27 Ekim’de Bahçeli’nin konuşmasıyla vücut bulan ‘sürece’ ilişkin suçlama, eleştiri, kaygılar farklı çevrelerde ve farklı içeriklerde yoğunlaşıyor. Kimi çevrelerde de bu eleştiri, suçlama ve dile getirilen kaygılar aynı sepete doldurularak tamamen reddediliyor. Bu reaksiyoner tutumu anlamak çok zor değil. Yıllardan beri iktidarın her türlü baskı ve zulmüne maruz kalan ve bu konuda ağır bedeller ödeyen bir geleneğin, kimi çevrelerin ‘ata sporu’ haline getirdiği, temcit pilavı gibi tekrarladıkları ‘bak gördün mü, iktidarla anlaşıyorlar, anlaştılar’ suçlamaları karşısında bizar olmamak mümkün değil. Hele ‘bak nasıl da gülüyorlar, bak ellerini de sıkmışlar, şunu demişler, bunu demişler, bakın kimlerle görüşüyorlar’ şeklindeki eleştiriler bunca yıldır her şeye rağmen demokrasi cephesindeki yerini terk etmemiş bir gelenek taraftarlarını öfkelendiriyor, belli ki. Kuşkusuz, ‘ulusalcı’- Türkçü-ırkçı , Kürt talep ve kaygılarına umursamaz bir tavırla yaklaşan, onlarla bunca olup bitene rağmen bir empati oluşturmayan kimi çevrelerin suçlamalarından söz ediyorum. Onlar daha yakın zamana kadar külliyen inkarcı bir zümrenin köhnemiş taraftarları. Onlar ‘Kürt anasını görmesin’ciler.
Bu reaksiyoner çevreler birazcık tepkiselliklerinden ve öfkelerinden sıyrılabilirlerse, yukarıdaki bağnaz suçlamalar yanında samimi, kaygılı duyarlılıkların ve uyarıların da olduğunu fark edecekler. Bu kaygı ve duyarlılıklar da, uyarılar da görmezden gelinmeyi hak etmiyorlar. Diğerleriyle aynı kefeye konmayı hak etmiyorlar. Hemen ‘Kürtler bedel öderken siz, tuzukurular neredeydiniz?’, ‘En zor zamanlarda bir el uzattınız mı ki şimdi hesap soruyorsunuz, uyarıyorsunuz, eleştiriyorsunuz? Biz ağır bedeller ödedik’ tepkiselliğine savrulunuyor.
‘Ne kaygısı mı’ diyorsunuz? Meşakkatle ve yıllara yayılan çabalarla oluşturulan ve anlamlı bir genişliğe ve kitleselliğe ulaşan ‘demokrasi ittifakı’nın ve duygu birliğinin son gelişmelerle,-biraz da sürecin(!) şeffaf olmamasından dolayı- zarar görmesi ihtimali, görüyor olması. 25 yıllık otokrat iktidar muhtemel ihtimaller ve gelişmeler dahilinde ömrünü uzatma olanağı bulur mu endişesi.
Muhalefete Kama
Cumhur ittifakı 2023 seçimlerine giderken stratejisini Dem Parti'yi hedef tahtasına oturtarak kurguladı. Terörist örgütlerin uzantısı olarak kodladığı Dem parti’nin üzerinden her aracı kullanarak başta CHP ve altılı masanın C. Başkanı adayı Kılıçdaroğluna yüklendi. Dezinformatif haber sağanağının yanında troller aracılığı ile ve kurgu videolarla seçim kampanyası sürdürdü. Merkez medya üzerindeki etkisini de tepe tepe kullanarak asimetrik bir propaganda çalışması sürdürdü. Dem Parti üye ve taraftarlarına yönelik gözaltı ve tutuklamalar furyası kampanyanın bir başka hukuksuz uygulamalar boyutuydu. Kılıçdaroğlu ve CHP’yi teröristlerle işbirliği içinde göstererek bir seçim başarısına(!) az bir farkla da olsa imza attı.
