Milliyetçiliğin Güncel Yüzleri ve Faşizmin Yeniden Doğuş Biçimleri

Faşizmin yeniden doğuşu ise bu milliyetçi dalganın en karanlık yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Tarihsel faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında Mussolini ve Hitler gibi figürlerle özdeşleşmiş olsa da, günümüzde daha sofistike ve gizli biçimlerde yeniden canlanıyor...

Milliyetçiliğin Güncel Yüzleri ve Faşizmin Yeniden Doğuş Biçimleri

Günümüz dünyasında, milliyetçilik ve faşizm kavramları, tarih kitaplarının tozlu sayfalarından çıkarak gündelik siyasetin ve toplumsal hayatın merkezine yerleşmiş durumda.  Çağdaş dünyanın en yakıcı meselelerinden biri olan bu dönüşümü mercek altına alarak anlaşır kılmak, onu aşmanın yeter olmasa da , gerek adımıdır. Ha keza, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin  ittifaklarını ve istikametini belirlemekte tayın edici role sahiptir. Zira, milliyetçiliğin yeni formları, otoriter popülizmin yükselişi ve faşizmin gizli yüzleri, sadece akademik tartışmaların konusu olmaktan öte, milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen gerçeklikler olarak toplumsal yaşamımızda baş köşede yer ediniyor.

Milliyetçilik, tarih boyunca ulus-devlet inşasının temel taşlarından biri olarak görülmüştür. Ancak 21. yüzyılda, küreselleşme ve göç akımlarının yarattığı karmaşıklık karşısında, milliyetçilik yeni bir çehre kazanmıştır. Artık sadece bayrak sallamak veya milli marşlar söylemekten ibaret değil; dijital medya üzerinden yayılan, “biz ve onlar” ayrımını derinleştiren bir ideoloji haline geldi. Örneğin, Avrupa’da yükselen sağ popülist partiler, göçmenleri “kültürel tehdit” olarak göstererek milliyetçiliği bir güvenlik söylemiyle birleştiriyor. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Cephe’si veya İtalya’da Giorgia Meloni’nin Kardeşler İtalya partisi, milliyetçiliği ekonomik krizler ve kimlik kaygılarına bağlayarak kitleleri mobilize ediyor. Bu retorik, ırkçılığın yeni biçimlerini doğuruyor: Artık açıkça ırkçı söylemler yerine, “kültürel uyum” veya “yerli halkın hakları” gibi örtülü ifadeler kullanılıyor. Bu, milliyetçiliği daha kabul edilebilir kılıyor ve toplumun geniş kesimlerine yayılmasını sağlıyor.

Faşizmin yeniden doğuşu ise, bu milliyetçi dalganın en karanlık yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Tarihsel faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında Mussolini ve Hitler gibi figürlerle özdeşleşmiş olsa da, günümüzde daha sofistike ve gizli biçimlerde yeniden canlanıyor. Otoriter popülizm, faşizmin temel unsurlarını –lider kültü, anti-elitizm, milliyetçi mitler ve baskıcı mekanizmalar– modern araçlarla birleştiriyor. Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun başkanlığı sırasında, ormanların tahrip edilmesi ve yerli halklara yönelik saldırılar, faşist eğilimleri çevre politikalarıyla iç içe geçirmişti. Benzer şekilde, Hindistan’da Narendra Modi’nin BJP hükümeti, Hindu milliyetçiliğini (Hindutva) kullanarak Müslüman azınlıklara karşı ayrımcı yasalar çıkarıyor. Bu örnekler, faşizmin sadece totaliter rejimlerde değil, demokratik, görünen sistemlerin içinde de filizlenebileceğini gösteriyor. “Güvenlik” kisvesi altında, sınır duvarları inşa etmek, mültecilere karşı sert önlemler almak veya içerde “düşman” olarak görülen grupları hedef almak, faşizmi normalize ediyor.

Bu dönüşümün arkasında yatan nedenlerin en başında Küreselleşmenin yarattığı ekonomik eşitsizlikler, işsizlik ve kültürel yabancılaşma gelmektedir. Bu yabancılaşma hali toplumları milliyetçi ve otoriter liderlerin iktidarına doğru itmektedir. Sosyal medya platformları ise bu süreci hızlandırıyor: Algoritmalar, kullanıcıları aşırı uçlara iten yankı odaları yaratıyor. Bir tweet veya viral video, milyonları harekete geçirebiliyor. Örneğin, ABD’de Donald Trump’ın “America First” sloganı, milliyetçiliği ekonomik korumacılıkla birleştirerek faşist eğilimleri tetiklemekte araçsallaştırmayı  başarıyla sürdürmektedir. 6 Ocak Kongre Baskını, bu eğilimlerin nasıl şiddete dönüşebileceğinin somut bir örneğiydi. Aynı şekilde, Türkiye’de de milliyetçilik, güvenlik söylemleriyle iç içe geçmiş durumda; mülteci karşıtlığı ve milliyetçi ittifaklar, toplumsal bölünmeleri derinleştiriyor.

