Bir gözlemden yola çıkarak toplumumuzda kuvvetli bir damar olan olanca çeşitliliğimize, farklılıklarımıza saygı göstermeyen, tahammülsüz bir eğilimden söz etmek istiyorum. Aslında 'tahammül'den söz etmekte bu örnekte çok yanlış. Ben kimim ki birilerine 'tahammül' gösterme hakkını kendimde görüyorum. Tahammül etmekten söz ettiğiniz zaman o eğilime o kişilik özelliğine katlanmayı öneriyorsunuz demektir. Oysa farklılıklarmızla birlikte yaşama kültüründen/bilincinden söz etmek istiyorum.
Sosyal Medya, yaygın olarak anma ve kutlama günleri platformu, aynı zamanda. Herkes politik eğilimine göre kimi kahramanlarının doğum/ölüm günlerini hatırlıyor, hatırlatıyor. Ya beğendiği başka birinin paylaşımıyla ya da kendi özgün paylaşımlarıyla. Zaman zaman sosyal medya hesabımda bu kişilikleri ya ölüm yıldönümlerinde ya da doğum yıldönümlerinde andım. Hatta itiraf edeyim, kimilerinin andığı kişiliklerin kendimce olumsuz(?) yönlerine işaret ederek eleştiri de yaptım. Yaş önemli değil, insan 'büyüyor'.
Artık vazgeçtim. Neden mi? Tarık Akan’ı andığımda yorumlara yansıyan kimi eleştirilerden/uyarılardan onun kemalist, ulusalcı ve hatta ergenekoncu olduğunu öğrendim(!). Adalet Ağaoğlu’nun ‘yetmez ama evetçi’, Aybar’ın liberal-revizyonist, Ferhan Şensoy’un Perinçekçi olduğunu ve Ermeni katliamının ‘safsata olduğunu’ söylediğini, Mikis Theodorakis’in ise faşist partinin mitingine katıldığını öğrendim. Öğrendim diyorum ama, tahmin edebileceğiniz gibi bu kişiliklerin bu tür kimi dönemleri, sözleri olduğunu zaten biliyordum. Yorumlarda ‘bunları bilmiyor olamazsın peki o zaman nasıl anıyorsun’ cümlelerinin yazıldığı da oldu. Öyle ya ‘ben bu kişiliklerin bu özelliklerini bildiğim halde onları nasıl anardım’, yani ben de bu tür zaafları/sapmaları tolere edebilen bir potansiyel mi vardı?
Rahmetli anamın bir lafı vardı. Çeşitli durumları/insanları tasvir ederken kullandığı; 'DOKUZU DÜZGÜN'! Evet 'dokuzu düzgün' ne koşullardan söz edebiliriz, ne insanlardan. İllaki eksik, yanlış bir şeyler oldu hayat(lar)ımızda, bundan sonra illaki olacak da. Bu istisnasız herkes için geçerli. Elimizde bir hassas terazi de yok, belirleyici olan, karakteristiğini veren ne olmuştur, hangi dokuz maddenin hangisi ağır basmıştır, ölçmek hiç kolay değil. Eğer yakından tanıma fırsatına sahip olmamışsanız. O zaman bıraktıkları eserlerine, topluma kattıklarına bakmak daha doğru değil mi? Toplumsal hafızadaki yeri, bıraktığı izlenim her şeyden önemli değil mi?
Buyurun somut konuşalım; Tarık Akan öldüğünde, Aybar'ın ölüm yıldönümünde ne tutum alacaktık? Kimileri ulusalcılığından, ergenekonculuğundan, kimileri de diğerinin revizyonizminden, liberalizminden dem vuruyor. Kimileri de görmezleri duymazları oynuyor. Aziz Nesin kimileri için kahraman, kimileri için anti komünist. Eee ne yapacağız şimdi?
