Görülmüştür!
Nerdeyse umutsuzluğun dibini bulduğumuz yerde ve zamanda bile bir ışığın yanacağı, bir kıvılcımın parlayacağı, umudun güneş gibi doğacağı görülmüştür.
Nâzım Hikmet’in, hem sağlığı hem memleketin vaziyeti iyi olmadığı zamanlarda, en karanlık günlerde bile “iyimserim dostlar akarsu gibi” diyen kafası kızıl, gönlü mavi şairin, Kuvayı Milliye Destanı’nda “Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu” demesine benzer, kasabalarda, kentlerde yıldızların sevinçle gökten yere indikleri görülmüştür.
Yorgun demokratların, devrimden emeklilerin, eski solcuların, kaçak yolcuların, “yerin kulağı var” korkusuyla suspus muhaliflerin, değil sokağa gölgesine çıkmaya korkanların, “bu milletten bi halt olmaz” kibirzadelerinin, en çok da gençlere “dayılanan” her türden “dayı”nın miskinliğine, karamsarlığına, kötücüllüğüne karşın, gençlerin coşkusu görülmüştür.
Yurt sevgisinin, ülkenin bugünü kadar geleceğini de düşünmenin, Cumhuriyetin özellikle laiklik ve kadın-erkek eşitliği konusundaki kazanımlarının, iktidar 25 yıldır ne kadar baskı uygularsa uygulasın, insanın özgürlüğü demek olduğu ve bunları savunmanın, korumanın herkesin, öncelikle de gençliğin görev tanımı içinde sayıldığı bir kez daha görülmüştür.
Nerdeyse 12 Eylül 1980 askerî darbesinden beri, “etliye sütlüye hiç karışmıyorlar”, “ne dünyadan haberleri var ne Türkiye’den” suçlamalarıyla “apolitik” oldukları savlanan gençlerin, öğrencilerin Gezi’den sonra Saraçhane’de ve ülkenin her yerinde hem ülkenin hem kendilerinin bugünü ve güzel gelecekleri için söz alarak ne kadar politik oldukları görülmüştür.
Politik olanın yaşamın kendisi olduğu, yaşamın özgür olursa ancak yaşam olduğu, özgürlüğün adalet olmayan yerde anlamsız olduğu ve başta gençler olmak üzere halkın adalet talebinin her türlü tehdit, yasaklama, gözaltı, tutuklamaya karşın giderek yükseldiği görülmüştür.
Delikanlılar kadar genç kızların da hakları, özgürlükleri için her yerde ön saflarda yer aldıkları, seslerini de sözlerini de sakınmadıkları, onları “saçı uzun...” diye küçümsemeye kalkışanları pişman ettikleri, eh doğrusunu isterseniz, bu mektubun yazarı da tüm toplumsal hareketlerde kadınlara ve öncülüklerine daha çok güvendiğini de hiç saklamaz, kadının gücünü gösterdikleri görülmüştür.
Türkiye’nin eksiğiyle, hatasıyla 100 yıldır bir Cumhuriyet rejimi yaşadığı, sağladığı olanakları kullanarak onu yok edecek, monarşiye, mutlakiyet rejimine, sultanlık, padişahlık, krallık cinsinden her neyse bir otokrasiye, geriye gidişe, şeriata, dini siyasete alet ederek hüküm sürmeye izin verilmeyeceği görülmüştür.
İnsanların bir bölümünün uzun zaman aldatılmasına karşın, tümünün hiçbir zaman aldatılamayacağı, sonuçta asıl aldananların buna yeltenenler olacağı, dürüstlüğün, doğruluğun mutlaka üstün geleceği görülmüştür.
Bu mektubun alıcısı olan “içerdeki gençler”e, Gülten Akın’ın “yol olmuştur en yiğidin yanması / sana bu ateşte çokça pay düştü” dediği gibi, çokça pay düşmüştür, içerisi düşmüştür ama, Türkiye’de 1968’den beri tüm askerî ve sivil darbelere, baskı ve zorbalıklara karşı da gençlerin yılmadığı, direndiği görülmüştür.
Ruhi Su yorumuyla dinlediğimiz Mevlana’nın güzel şiirinin “Diken içindeler ama gül gibiler / Hapisteler ama şarap gibiler / Balçık içindeler ama gönül gibiler / Gece içindeler ama şarap gibiler” dediği gibi olmuştur hep. “Bu da geçer” denilmiştir, “gün gördüm günler gördüm” türküsünün ardından “hangi günü gördün akşam olmamış” diye sorulmuştur. İçerde de dışarda da yalnız olmadığımız anlaşılmış ve içerdeki gençlerimize selamın, sevginin en sıcak, en içten sözcükleriyle bu açık mektup gönderilmiştir.
Teşekkürler: Haydar Ergülen ve BirGün Gazetesi
Yorumlar (0)