalgalarında, gazete sütunlarında, onun sesi bir fırtına gibi esti. “Ben kâfir değilim,” diyordu, “ama açlık kâfir, yoksulluk kâfir.” Bu sözler, Lübnan’ın dağlarında, Filistin’in zeytinliklerinde, Arap dünyasının kırık kalplerinde yankılandı. Ziyad Rahbani, bir sanatçıdan öte, bir çağın vicdanıydı. Savaşın gölgesinde, umudun kırık dallarını topladı; ezgileriyle, oyunlarıyla, sözleriyle bir halkın ruhunu yeniden dokudu.
26 Temmuz 2025’te, 69 yaşında bu dünyadan göçtüğünde, ardında bir miras bıraktı: Sanat, sadece güzellik değil, aynı zamanda bir isyan; sadece bir melodi değil, aynı zamanda bir çığlıktır. Ziyad’ın notaları, Lübnan’ın taş evlerinde, Beyrut’un limanında, Filistin’in özgürlük yollarında hâlâ yankılanır. O, bir devrimin sesi, bir halkın vicdanı, sanatın ebedi neferi olarak sonsuza dek yaşayacaktır.
Ziyad Rahbani'den, Bala Wala Chi Bhibbik... Başka hiçbirşey olmadan seni seviyorum...:
Yorumlar (0)