Yine mi Kılıçdaroğlu? Nafile bir çaba mı?

Ülkenin gündemine yine bir anda Kemal Kılıçdaroğlu düştü. Tam da artık sessiz sedasız köşesinde oturur emekliliğin tadını çıkartır, bilge adam saygısıyla arada bir ziyaretçilerini bekliyor derken...

Yine mi Kılıçdaroğlu? Nafile bir çaba mı?

Ülkenin gündemine yine bir anda Kemal Kılıçdaroğlu düştü. Tam da artık sessiz sedasız köşesinde oturur emekliliğin tadını çıkartır, bilge adam saygısıyla arada bir ziyaretçilerini bekliyor derken...

23 yılın sonunda istibdada dönüşen AKP iktidarından kurtulmanın umudu yoksul ve yoksun geniş kitlelerde ses getirmeye başlamışken, bir anda Gandi lakabı yakıştırılmış pasifist bir siyasi karakterin koltuk ve makam sevdasına yönelik küfürler içinde bulduk kendimizi. Toplumsal muhalefetin giderek yükseldiği, ezelden beri kararsız ve ümitsiz genç kitlelerin hamaset siyasetine ve devlet erkinin baskısına karşı kendini ifade etmeyi becerebildiği bir dönemde Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu zıpçıktı tavrını sadece "koltuk ve makam hırsı" ile tanımlamak ne mümkün?!.

Kılıçdaroğlu, yaşı 80’e yaklaşmış, kurucu cumhuriyet kuşağının ebeveynliğinde, devletçi bir siyasetin kültürüyle yetişen bir kuşağın üyesi. Yoksul Anadolu köylüsü bir ailenin çocuğu olarak, devletin olanaklarıyla okumuş sadakatli bir devlet bürokratı. Bu "devlete sadakat" anlayışıyla da kendini geliştirmiş, hasbelkader siyasete girmiş ve bugüne kadar da bu "kutsal(!)” görevle, rejimin özüne dokunmadan “gereğini(!)” yapmış, yine rejimin tanımladığı sınırlar içinde kontrollü muhalefet görevini yerine getirmiş tipik bir siyasetçi. Yakın tarihimizdeki Baykal, Ecevit örneklerinde olduğu gibi...

Tıpkı öncülleri gibi, geçmişte toplumsal muhalefetin örgütlü biçimde yükseldiği dönemlerde, kontrolsüz sokak muhalefetine izin vermeyen ve bu yolda her türlü "etkin önlem"i almaktan sakınmayan, adı "muhalefet" lideri sayılan, statükocu rejim siyaseti içinde devletin güvenliğini, muhafazasını ve bekasını, halka rağmen koruyup kollama görevini yerine getiriyor o da.

Yeni CHP yönetiminin belirgin bir yönü var: üst kadroların büyük çoğunluğu 1980’in hemen öncesi veya sonrası doğumlu, 70'li yılların rekabetçi, kavgacı ve kariyerist siyaset tarzına bulaşmamış, o dönemin özeleştirisiyle yetişmiş bir kuşak. Partinin yereldeki yönetici kadrolarıysa büyük ölçüde Gezi direnişi içinde dayanışma kavramıyla tanışmış bir kuşaktan oluşuyor... Ve belki de tarihte ilk kez sırça köşklerden ahkam keserek değil, halkla birlikte, toplumsal muhalefete öncülük yapmaya çalışan, "devletçi" ve (devleti) muhafaza eden, halka karşı statükodan yana duran bir anlayıştan sıyrılıp, "halkla birlikte, halkın içinde" siyaset yapmanın yol ve yordamını ararken, "sosyal demokrat" karakteri de keşfetmeye çalışıyor.

Elbette bu halkçı ve çoğulcu demokrasi arayışına toplumsal muhalefet ile birlikte sahip çıkmak, müesses nizamın kurucusu olan bir siyasi gücün içindeki, mevcut düzenden beslenen devletçi bürokratik kastın da çıkarına uygun değil. Bugüne dek, cumhuriyet tarihi boyunca, hatta geçen yüzyılın başındaki 1908 darbesinden beri, derdi iktidar ve yürütme erki olmayan ama varlığıyla hep mevcut düzenin koltuk değneği olmuş, olası düzen karşı muhalefetin bazen yargı bürokrasisi, bazen güvenlikçi politikalar, bazen de asker postalı ve polis copuyla hem yasal hem de gayrı nizami harp yöntemleriyle bastırılıp sindirilmesine hiç itirazı olmamış, devletin içinde kamusal olanaklarla semiren, halk ve demokrasi düşmanı, askeri ve sivil bürokratik bu kastın, maazallah(!) olası bir düzen değişikliğinde kontrol edemeyeceği bir hükümete tıpış tıpış izin vermesini beklemek nafile bir çaba olacaktı. Önce yargı içindeki klikler, ardından hükümet ortakları ve yandaş basın eliyle aylardır süregelen, halkla birlikte yılmadan ilerleyerek büyüyen, etkin bir siyasal muhalefeti bölerek etkisizleştirme çabası çare olmayınca, müesses nizamın her devirde görevli "mış" gibi muhaliflerine görev verilmiş olduğu anlaşılıyor.

Peki son kararı kim verecek?!.

Orhan Veli'nin "Pireli Şarkı"da dediği gibi;

"Bu düzen böyle mi gidecek?
Pireler filleri yutacak
Yedi nüfuslu haneye
Üç buçuk tayın yetecek."

Bıçak kemiğe dayandıysa eğer gerçekten, elbette ki "durduramayacaklar halkın coşkun akan selini"...

Kılıçdaroğlu da arkasından onu ittirip arenaya atıp ardına saklananlar da anlayacaklar elbette aynı derede bir kez daha yıkanmaya çabalamanın artık nafile olduğunu.

Yazar can çınar

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış