Geçen ay Abdullah Öcalan’ın Perspektif başlıklı metninin yayımlanmasının ardından marksizmin güncelliği ve aşılması üzerine dönem dönem ortaya çıkan tartışmalar yeniden alevlendi. Bu tartışmalar hem güncel siyaseti hem de onun içinde sınıf merkezli tarihsel maddeci kavrayışın etkisini tespit etmek açısından önemli. Bu yazının amacı ise iki cepheden de gelen fakat önemli bir kısmı tepkisel, kuru ve ezberci olan reaksiyonları bir kenara koyarak tartışmaya içinden değil, dışından bakmak. Zira ne tartışmanın ne de tarafların yeni olduğu bu denklemden bir adım geriye gidip marksizmin aşılması (ya da yadsınması, çürütülmesi) iddialarının tarihini ve bugün ulaştığı zemini bir giriş mahiyetinde ele almak, bize bu tartışmanın neden bugün yeniden ortaya çıktığına ve bu ortaya çıkışın nelere işaret ettiğine dair ipuçları verebilir.
…
Sosyalizm, komünizm, devrimcilik, politik ekonomi, tarihselcilik, maddecilik, diyalektik… Bu kavramların hiçbirini Marx icat etmedi ama halihazırda var olan tüm bu çerçeveler onun kuramlarında kapitalizmi açıklamak ve dahası onu yıkmaya dönük pratik eleştiriyi üretmek için bir araya getirildi. Henüz Marx hayattayken bile tartışma konusu olan marksizm çerçevesi ise onun ölümüyle birlikte genişleyerek ilerletilme, aşılma ya da yanlışlanma çabalarının odağı haline geldi. Marksist olarak tanımlanabilecek isimler arasında Engels’le başlayan marksizmi ilerletme (ya da derinleştirme) çabası Kautsky, Luxembourg ve Lenin’in birbirinden ayrılan ve gitgide uzaklaşan çizgileriyle daha yüzyıl başında çatallanmaya başladı. Diğer yandan Bernstein gibi anti-marksist sosyalistlerin, Lasalle’ın reformist çizgisine yaslanarak evrimci bir etik temelinde marksizmi aşma iddiaları da hem görünürlük hem de güç kazandı. Bu ayrışma 1917 Rus Devrimi ve 1918-19 Alman Devrimi’yle daha da derinleşti,Sovyetler ile Weimar Cumhuriyeti arasında bir kopuşun zemini oldu. Sonrasındaki süreçte bu ikisini de aşan çatallanmalar arttı, gitgide birbirinden uzaklaşan yaklaşımlar ve fraksiyonlar ortaya çıktı. Her ne kadar bu ayrımlar bugün devam eden tartışmaları anlamak için önemli olsalar da bu yazı bağlamında bunların detaylarında boğulmaya gerek yok.
Küçük bir sıçramayla bugüne gelirsek eğer, sosyalist strateji arayışında olan siyasetler için Sovyetler’in ardında bıraktığı büyük ve görece hâlâ canlı yenilgi mirasının, nazizme giden taşları döşeyen demokratik sosyalist Weimar’ın yarattığı tarihsel tahribatı neredeyse bütünüyle görünmez kıldığını söylemek yanlış olmaz. Bu sebeple, Marx’ın Lasalle taraftarları için kullandığı tabirle “sosyalizme ‘daha yüksek ideal’ vermek isteyen, yani materyalist temel yerine adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik tanrıçalarıyla modern mitolojiyi koymak isteyen”, 20. yüzyıl sonrasında da Bernsteincı etkiyle şekillenmiş düşünme biçimlerinin bir anlamda geri gelişi oldukça endişe verici. Sovyetlerin hatalarından ders çıkarma çabasının, daha eski ve unutulmuş hatalara kucak açmaya dönüşmesi ister istemez ideolojik bir kapanmanın da olduğu izlenimini güçlendiriyor. Tam da bu riskler sebebiyle, sınıf savaşı merkezli tarihsel maddeci perspektifte ısrarın kritik olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Tarihselleştirmeye dönersek, elbette ki Marx’ın revize edilmesi ya da aşılması tartışmaları yüzyıl başında kalmadı, bilakis artarak devam etti. Özellikle 60’lardan 90’lara giden süreçte yoğunlaşan marksizm içi ayrışmalar bir yanda kökleri Blanqui’ye de uzanan Guevarist gerillacı hareketi, diğer yanda esasen bir praksis felsefesi olan marksizmin sahadan çekilmesine, matematik benzeri salt soyutlama düzeyinde işleyen, kendi içine kapalı, formel bir akademik alana dönüşmesine vesile olan Althusser yapısalcılığını ortaya çıkardı. Bu dönüşümleri marksizmin sınıf çatışması merkezli yaklaşımını ekonomik indirgemecilik olmakla eleştiren post-marksist “yeni sosyalizm” türleri de bir kez daha Marx’ı tarihe gömme iddiasıyla sahneye çıktılar. Bunlardan burjuva temsil mekanizmalarını ve popülizmi toplumsal dönüşümün motoru olarak gören radikal demokratik Laclau ve Mouffe hattının da, 2000’lerin başında neredeyse solda hegemonik hale gelen ve toplumsal yapıyı dönüştürecek özneyi yaratma potansiyelini sınıf yerine “çokluk” diye tanımladıkları amorf bir kitlesellikte gören Negri ve Hardt’ın tezlerinin de bugün eskiden sahip oldukları itibarı görmeye devam ettiğini söylemek zor. Fakat artık görünür biçimde bayraklaştırılmasalar da, tarihin yanlışladığı bu arayışların mevcut siyasi yapılarda ve mücadelelerde bıraktıkları sorunlu izler her fırsatta kendini gösteriyor.
