“...Bazı sözler var ki içinde kocaman bir hayat gizlidir. İnsan bu sözleri düşündüğü zaman, uzun bir ömrü bir aynada görür sanki”...
Mehmet Uzun "Önce Söz Vardı"
Tarih Sümerlerle başlar ama tarih öncesinde de söz vardı. Sümerler sözü yazıya dökerek tarihe milat bıraktı. İster söz, ister yazı olsun maksat anlaşmaya dairdir. Peki Patriyarka ile toplum, neden anlaşmaz. İçinde bulunduğumuz ‘anlaşamama hali’ni hangi bağlamda değerlendireceğiz. İçi boşaltılarak anlamsızlaştırılan imgeler aracılığı ile nasıl anlaşabileceğiz gibi soruları çoğaltmak mümkün. Örneklendirmek gerekirse,savunma sanayı deyince anlaşılması gereken, dışardan gelecek herhangi bir saldırıya karşı kendini korumak olmalıyken üretilen araçların saldırı amaçlı olmasındaki gibi... Ülkemize yönelik güvenlik tehdidi var, vatanımızı savunmalıyız deyince, komşu ülkelere bomba yağdırmak, yetmezmiş gibi işgal etmeyi savunma kavramıyla nasıl eşleştireceğiz gibi gibi.. Yani tarih ve tarih öncesi imgeler ve imgelerin algı dünyamızdaki çağrışımları, bizde eskisi gibi karşılık bulmamaktadır. Bu dolayımla imgeler dünyası anlam kaybına uğramakta/uğratılmakta, anlaşma noktasında kifayetten uzak kalmaktadır. O zaman insan kendine şu soruyu sormaktan alıkoyamıyor. Biz tarih ya da tarih öncesinden başka bir uzam ve mekan içine mi evrildik? Eğer tarih tekerrür etmiyorsa, yaşadığımız ya da bize yaşatılmak istenen tarih sonrası mıdır, yaşadığımız çöküş ya da yok oluşa doğru koşar adım ilerleyiş midir? Uçurumdan yuvarlanmakta olan arabanın içindeki insanların yaşadığı şoktan dolayı çıkardıkları seslerin anlaşılmazlığını mı yaşıyoruz. Evet ses var, imgeyi andıran bağırışlar var. Ama algı dünyamızda yarattığı karşılık yok. Anlaşılır olmaktan uzak mırıltılar. Normalleşme kavramı da bu mırıltılardan biri değil mi?
AKP-MHP iktidarının siyasal literatürümüze kazandırdığı ve son dönem her derde deva sözcüklerden biri de normalleşmedir. Bildik, alışılageldiğe geri dönmek anlamına gelen bu imge ile, iktidar normalin, bilindiğin, alışageldiğimizin dışına çıktığına dair bir ikrarda bulunmaktadır. Tabi ki toplumsal değişim, dönüşüm süreçlerinde alışılagelenin dışına çıkmak çoğu zaman gereklidir. O zaman sorun nedir? diye sormak mümkün. Sorun rutinin dışına hangi istikamete doğru çıkıldığıyla ilgilidir. Yani makası eşitlik ve özgürlük istikametinin hilafına savaş, mafyalaşma, güvenilir olmayan sokaklar, kadın cinayetleri, katliamlar, vahşi emek sömürüsü, doğa katliamı, işsizlik, gelir dağılımında adaletsizlik, farklı etnik kimliklere düşmanlık, çocuk istismarı, gençliğin gelecek kaygısı, göçmen düşmanlığının... lehine açmıştır. Normalleşmeden kasıt bu anormal durumu aşmak değil, bunları normal görmemiz, bunlarla birlikte yaşamamızdır. Bu iktidardan önce de bu sorunların olduğu bilinen bir gerçektir. İşaret etmek istediğim, bu iktidarın öteden beri normal olmayan durumu şahikaya çıkarmış olması, bunu sistematikleştirmiş olmasıdır. Yeni anayasa tartışması bu normal olmayan durumu normalleştirme çabasıdır. Başka türlü, tanımadığı anayasayı neden değiştirmeyi gündemine alsın. Bugün yaşadığımız toplumsal siyasal ortamı, Murathan Mugan şu veciz ifadeyle özetlemiş “Türkiye'de yaşamak uzun zamandır her sabah aynı anda birçok cephede savaşmaya uyanmak anlamına geliyor.” Bütün mücadelenin odaklanması gereken nokta, başka bir güne uyanmak olmalıdır. Normalleşme tartışmasının parçası olmak: yok oluşa giden yolun harcı olmaktır.
Demokratikleşme
AKP- MHP iktidarının temel problemi: toplumu inandıracağı bir programdan yoksun olmasıdır. İktidarın bu zayıf noktasını, ezilenler lehine bir avantaja çevirmek muhalefetin temel görevi olmalıdır. Aksi halde, iktidar tarafından dolaşıma sokulan normalleşme, yeni anayasa, anayasanın ilk dört maddesi, İsrail bize saldıracak, tokalaşma, helalleşme, fıtrat ... gibi suni gündemlerin oltasına takılan balık misali çırpınıp durmak dışında bir pozisyon elde etmeleri olanaksız görünmektedir. Bugünkü durumda bunu mevcut partilerden her hangi birinin tek başına gerçekleştirmesi mümkün gözükmemektedir. Peki ne yapmalı?
Muhalefetin yapması gereken, demokratikleşme programı etrafında birleşik bir cephe oluşturmaktır. Bu ittifak asgari müşterekleri dikkate alan bir demokratikleşme programına sahip olmalı ve bütün siyasal hamlelerini buna göre yapmalıdır. Sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldıran, grev hakkını yasal güvenceye alan, kadın cinayetlerine karşı sıkı önlemler alan, aile çiftçiliğini teşvik eden, öğrencilerin barınma ve beslenmesini üstlenen, parasız bilimsel özerk üniversiteleri tesis eden, YÖK'ü kaldıran, anadilde eğitim hakkını yasallığa kavuşturan, çalışan gençler için sosyal kültürel mekânları oluşturan, parasız sağlık, parasız eğitim, barınma hakkının kamusal bir görev addeden, farklı kültürleri, inançları, cinsiyetleri zenginlik olarak gören, doğa katliamını durduran, çocuk hakları, hayvan haklarını yasal güvenceye kavuşturmayı hedefleyen, kıyıları halka açan, denizlerin kirlenmesine, balık türlerinin yok olmasına karşı önlemler alan, gelir adaletini sağlamaya çalışan, yargıyı, yasama, yürütme denklemini yeniden inşa edecek ... bir programla halkın karşısına çıkmalıdır. muktedirin, ortaya atığı kavramlar ve belirlediği gündemin çemberini kırar, birlikte, demokratikleşme hedefiyle sokakta yeni bir umudu örmelidir. Aksi halde çok devrimci bir olanak gibi görünen erken seçim ihtimalinin bile iktidarın değirmenine su taşımakla sonuçlanma riski içerdiğini söylemek için kahin olmaya gerek yok...
Yorumlar (0)