Türkiye’nin siyasal sistemi, son yıllarda derin yaralar aldı. Özellikle basın özgürlüğü ve muhalif seslerin susturulması, rejimin otoriter eğilimlerini gözler önüne seriyor. En son örnek, Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın “casusluk” iddiasıyla gözaltına alınması ve kanalına apar topar kayyum atanması ve atanan kayyumun editoryal bağımsızlığı hiçe sayıp, yayın akışına müdahale etmesi... Bu olay, adalet sisteminin nasıl bir hukuk garabetine dönüştüğünü, her an her muhalif kişi veya kuruluşun sadece iddialar üzerinden (yargılanmadan) suçlamalarla tutsak edilebileceğini net bir şekilde anlatıyor. Yangından mal kaçırır gibi alınan bu karar, seçimsiz, muhalefetsiz ve basınsız bir ülke inşa etme çabasının somut bir tezahürü gibi görünüyor.
Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınması, casusluk "iddiası" ile başladı. İstanbul Sulh Ceza Hakimliği, ABC Radyo Televizyon ve Dijital Yayıncılık A.Ş.‘ye Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nu (TMSF) devredilmesine ve kayyum atanmasına karar verdi. Bu karar, savcılığın yürüttüğü soruşturmaya dayanıyor ve Yanardağ’ın yabancı istihbarat servisleriyle bağlantılı olduğu iddia ediliyor. Kanalın ana haber bülteni, kayyum heyetinin binaya ulaşmasıyla yarıda kesildi ve "penguenler" ve silahların tanıtıldığı tanıtımlar döndürülmeye başlandı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu olayı “FETÖ filmlerini hatırlatan bir zorlama” olarak nitelendirdi ve “Biz bu filmleri çok gördük. FETÖ hiçbir şey beceremediğinde döner casusluk suçlaması yapardı” dedi
Bu olay tekil değil; Türkiye’de basın özgürlüğünün sistematik bir şekilde erozyona uğradığının en taze kanıtı. Freedom House’un raporlarına göre, Türkiye “Özgür Olmayan” ülkeler kategorisinde yer alıyor, hem sivil özgürlükler hem de internet özgürlüğü açısından. AKP/ MHP hükümet döneminde yüzlerce gazeteci tutuklandı, düzinelerce medya kuruluşu kapatıldı veya el değiştirildi. Committee to Protect Journalists (CPJ) raporunda, Türkiye’nin gazetecileri hapse atma konusunda dünya lideri olduğu belirtiliyor – 2012’den beri onlarca gazeteci, hükümeti eleştiren yazıları nedeniyle uzun hapis cezalarına çarptırıldı.
Basın üzerindeki baskı, sadece tutuklamalarla sınırlı değil. Açık Radyo’nun kapatılması, bunun çarpıcı bir örneğiydi. Radyo, bir programda “Ermeni soykırımı” ifadesini kullandığı için lisansını kaybetti. Bu, ifade özgürlüğünün nasıl cezalandırıldığını gösteriyor. Benzer şekilde, Gezi Parkı protestoları sırasında hükümet, medyayı susturmak için yoğun çaba sarf etti. "Penguen" belgeseli yayınlayan kanallar hatırlarda: CNN Türk, protestoları görmezden gelerek penguenleri ekrana taşıdı, çünkü hükümet baskısı altında kalmıştı. Güneydoğu’daki çatışmalarda ise medya blackout uygulandı; gazeteciler bölgeye sokulmadı, haberler sansürlendi. Bu dönemde, Kürt medyası hedef alındı: Özgür Gündem gazetesi defalarca kapatıldı, editörleri “terör propagandası” suçlamasıyla hapsedildi.
Muhalefet baskısı da aynı hukuksuzluğun parçası. Adalet sistemi, muhalifleri “terörist”, “casus” veya “darbeci” diye etiketleyerek sindiriyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, benzer bir “casusluk” soruşturmasıyla karşı karşıya – danışmanı Necati Özkan’la birlikte. Girişim, birçok muhalif yazar tarafından yerel seçimlerdeki zafere misilleme olarak değerlendiriliyor.. Selahattin Demirtaş’ın yıllardır hapiste tutulması, HDP’nin kapatılma davası, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi… Hepsi, yargı eliyle muhalefeti siyaseten parçalama stratejisinin örnekleri olarak değerlendiriliyor.