….
Tarihi yüzyılı aşan bu çabalar ışığında sorulması gereken soru açık: Sancılı ve uzun 20. yüzyılın yenilgi mirasına rağmen marksizmi bugün hâlâ ortadan kaldıramayan, yani onu aşma, çürütme ya da yanlışlama girişimlerini bir anlamda sonuçsuz bırakan şey nedir? Bunun cevabı bizi yazının en başında sorduğumuz sorunun da cevabına, marksizmin birbiriyle de çelişen ve çatışma halinde olan yorumlarının ortak temeline götürecektir. Her şeyden önce, güncel siyasi gelişmelere, bugüne özgü sorulara hazırda verili cevaplara sahip olmaması anlaşılır olan marksizm peygamberleştirilen bir figürün ürettiği kutsal metinler bütünü, dünyayı sonsuzca açıklayan cevaplar risalesi değil bir yöntem, bir kavrayıştır. En temelde, karşımızda duran toplumsal resmi hem belli bir biçimde görme hem de onu yıkıp başka türlü çizmenin yollarını arama yordamıdır. Bu açıdan marksizmi, yani sınıflar savaşını merkeze alan, devrimci özne olma potansiyelini proletaryada bulan praksis felsefesini marksistlerin yaptığı gibi genişletmek, derinleştirmek, somutlaştırmak, hatta eleştirmek ya da anarşistlerin, post-marksistlerin ve marksist olmayan sosyalistlerin yaptığı gibi inkar etmek, yadsımak, temelden yanlış kabul etmek mümkündür. Aştığını iddia etmek ise ancak onun bir yöntem seti olarak bütününe, farklı yorumlanma ve uygulanma biçimlerinin tamamına değil, belli bir tarihsel uğrağına bakmakla sınırlı bir yaklaşımın sonucu olabilir.
Marksizm tartışmaya kapalı olmadığı kadar yüce de değildir ve kabul etmek gerekir ki bugün dünyaya bakmanın egemen biçimi olmaktan da hayli uzaktır. Marksizmin yanlış bilinç olarak sınıflandırdığı liberal, özcü ve idealist kavrayışların toplumsal alanda çok daha yaygın ideolojik konumlar olduğunu kimse inkar edemez. Buna rağmen bir insanı marksist yapan şey en temelde tarihsel maddeci perspektifin kapitalist politik ekonomiye karşı geliştirdiği bilimsel eleştiriye, toplumsal oluşumları açıklama kapasitesine ve buradan hareketle inşa edilecek olan mevcut dünyayı dönüştürme yöntemine ikna olmasıdır. Bu ikna olma hali de karşılığını merkezinde sınıf savaşının olduğu bir güç siyasetinin arayışında bulur.
Sovyetlerin reel sosyalizm deneyimini nasıl yorumlarsak yorumlayalım (ki daha en başından beri marksizm içinde büyük kopuşlar yaratan bir meseledir) iki kutuplu dünya düzeninin çözülmesiyle birlikte ortaya çıkan liberal küresel uzlaşı düzlemi ve tarihin sonunun geldiği iddiası sosyalistler için halen tam olarak aşılabilmiş bir travma değil. Bu önümüzde önemli bir mesele olarak duruyor. Fakat toplumsal mücadelelerin son 20 yıllık seyri bize sınıftan kaçışın mümkün olmadığını, sınıfın siyasi alana kaçınılmaz biçimde geri dönüşü yoluyla ispatlar nitelikte.
…
2008 krizinden bugüne geçen süreçte ise marksizm ondan önceki 20 yılda olmadığı kadar öne çıkmaya ve siyasal alanda varlığını yeniden hissettirmeye başladı. Google’ın kavramların ingilizce yazılı metinlerde kullanılma yoğunluğunu ölçtüğü Ngram analizi de bu iddiayı doğrular nitelikte. 2008 civarlarında literatürdeki etkisi 1960 sonrası en düşük seviyeye düşen marksizm, ölçülebilen en yakın tarih olan 2022 yılı itibarıyla 1960’lardaki popülerliğine tekrar yükselmiş durumdaydı.
