Ruhi Su: Halkın Yankılanan Sesi

"Ruhi Su’nun öyküsü, işte bu başkaldırıda saklı. O, Yunus’un insana tapınan ruhunu alır, Hasan Dağı’nın zincirlerini kırar, Şişli’nin üç kızını gökyüzüne taşır, Karadeniz’in on beş yoldaşını dalgalarından kurtarır. Sesini, Anadolu’nun her köşesine serper: Köylerde, fabrikalarda, meydanlarda. Devrimci bir ozan olarak, susturulmak için değil, haykırmak için doğar. Hapishaneler onu ezer sanır, ama o, şarkılarıyla duvarları aşar. “El kapıları” çalar, “Sabahın sahibi var” der; umudu, acıyı, öfkeyi bir araya dokur. Bugün, 2025’in eylülünde bile, onun türküleri yankılanır: Bir genç, bir işçi, bir âşık dinlerken, o üç kızın adını, on beş yoldaşın çığlığını fısıldar. Ruhi Su, gitmez; halkın içinde yaşar, kabeyi insan kılar."

   Ruhi Su: Halkın Yankılanan Sesi

Ruhi Su: Halkın Yankılanan Sesi

Anadolu’nun doğu ucunda, Van’ın karlı dağları arasında,  1, Ocak, 1912 yılında bir yıldız gibi doğdu Mehmet Ruhi Su. Halk müziğinin efsanevi sesi, bestecisi ve şairi; bağlamanın tellerinde özgürlüğü dokuyan bir usta. Adı, türkülerin rüzgârında yankılanır:  Ruhi Su, ezgilerin devrimcisi, halkın yankılanan kalbi.

Hayatı, acının ve direnişin şiiri gibi akar. Öksüz bir çocukluk, notaların kucağında büyür; sesi, Anadolu’nun derin yaralarından süzülür. Türküleri, sadece ezgi değil, bir isyanın manifestosu; bağlamanın tellerinde özgürlüğün çığlığı.  1985’in eylülünde, İstanbul’un gri gökleri altında son bir ağıt yakar. 12 Eylül darbecilerinin demir zincirleri, yurtdışına çıkışını engeller; kemik iliği kanserinin pençesinde, tedavi umudu sönük bir mum gibi erir. O, hayata veda ederken, türküleri kalır: Sonsuz bir miras, halkın soluğunda yaşayan.

Dağların arasında, rüzgârın ezgileriyle yoğrulmuş bir adam düşünün. Adı Ruhi Su, bir ozan, bir ses, bir başkaldırı. O, Yunus Emre’nin yolundan yürüyen, ama zincirleri kıran bir yolcu. “Benim kabem insandır,” derken, kutsalın tahtını insan yüreğine kurar. Kuran da kurtaran da insan oğlu insandır, diye fısıldar türkülerinde. Çağdaş bir Yunus, ama elleri toprağa değen, kanla sulanmış bir Yunus. Onun şarkıları, Anadolu’nun derin yarıklarında doğar; ezilenin gözyaşından, özgürleşenin coşkusundan süzülür. Ruhi Su, sadece bir sanatçı değil, halkın kesilen sesine karşı yükselen bir haykırış.

Hasan Dağı’nı anımsayın. O heybetli dağ, gökyüzüne uzanır ama bazen bir gardiyana dönüşür. “Hasan Dağı, Hasan Dağı, eğil eğil eğil bir bak,” diye seslenir Ruhi Su, sesinde hem hüzün hem öfke. “Sıkıyor zincir bileğimi, jandarmada din iman yok.” Bu dizeler, bir türküden öte, bir isyan manifestosu. Dağlar eğilmez sanırsınız, ama insan eğilir bazen; kelepçelerin soğuk demirinde, özgürlüğün boğazında. Ruhi Su, bu sözlerle devrimci bir itiraz çizer: Halkın sesi kesilmesin diye, zincirleri şarkıya dönüştürür. O, hapishane duvarlarında bile susmaz; aksine, her demir parmaklıkta bir ezgi doğurur. Hasan Dağı, onun simgesi olur: Doğa bile zulme boyun eğmez, insan neden eğsin? Bu türkü, 1970’lerin karanlık günlerinden sızar, işkencenin, sürgünün, susturmanın hikâyesini anlatır. Ruhi Su, burada bir ozan olmanın ötesine geçer; bir devrimci olur, halkın kesik damarına dikiş atan.