Ölüyorlar, anıyorsun bir sürü yorum, 'o bir dönem şu tutumu aldı'dan liberalliğine ve hatta hainliğine kadar. Çizik atılıyor. Yahu kardeşim, bir kere olay öncelikle şu; sen topluma mal olmuş, muhalif duruşuyla görünür olmuş, bu topluma bir boyuttan, toplamda inkar edilemeyecek katkılar sunmuş bir kişiliği anıyorsun, öldüğünde ya da yıl dönümünde, yani bir kişilik tahlili yapmıyorsun, biyografi yazmıyorsun, nedir yani 'ama o böyle bir tutum da' almıştı . Merak etme senin bildiklerini herkes biliyor, herkes olmasa da çoğu kişi biliyor. O tarihi konumlanışı duruşu unutturma, yok sayma tutumu yok. Bir total değerlendirme yapıyor kendi sübjektif dünyanda ve o kişiliği anmaya değer görüyorsun. Olay bu. Hadi size bir soru daha Yılmaz Güney sevgililerini, dövdü mü, dövdü; lümpenlik, kabadayılık yaptı mı, yaptı. Savcıyı vurdu mu, vurdu. Anmayacak mıyız? Ya da her onu anan paylaşımın altına 'ama bunları da unutma' şerhi mi düşmek zorundayız? Genco Erkal terki diyar etti, ağzından bir kez bile 'Kürt' sözü çıkmadı diye çizik mi yemeliydi? Metin Akpınar(ömrüne bereket), Zeki Alasya, Levent Kırca ve yüzlercesi. Ne yapmalıyız? Bunlar, muktedirlerin bir türlü iktidar olamadıklarını hayıflanarak belirttikleri kültür-sanat, edebiyat dünyasının duvarcı ustaları değil mi? Al sana İ. Beşikçi yanlış(!) politik tavırlar takınıyor diye Kürt davasına adanmış, yıllarca hapis yatmış bu kişiliği de çizecek miyiz, kimilerinin yaptığı gibi.
Evet ırkçılık, cinsiyetçi tutum, iktidar yanlısı tutum, militarizm yancılığı, savaş taraftarlığı çok önemli ayırt edici kötücül özellikler. Bu kriterlerle değerlendirmelerde bile çok dikkatli olmak gerektiğini kendi deneyimimden biliyorum. Bu özellikler bir karakter özelliği, bir çizgi haline gelmiş mi bakmak gerekmez mi? Süreklilik kazanmış mı, inkara dönüşmüş mü? Kaldı ki üç beş yıl öncesine kadar Kürt siyasi hareketine düşmanlık eden, militarizme teslim olmuş, dogmatik-devletçi laikperest(!) kişiliklerin nasıl dönüştüğünü gözlerimle gördüm, duydum.
Siz hiç nobel almış bir yazarını bu kadar yerden yere vuran ‘aydın’ topluluğuna sahip bir ülke biliyor musunuz? Vefa bir semt adı değil, buna gerçekten inanmak istiyorum.
Kendi hayatlarımıza bakalım, oralardan; soldan, solun tarihinden yola çıkalım. Ve insaf edelim. Kendi tarihimiz olmadık savrulmalarla, yanlışlarla dolu olan bir tarih değil mi? Hem bireysel tarihimiz, hem de aidiyetlerimizin tarihi. O zaman bu toptan reddiyeci tutum biraz zorlanırsa ‘iki yüzlülük’ tanımına girmez mi? Evet, dokuzu düzgün bir şey yok, armutun sapı, üzümün de çöpü var. Önemli olan karakteristik olan, süreklilik ifade eden toplama damgasını vurmuş özellikler değil midir?
Son olarak; bu tertemiz, saf, pirüpak kişilik ya da siyasi çizgi arayışları günün acil, ertelenemez görevi olan-faşist bir rejime doğru gidilen yolda- en geniş demokratik bir cephe inşa etme görevini nasıl başarabilir?
Evet ilk taşı hiç günahı olmayan atsın.
Yorumlar (0)