31 Mart 2024 yerel seçimlerinden CHP’nin birinci parti olarak çıkmasıyla birlikte Cumhur ittifakı okun sivri ucunu CHP’ye yöneltti. Tabii ki Dem Partiyi hedef almaktan vazgeçmeyerek. Kayyum atamaları furyasına CHP’li belediye başkanlarını da dahil ederek. Tutuklamalarla. Bu dönemde İktidar güçleri stratejilerini Dem’i en azından tarafsızlaştırarak, demokrasi kuvvetlerini yalnız bırakmak amacıyla muhalefetin arasına kama sokmak olarak belirlemiş görünüyor. Bu endişe/tespit yersiz denilemez. Özellikle İktidar tarafının çok yakın zamana kadar ve hala Dem Parti ve taraftarlarına yönelik baskıları ve tehditkar söylemleri dikkate alındığında, ‘bu da nereden çıktı’ şaşkınlığı yersiz olabilir mi? Ve tabii ki İktidarın doyumsuz bir iktidarda kalma inadı ve bütün çabalarını bu amaca hasrettiği düşünüldüğünde. Ve bu amacın da muhalefetin parçalanması ile ya da bir kısmının iktidara pasif de olsa bir destek sağlamasıyla ancak mümkün olabileceği bilindiğinde. Hızla eriyen, prestij kaybeden iktidarın tek ama tek umudunun muhalefetin likidite edilmesiyle mümkün olduğu açıkken. Muhalefetin ana aktörü olan CHP yönetimi ve çevresinin de bütün demokrasi güçlerini çeşitliliği ile-üstelik sokakta bile- kucaklamaya çabaladığı bir dönemde, demokratik muhalefetin bütünlüğü üzerinde endişeyle titizlenilmesi çok mu gariptir? Muhalefet parçalanmazsa otokratik iktidarın sonu kaçınılmaz net bir gerçek.
Denilebilir ki¸ söz konusu olan Dem Parti’nin hangi tutum ve söylemlerinde muhalefeti bölme potansiyeli keşfettiniz de endişeleniyorsunuz? Özensiz ve yoruma açık kimi söylemler ve ilan edilen mesajlar dışında ya da sürece(!) dönük tam bir angajman dışavurumu dışında, hayır. Ancak itiraf etmek gerekirse belki de daha çok iktidarın ‘şapkadan tavşan çıkarma’ yeteneği ve Osmanlı bakiyesi ‘oyun’ tertip etme potansiyeli dolayısıyla endişe büyük. Bu kadarı da anlaşılabilir ve anlaşılabilmeli de.
Denilebilir ki; ‘Bunca tecrübeye sahip bir hareket olarak biz bunu görmüyor muyuz ya da bize istikamet belirleyemezsiniz ya da demokratik ittifakın öncelikleri diye belirlediğiniz siyasi pozisyona Kürt siyasi hareketinin kendi demokratik amaçlarını/ihtiyaçlarını hapsedemezsiniz/tıkıştıramazsınız’, haklı olabilirsiniz. Ama ‘bize ne iktidarda kimin olduğundan, biz taleplerimizin gerçekleşmesi için çabalıyoruz’da demediniz/demiyorsunuz. Ancak, sonuçta 90’lı yıllardaki gibi ülkenin batısının kulakları sağır eden sessizliği ortamında değiliz. Sorun demokratik ittifaka, batısıyla doğusuyla halklar arasında oluşmaya başlayan duygu birliğine zarar vermeden, iktidara kendisini yenileme imkanı sunmadan, egemen güçlerin muhtemel provokasyonlarını da hesaba katarak bu özgün/demokratik amaçlara ulaşma yolu var mıdır? Bu soru sürecin her aşamasında önümüzde duracak.
‘Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmakta var’.
Yorumlar (0)