Çok açık olan bir şey var: hayalet geri döndü. Bunu Google’ın niceliksel söylem analizine dayanarak değil, bu istatik zaten bizim için görünür olanın sağlamasını yaptığı için söylüyoruz. 2010 Tekel Direnişi bir devrin kapanışını vurgularken 2015 Metal Fırtınası ise yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu. Geçen 10 yılda, sadece Türkiye’de değil, dünyanın hemen her yerinde sınıf temelli hareketlerin artışına, reel siyaset alanında olduğu kadar egemen kültür üretiminde de sınıf temasının geri döndüğüne şahit olduk ve olmaya devam ediyoruz. Bu da mevcut politik-ekonomik düzenin sınıf çatışması odaklı eleştirisine olan ilgiyi yeniden yükseltmiş durumda. Tabii ki hâlâ proletaryanın devrimci bir özne olarak gücünü topladığı, etkin mücadele pozisyonuna geçtiği bir düzlemde değiliz. Ama bunun küresel anlamda önümüzdeki yılların belirleyici tartışması olacağı da aşikar.
Bu bağlamda Öcalan’ın “Perspektif” metni, her ne kadar aşma iddiası biçiminde de olsa, artan yaygın eğilimin de etkisiyle marksizme zorunlu bir dönüşünün ifadesi olarak okunmalı. Bununla Öcalan’ın marksist bir bakış açısına kaydığını kastetmiyorum. Bilakis bugünün bağlamında marksizme temelden, toplumlar tarihinin sınıflar savaşı tarihi oluşu noktasından itiraz eden bir çerçeve kurarken bile marksizmle tartışmaya mecbur kalındığından söz ediyorum. Öcalan PKK’nin ilk döneminde etkili olduğunu söylediği (ama içeriği oldukça tartışmalı olan) marksist etkiyi hata olarak yargılamaya devam ediyor. Fakat daha önceki metinlerinde, 90 sonrasının politik bağlamıyla da ilişkili olarak, bir yadsıma ya da yanlışlama biçiminde ifadesini bulan iddia, özü değişmemiş de olsa bugün onu içerme, hatta Kıvılcımlı gibi figürlerin marksizmi ilerletme çabasıyla ürettiği tarih tezleriyle de etkileşim içinde olan bir yerden onu aşma söylemine dönüşmüştür. Daha doğrusu Öcalan artık bugün bunu bir kopuş ya da reddiye değil aşma biçiminde dile getirmeyi tercih etmiştir. Bu yaklaşım değişikliğinde 2010 sonrası sınıf çatışmasının artmasıyla birlikte marksizme yönelik hem teorik hem pratik ilginin yükselmesinin etkisi olduğu su götürmez. Bu açıdan kendisini marksist olarak tanımlayanların marksizme dönük bu hesaplaşma çabası karşısında çocukça öfkelenmek yerine bu zorunlu söylemsel dönüşün arkasındaki nedenleri tahlil etmesi ve Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektif içindeki Batı merkezli düşünme alışkanlığından uzaklaşma çabası ile enternasyonalizm yönündeki arayışları doğru analiz etmesi gerekir.
….
Proletarya devrimcileri açısından bugün esas ideolojik mücadele marksist olma iddiasındaki Yeni-Bernsteincılara, Yeni-Kautskycilere, radikal demokratlara, marksizmi kültürel bir söylem havuzuna indirgeyen akademik yaklaşımlara, sınıf odaklılık kılıfında ulusalcılığa ve şovenizme kayanlara, komünist mücadeleyi kemalizme bulayan radikal cumhuriyetçilere, emperyalizm tahlillerinde ifrata kaçan Avrasyacı ve üçüncü dünyacı sapmalara karşı verilmelidir. Ürettikleri hatalı ve tahrif edilmiş yorumlarla marksizm karşıtı söylemlere de alan açan bu yaklaşımlar çoğunlukla marksizm kılıfındaki idealizmlerdir ve maalesef bugün marksist olma iddiasında olanların çoğunluğunu kapsar. İdeolojik mücadelenin kritik zemini burasıdır. Çünkü proletaryanın özneleşme arayışının görünür biçimde yükseldiği bu dönemde, “günümüzdeki durumu ortadan kaldıran gerçek hareket” olarak komünizmi baştan inşa etmenin yolu kendisini zaten marksizmin dışında tanımlayan sosyalist akımlarla çıkışsız teorik polemiklere girmekten değil, sınıf merkezli tarihsel maddeci praksisin resmini devrimci bir pratikle berraklaştırmaktan geçiyor.
Yazının tamamı için: https://e-komite.com/2025/marksizmi-asmanin-tarihi-ve-sinif-savasinin-geri-donusu/
Yazar: Emre Yeksan
Teşekkürler, Emre Yeksan, e-komite.com
Yorumlar (0)