Sol Aslında Ölü mü?

Kapitalist sistemin kendisini tahkim ettiği bu dönemde bile sosyalistler ciddi, derslerle dolu girişimlere önayak oldular. Teorik bir yenilenme ve gelişme dönemi yaşadılar, örneğin(Kuruçeşme ile başlayan süreci kastediyorum). Hala farklı farklı sosyalist sektörlerde değişik şekillerde devam ediyor. Hakeza bir araya gelemez denilenlerin bir araya geldiği küçümsenmeyecek sürelerde, küçümsenmeyecek izler bıraktıkları bir deneyim yaşadık. Kürt siyasi hareketinin sol bir programla ve kimi sosyalist güçlerle siyasi arenada yer aldığı ve kimsenin inkar edemeyeceği başarılarla mücadelesini bugüne kadar sürdürdüğü bir gelişme, bu 35 yıllık sürecin başat çizgilerinden biri oldu. Ve tabii ki GEZİ… Muktedir sistemin hala korkusunu yaşadığı Gezi. Geçerken, birkaç yıldır demokrasi adına CHP şahsında yaşanan başarıların sol programın zemininde güç bulduğunu/aldığını belirtmeden olmaz. Sosyalist birikim hala uzun yılların tozlarını üzerinden-zorlu ve çok yönlü bir mücadele içinde-atmaya çalışıyor.

Sol Aslında Ölü mü?

“….Ümit ve şevk kırıcı olan şey ise, solun böyle bir ortamda bu denli güçsüz, biçare ve zavallı halde oluşudur.

“…Solun /solcuların konuşma ve gündemleri niçin hiçbir ilgi ve merak uyandırmamaktadır….

“…Önce gönüllere dokunmaktan ümitli ve coşkulu bekleyişlere vesile olmakta düşmüş , uzaklaşmış bir sol zaten ölü sayılmaz mı?...”

“…Hakikatin bilgisine eksiksiz bir biçimde sahip olduğu inancında ve varolan toplumsal maddi gerçekliği o bilgiyle uyumlu hale getirmek üzere hiçbir engel ve sınır tanımama tavrında dile gelen tuhaf bir tatmin , bir tür kendini tatmin hali bu….”

“…Sol kibir de benzer biçimde epistemolojik bir çerçevenin, teorik/politik bir vasatın ürünü değil midir zaten…”

Bu yazarak düşünme denemesi, Erdoğan Özmen hocanın bir yazısını - Birikim Dergisindeki Sol Kibir Üzerine yazısını temel alıyor (bkz: https://birikimdergisi.com/haftalik/11804/sol-kibir-uzerine)

Erdoğan hoca, genel ve herkesin meşrebine göre çerçevelendirebileceği bir ‘sol’ yerine, daha somut bir ‘sol’ tanımı üzerinden tezini temellendirseydi çok daha anlamlı ve öğretici bir tartışmaya yol açabilirdi. Söylediğim şeyin, önerdiğim tercihin çok riskli olduğunu, öyle yapsaydı böylesine önemli bir tartışmanın polemikler yoluyla heba olmasına yol açabileceğinin de farkındayım. Çok kuvvetle muhtemeldir ki hoca da bu saikle daha somut bir tanımdan kaçınmış. Ancak hocanın fikirlerini belirsiz bir ‘sol’ kavramının üzerinden tartışmasının da en azından yeterince bir ilgiyi tetiklemeyeceğini düşünüyorum. Daha da ötesi bir kısım ‘sol’ reaksiyoner bir tutumla, biz o ‘sol’ değiliz rahatlığıyla savuşturacaktı, diğer kısmı da biz değiliz ama ‘onlar’ öyle rahatlığıyla... Ancak her tarafa çekilebilir bir ‘sol’ tanımı üzerinden ya da kastedilen sol tanımı netleştirilmeden yukarda alıntılanan sert fikirler ve benzer daha birçoğu art arda sıralanınca ‘iyi de bu geniş yelpaze ne kadar bu sıfatların içine oturuyor, oturtulabilir’ sorusu kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor.

Bu sıfatları özetleyecek olursak; ‘güçsüz, biçare ve zavallı sol’, ‘hiçbir şekilde merak uyandırmayan gündem sahipleri’, ‘ölü sol’, ‘hakikatin bilgisine sahip olma mutlak inancı, tuhaf bir tatmin, bir tür kendini tatmin hali’, ‘bu teorik/politik vasatın ürünü kibir’.


Sol Aslında Ölü mü?