Faşizm: Kapitalizmin Doğal Mirası

Günümüzde faşizm, sıklıkla tarih kitaplarında bir sapma, bir hata olarak anlatılır; sanki insanlık tarihinin akışında beklenmedik bir kırılma noktasıymış gibi. Oysa gerçek bambaşka: Faşizm, kapitalizmin temel mantığının –sonsuz kar hırsı ve sermaye birikimi– kaçınılmaz bir uzantısıdır. Kapitalist sistem, rekabet ve sömürü üzerine kuruludur; bu yapı, zamanla baskıcı mekanizmalara evrilerek faşizmi doğurur. Bu, bir kaza değil, sistemin iç dinamiklerinin doğal sonucudur. Kapitalizm, emeği ve kaynakları maksimum verimle sömürmek için her türlü aracı meşru kılar ve faşizm, bu araçların en aşırı hali olarak ortaya çıkar.

Kapitalizmin perspektifinden bakıldığında, asıl “tarihsel hata” veya “sapma” faşizm değil, onun yenilgisi sonrası yaşanan dönüşümlerdir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Nazi faşizmi ağır bir yenilgiye uğradı ve bu, Avrupa kıtasının neredeyse yarısını sosyalist sisteme açtı. Sovyetler Birliği’nin etkisiyle Doğu Avrupa’da sosyalist rejimler kuruldu; bu, kapitalizmin küresel hegemonyasını sarsan bir kırılmaydı. Batı’da ise, sınıf mücadelesinin yükselişi –işçi hareketleri, grevler ve toplumsal ayaklanmalar– kapitalist elitleri çaresiz bıraktı. Bu baskı karşısında, sisteme “monte edilen” unsurlar devreye girdi: Liberal demokrasi ve kamucu devlet anlayışı.

Liberal demokrasi, kapitalizmin yüzüne bir maske taktı; özgürlük, eşitlik ve temsil vaatleriyle kitleleri yatıştırdı. Ancak bu, gerçek bir demokrasi değil, sermayenin korunması için tasarlanmış bir illüzyondu. Kamucu devlet ise, sosyal refah programları, kamu yatırımları ve düzenlemelerle sınıf çatışmasını yumuşattı. ABD’de New Deal politikaları, Avrupa’da ise refah devletleri bu çaresizliğin ürünleriydi.

Kapitalizm, hayatta kalmak için kendi doğasına aykırı bu unsurları benimsedi: Özel mülkiyeti korurken, devlet müdahalesini kabul etmek zorunda kaldı. Bu, sistemin bir “sapması”ydı çünkü kapitalizmin saf hali, sınırsız piyasa ve minimal devlet ister; sosyalizm veya liberal reformlar ise, onun doğal akışını bozar.

Bugün, neoliberalizmle birlikte bu “sapmalar” yavaş yavaş sökülüyor. Özelleştirmeler, deregülasyonlar ve sosyal hakların erozyonu, kapitalizmi faşist köklerine geri döndürüyor. Faşizm, bir hayalet değil; kar odaklı sistemin kriz anlarında hortlayan bir gerçekliktir. Tarih, bize bunu öğretiyor: Kapitalizm var oldukça, faşizm her zaman kapıda bekler. Bu döngüyü revize etmek mümkün görünmemektedir. Yani refah devletini ya da kamucu devleti, dolayısıyla liberal demokrasiyi geri getirmek için mücadele etmek gerçekçi görünmemektedir. Kapitalist sistemin kısmi dönüşümü bile, onu aşan bir sistemin kendisine dışarıdan tehdit oluşturması, içeride ise onu aşmak için örgütlü işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrimi çağıran mücadelesiyle mümkün olabilir. Bir başka ifadeyle, dünyada kapitalist sistemi devrim ile aşmış ve kapitalizmin yenilme ihtimalinin olmadığı özgür ve eşitlikçi toplumların varlığı, içeride ise güçlü sınıf mücadelesi ile mümkün görünmektedir.

 

Yorumlar (1)

Goncagül Işıktekin

1 ay önce / 02.11.2025

Gene çok bilgilendirici dolu dolu bir yazı olmuş kalemine sağlık Mahmut hocam????

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla