Balık pazarı, Haldun Taner Sahnesi'nden Altıyol'a doğru çıkarken Osmanağa Camii'nden hemen önce, sağa döner dönmez başlar Kadıköy'de. Yirmi dört saati birbirinden ayrı, birbirinden güzeldir. Güzel deyince ne söylesen boş. Güzel işte. Ne söylenir ki güzele? Nasıl güzel olduğu, nefesinin güzel olduğu söylenir mesela. Anlatılır yani. Öyle güzel ki anlatılacak gibi değil. Anlatmaya kalksan dersin ki mesela; Haldun Taner hikayeleri gibi, Sait Faik hikâyeleri gibi.
Sokağa girince, öyle Pazar yeri gibi değil, solda Yanyalı karşısında balık tezgâhları başlar. Yanında turşucusu, manavı, balık pişiricileri, hanutçu meyhaneler, balık lokantaları neredeyse kilisenin önündeki meydana kadar sürer gider. Akşama doğru çıplak sarı ışıklarla beraber yemyeşil maydanozlar, rokalar, tereler, terelelliler, dereotları hatta derebeylikler, turplar, limonlar; hem salataya, balığa hem muhabbete sıkılan. Havuçlar; hem kardan adamın burnuna sokulan, salataya giren hem hangi tavşansak önümüzde durup duran havuçlar. Balığın yanına salata olabilecek her renk bulunur tezgahlarda ve tezgâh önlerinde. Sokak zaten şenliktir. Biraz senliktir biraz benliktir. Üstüne su serpile serpile. "Tere var, roka var, limon var, limon". Sanki yumruğun içinde sıkılıyor gibi çığırılan o limon. Sonra tabii ki "derya kuzusu bunlar", "kuzu bunlar, kuzu", "buyurun, et var, balık var", "Balık var, kalabalık var"
Sokağa girerken durağın arkasında darbuka çalan çingene çocukların dokuz sekizliği çengelini atar, kilisenin önünde gırnata çalan çingene çocuğa. Hepsinin babası var, biliyorum. Bak akşam simidi bağırıyor. Bak iş çıkışı İstanbul kenti. Akşamı çağırıyor. Sokaklara nasıl bakarsan bak görüyorsun manzarasını insanın. Erkek karmaşaları, düşünce balonları. Sesler yükseliyor. Yüzlerce yüzler. Uçan balonu erkek çocuğunun. Sokaklar, vapurlar, meydanlar hikayesi arafta asılı erkek karmaşaları. Patlayan balondan saçılan sağanak bir yağmur.
Kim, kime ne demiş? Ne anlatmış canım benim? Hep ıslanmışlar sağanakta. Geçmişler, merdanesinden süzülmüşler. Şıp...Şıp...Şıp...
Hikayesinden.
Bir makinede hikâyeyiz işte, hepimiz. Merdane den süzülen işte.
Cüneyt Uzunlar, yazar.
Cüneyt Uzunlar, oyuncu.
İkisi de birbirinden merdane, çıkıyor Datça'da meydane!..
Değil mi hocam?..
27 Mart Perşembe günü saat 20.30'da, bir nevi de meddah olan tek kişilik ama çok kişilikli “Merdâne 0.2” Dünya Tiyatrolar Günü'nde Datça Bülent Ecevit Kültür Merkezi'nde.
Yorumlar (0)