Baştan belirtmeliyim ki bu tanımlamaların bütününü içine alan genel bir SOL’dan bahsetmek ne kadar mümkündür hiç emin değilim. Peki hocanın bu sert ifadelerinin her yönüyle ve her sol için tamamen geçersiz olduğu söylenebilir mi, tabii ki hayır… Yukarıda hocanın ‘sol’ tanımından çıkardığım çevrelerin her biri tamamen ya da konjonktürel olarak bu zaaflarla malul olmuştur, olmaktadır denilebilir. İşte burada da benim önemli gördüğüm bir temel eksikliğe denk geliyoruz; varılan tespitlerin tanımlanan zaafların yakın tarihi-mesela 1989 sonrası- gerçekliklerin, politik ve sosyolojik analizi temelinden yoksun oluşu. Yine denilebilir ki, Hocanın uzmanlık alanı psikoloji/Davranış Bilimleri. Doğrudur ve zaten söylemek istediğim de odur. Uzmanlık alanının sınırları ve bu sınırlar içinde kalma ısrarı bu tür iddialı tanımları, sert ifadeleri tartışmalı kılıyor. Sol dediğiniz, bir uzmanlık alanının dar sınırları etrafında analiz edilebilecek ve buradan yola çıkarak bu tür köşeli sonuçlara ulaşılabilecek bir kategori değil diye düşünüyorum.

Hocanın bahsettiği ‘sol’dan ben, chp’den, liberallerden, en radikal birim ve inisiyatiflere kadar çok geniş bir yelpazeyi çıkarsıyorum. Kendisi bir çerçeve çizmediği için belki de benim bu çıkarsamam da yanlış. Ama benim hocanın ‘sol’ ifadesinden anladığım bu ve bu konuda yapacağım bir şey yok.

Bir iki notumu paylaşmadan önce kendimi içinde gördüğüm ‘sol’un bir tanımını yapmam gerekiyor. Ben sınıfların mücadelesinin insanlık tarihinin itici gücü olduğuna inanıyorum. Sınıfların, ezen ezilen yöneten yönetilen ayrımının, kafa ve kol emeğinin, baskı ve sömürünün ortadan kalktığı, savaş baltalarının sonsuza kadar toprağa gömüldüğü, eşitlik ve özgürlük ideallerinin galebe çaldığı büyük uyum dünyası(komünizm) safındayım. Şu kısa tanım bile, ayrıntı ifade etmem gerekmeksizin belirtmeliyim ki, 35 yıldır alaycı bir ‘kibir/yok sayma/hala mı…’ suçlamalarına maruz kalıyor. Rahatlıkla söylenebilir ki bu çizginin sahipleri 35 yıldır varlıklarını, iddialarının geçerliliğini kanıtlamaya ve kendilerine bir alan açmaya çalışıyorlar. Marksistim demek, hele hele Marksist Leninistim demek alaycı bir kibirle karşılaşıyor. Tarih sonlanmıştı. Artık büyük uzlaşma ve empati çağı açılmıştı. 90’lı yılları 2000’li yılların başlarını hatırlayınız.

1989 duvarın yıkılışından sonra maruz kaldığımız ve 35 yıldır amansızca devam eden bu topyekun saldırı karşısında ‘kendi hakikatine bağnazca inanmak, onlar/ötekiler diye tanımladıklarına su geçirmez bir karşı tavır, egemen sistemin yıkılmazlığına olan çaresiz bir kabullenme’ eğiliminin uç vermemesi düşünülemezdi, herhalde. Bir tür savunma refleksi…

Kapitalist sistemin kendisini tahkim ettiği bu dönemde bile sosyalistler ciddi, derslerle dolu girişimlere önayak oldular. Teorik bir yenilenme ve gelişme dönemi yaşadılar, örneğin(Kuruçeşme ile başlayan süreci kastediyorum). Hala farklı farklı sosyalist sektörlerde değişik şekillerde devam ediyor. Hakeza bir araya gelemez denilenlerin bir araya geldiği küçümsenmeyecek sürelerde, küçümsenmeyecek izler bıraktıkları bir deneyim yaşadık. Kürt siyasi hareketinin sol bir programla ve kimi sosyalist güçlerle siyasi arenada yer aldığı ve kimsenin inkar edemeyeceği başarılarla mücadelesini bugüne kadar sürdürdüğü bir gelişme, bu 35 yıllık sürecin başat çizgilerinden biri oldu. Ve tabii ki GEZİ… Muktedir sistemin hala korkusunu yaşadığı Gezi. Geçerken, birkaç yıldır demokrasi adına CHP şahsında yaşanan başarıların sol programın zemininde güç bulduğunu/aldığını belirtmeden olmaz. Sosyalist birikim hala uzun yılların tozlarını üzerinden-zorlu ve çok yönlü bir mücadele içinde-atmaya çalışıyor.

Sosyalist 'sol'cuların da, onlar hakkında analiz yapanların da bu mücadelenin 'ultra' maraton mücadelesi olduğunu bilince çıkarmaları gerekli, sanırım.

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış