Kimi kelimeler/kavramlar yıllardır negatif anlamlar yüklenerek kirletildi. Herhalde bu kelimelerin başında ÖRGÜT ve ÖRGÜTLENME kavramları geliyor. Egemen sistem on yıllardır bilcümle muhalif, demokratik, bağımsız örgütü negatif propaganda malzemesi haline getirerek gayri meşru ve zinhar uzak durulması gereken şeytani yapılar olarak gösteriyor. Örgüt şiddet ve silahla özdeşleştirilerek toplumun örgütlenme hakkı gasp edilmek isteniyor. Demokratik hak ve özgürlükleri için bir araya gelen insanlar ‘örgüt mensubu’, bu insanların kullandıkları binalar ‘örgüt evi’ diye lanse ediliyor.
Verili sistemin bu özel ve örgütlü(!) çabasının basit bir anlamı var kuşkusuz. Halkın örgütlü olması ezenler, ezilenler; sömürenler, sömürülenlerin varlığı ile belirlenen baskı düzenleri için tehlike arz ediyor. Toplumun bütün kesimlerinin hakları için mücadele eden yapılarda örgütlü olması baskı ve sömürü düzenlerinin selametini tehlikeye atıyor.
Halk sınıflarının yüzlerce yıllık örgütlü mücadele geleneği ve birikimi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘ne de yansımış herkesin toplanma ve dernek kurma özgürlüğü bulunduğu kabul edilmiş ve bu nosyon evrensel hukuk alanına dahil edilmiştir. Ayrıca Sözleşme açık bir şekilde bu hakkın içeriğinin sendika kurma ve örgütlenme yoluyla hak aramanın da temel haklardan biri olduğunu söyler (AİHS, Md. 11). T.C. Anayasası da temel olarak AİHS ile bu noktada benzerlikler göstermektedir.
Ne istiyoruz, her şey var; kent savunması platformları, ekoloji duyarlılığını temel alan yapılanmalar, demokratik hak ve özgürlükleri temel alan inisiyatifler, insan hakları derneği, lgbti+ inisiyatifleri, bütün bunların yerel yansımaları, sadece bir alana kilitlenmiş demokratik örgütlülükler, güne damgasını vuran kadın dayanışma ağları, kültür-sanat inisiyatifleri, kitap okuma grupları, dernekler, meslek odaları, sendikalar…vb. Ve tabii ki demokrasi kaygısı taşıyan siyasi partiler, sosyalist partiler. Yok, yok. Ve son derece yaygın. İl, ilçe, köy ve mahallelere kadar yaygınlık ve çeşitlilik kazanmış demokratik dayanışma ağları, platformları, örgütleri olan başka bir ülke var mıdır, bilmiyorum.
Eksik olan ne; demokrasi istiyorsak, özgürlüklerimizi talep ediyorsak, bunun yolunun bu örgütlü mücadele alanlarından birinde yer almaktan geçtiğini kimilerimizin bilince çıkarmamış oluşumuz. Sadece ve sadece toplumun ekseri bireylerinin yaygın bu örgütlenme ağının göbeğinde yer alma bilincinin eksikliği. ‘Godo’ gelmeyecek. Godo beş yılda bir önümüze konulan sandık hiç değil. Hoş, onun da gelip gelmeyeceği, hangi koşullarda geleceği de belli değil. Öyle ya ‘bunlar iyi günlerimiz’miş. Öyle ya ‘iktidarı herkese teslim edemezmişiz’. Havanın oksijenini emen her türlü demokratik direniş çabasını ezerek yok etmeye çalışan, eğer demokratik müdahale olmazsa nereye evrileceği belli olan bir oligarşik diktayla, ancak örgütlü mücadeleyle baş edilebilir.
Neme lazımcılık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, 'bak mücadele eden insanların başına neler geliyor' endişesi; kanıksamak, alışmak baskıcı iktidarların ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu duygulara kapılmış insanların çokluğu/azlığı iktidarın gücünü/güçsüzlüğünü belirliyor. Bize dayatılan enflasyonist, yoksulluk sınırının altında sefil yaşama karşı, bütün meslek gruplarının grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı için, ifade özgürlüğümüz için, ranta mahkum edilen betona gömülen kentimizi savunmak için, kültürel ve sanatsal özgürlük için sansüre karşı, seküler, bilimsel parasız eğitim hakkı için, güvenli, kolay erişilebilir ve sermayeye teslim edilmemiş sağlık hizmetleri için, güvenli trafik, güvenli bisiklet sürmek için, hayvan haklarını savunmak için...vb örgütlenme alanları ne kadar güçlenirse/genişlerse/çeşitlenirse o kadar umut vardır.
‘Gidecekler, gitmeliler’ gibi bir beklentiyi gerçek kılmak istiyorsak birlik, dayanışma, demokrasi ruhuyla sokaklarımızdan başlayarak örgütlenmeliyiz. Demokrasinin gücü, halkın örgütlenmesinin yoğunluğuyla bağlantılıdır. Seçimden seçime sandık başına gitmekle ya da TV’lerimizin başında ya da kaldırımlarda, balkonlarımızda demokratik direnişleri alkışlayarak görevimizi yerine getirdiğimizi sanıyorsak yanılıyoruz. Kanepelerimizden kalkıp, konfor alanımızdan çıkarak müdahil olmak zorundayız, müdahil olmak için örgütlenmek zorundayız. Oturduğumuz yerde demokrasiye ve özgürlüklerimize kavuşmayacağız.
Yorumlar (0)