Tele1’e kayyum atanması, bu zincirin son halkası ama belki de en tehlikelisi. Kanal, muhalif yayınlarıyla biliniyordu; şimdi TMSF eliyle yandaş bir kayyum kontrolünde, muhtemelen hükümet yanlısı bir çizgiye çekilecek. Benzer uygulamalar, yandaş kayyumlar eliyle birçok basın kurumuna daha önce de işletilmişti – hepsi susturuldu veya dönüştürüldü. Bu, basınsız bir toplum yaratma çabası: RTÜK cezalarıyla Halk TV ve Fox TV gibi kanallar milyonlarca lira ceza ödüyor, yayınları karartılıyor. İnternet sansürü de cabası: Wikipedia yıllarca engellendi, İnternet yayıncılığı kısıtlandı.
Tüm bunlar, demokrasinin kırıntılarını bile tehdit ediyor. Muhalif partiler yaptığı açıklamalarla durumu sert bir dile kınadı:
DEM Parti, "Toplumun haber alma hakkının ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınmasını geçmişte de kabul etmedik, bugün de kabul etmiyoruz.”
Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) sosyal medya hesabında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın TELE 1 Televizyonu'na Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun yönetim kayyumu olarak atanmasına ilişkin açıklama yapıldı. Açıklamada, "TELE1 susturulamaz, özgür basın susturulamaz! Yıllardır emekçi halktan yana ve gerçeğin peşindeki yayıncılık ilkesiyle sansüre, baskıya karşı mücadele eden dostlarımızı yalnız bırakmayacağız" ifadeleri kullanıldı.”
SOL Parti,1"9 Mart’la başlayan darbe süreci Tele 1’e kayyum atamasıyla sürdürülüyor. Kayyum rejimi, bu yeni saldırısıyla “casusluk” adı altındaki soruşturmanın amacını net biçimde ortaya koymuştur. Tele 1’e yönelik bu saldırı özgür basının susturulduğu muhalefetsiz bir siyasal düzen içinde, seçimlerin göstermelik hale geldiği bir rejim kurgusunun parçasıdır. Bu zorbalıklar toplumun bu rejimden kurtulma iradesini ve kazanma azmini daha da pekiştirecektir. Sonuç olarak, Merdan Yanardağ ve Tele1 olayı, bir dönüm noktası. Basın özgürlüğü olmadan demokrasi olmaz.”
EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan: TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın gözaltına alınmasına tepki gösterdi. Aslan suçlamalar için 'Casusluk senaryosu' diyerek, "Merdan Yanardağ’ın “casusluk” gibi suçlamalarla hedef alınması ve yıpratılmak istenmesi kabul edilemez" dedi.
TKP'nin mesajı ise şöyle oldu: Demokrasiden yana bütün kurum ve kuruluşların ortaklaştığı nokta ; AKP iktidarının bu sabah saatlerinde hukuksuz ve akıl dışı suçlamalarla gazeteci Merdan Yanardağ’ı gözaltına alması, sonrasında da polis eşliğinde Tele 1’e el koyup kayyım ataması her yönüyle skandal olduğu noktasındadır."
Gözaltına alınan Merdan Yanardağ, gazeteci Berrak Güngör aracılığıyla şu tepkiyi gösterdi:
"Asıl amaçları ortaya çıktı. Hedefleri Tele1’i ve beni susturmak. Totaliter bir rejime doğru ülkenin sürüklendiğinin işaretidir. Basın özgürlüğüne ilişkin ağır bir darbedir. Türkiye’yi susturmak, halkı susturmak, tarihin akışını değiştirmek mümkün değildir. Ben iyiyim. Bu halkın bizi yalnız bırakmayacağına inanıyorum. Hiçbir yalan, gerçekten daha güçlü olamaz. Bu bir zorbalıktır. Basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmaktır. Bağımsız medyaya ve muhalif görüşlere tahammülsüzlüktür." açıklamasında bulundu.
Diyoruz ki: Gazetecilik Suç Değildir... İfade Özgürlüğü Engellenemez...
.
Yorumlar (0)