Ve sonra, o unutulmaz yürüyüş… Şişli Meydanı’nda üç kız. Biri Çiğdem, biri Nergis, diğeri belki bir sabahın ilk ışığı. Güpegündüz vurulurlar, meydanın ortasında, umudun tam göbeğinde. 1 Mayıs 1977, İstanbul’un kalbi atarken. Beş yüz bin emekçi, Şişli’den Taksim’e akar; bir nehir gibi, taşkın, coşkulu. Öyle bir İstanbul görülür ki o gün: Fabrika dumanlarından, alın terinden örülmüş bir şehir. Ama kurşunlar yağar, üç kız yere serilir. “Çiğdem koyduk çocuklarımızın ismine,” diye ağıt yakar Ruhi Su, sesi titreyerek. Bu, bir şarkı değil, bir yara; kanayan bir yara ki, hâlâ sızlar. O üç kız, binlercesinin simgesi olur: Emekçinin kızları, devrimin tohumları. Taksim’e giriş, zaferle değil, acıyla mühürlenir. Ruhi Su, bu trajediyi türküye döker; “Sorarlar bir gün, sorarlar sabahın sahibini.” Kim soracak? Tarih mi, vicdan mı, yoksa yarınki çocuklar mı? O yürüyüş, sadece bir miting değil; bir başkaldırının destanı. Beş yüz bin ses, üç kurşunla susturulmaz; aksine, Ruhi Su’nun boğazında yeniden doğar.

Karadeniz’in hırçın dalgaları, Ruhi Su’nun sesinde başka bir hikâyeyi fısıldar: On beş yoldaşın ağıtı. 1960’larda, Tirebolu açıklarında bir tekne batar; on beş devrimci, Karadeniz’in soğuk sularında yitip gider. Ruhi Su, bu kaybı yüreğine kazır ve “On Beşlere Ağıt” ile onları sonsuza taşır. “Karadeniz’in dalgaları, yoldaşları yutmuş,” der türküsünde; sesi, dalgaların öfkesiyle, yitip gidenlerin umuduyla doludur. Bu ağıt, sadece bir yas değil, bir direnişin yankısıdır. O on beş can, devrimin neferleri, Karadeniz’in koynunda uyur ama Ruhi Su’nun dizelerinde dirilir. “Denizler durulmaz, dalgalanır,” dercesine, onların mücadelesi türküyle devam eder. Bu ağıt, Ruhi Su’nun halkına bağlılığının bir başka kanıtıdır; her bir yoldaş, onun sesinde bir meşale olur, karanlığı yırtar.

Ruhi Su’nun öyküsü, işte bu başkaldırıda saklı. O, Yunus’un insana tapınan ruhunu alır, Hasan Dağı’nın zincirlerini kırar, Şişli’nin üç kızını gökyüzüne taşır, Karadeniz’in on beş yoldaşını dalgalarından kurtarır. Sesini, Anadolu’nun her köşesine serper: Köylerde, fabrikalarda, meydanlarda. Devrimci bir ozan olarak, susturulmak için değil, haykırmak için doğar. Hapishaneler onu ezer sanır, ama o, şarkılarıyla duvarları aşar. “El kapıları” çalar, “Sabahın sahibi var” der; umudu, acıyı, öfkeyi bir araya dokur. Bugün, 2025’in eylülünde bile, onun türküleri yankılanır: Bir genç, bir işçi, bir âşık dinlerken, o üç kızın adını, on beş yoldaşın çığlığını fısıldar. Ruhi Su, gitmez; halkın içinde yaşar, kabeyi insan kılar.

Bu öykü, bitmez. Hasan Dağı hâlâ eğilmez, Şişli Meydanı hâlâ yürür, Karadeniz dalgalarında yoldaşlar hâlâ çağırır. Ve Yunus’un torunu, sesiyle direnir.


Hayali gönlümde yadigar kalan bir yanım deryada çalkanır şimdi... 15 mürşit ile salınır şimdi... bir yanımda Suphi, Nejat ölüyor, bir yanım deryada çalkanır şimdi... Böyle gitmez birgün hesap sorulur...

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış