ABD Seçimleri ve Emperyalizm

5 Kasım’da “bir ülke”de seçim oldu; ancak bu seçim sanki onun dışındaki Dünyada kendi seçimlerinden daha ön sırada yer aldı. Bütün Dünya bu seçime kilitlendi. Bu bir yanılsama, bir illüzyon mu, yoksa gerçekten dünyayı bu kadar ilgilendiren bir seçim miydi?

ABD Seçimleri ve Emperyalizm

ABD Seçimleri ve Emperyalizm

5 Kasım’da “bir ülke”de seçim oldu; ancak bu seçim sanki onun dışındaki Dünyada kendi seçimlerinden daha ön sırada yer aldı. Bütün Dünya bu seçime kilitlendi. Bu bir yanılsama, bir illüzyon mu, yoksa gerçekten dünyayı bu kadar ilgilendiren bir seçim miydi? Elbette ikincisi... Zira seçilen herhangi bir ülkenin başkanı değil, dünya jandarmalığı yapan ülkenin başkanıydı. Belki de bu seçime sadece Amerikan toplumu değil, ‘tüm dünya halkları katılmalıydı’. Bu esprinin gerçeklik payının hiç olmadığını söylemek de mümkün değil. Öyle ya, o istediği ülkeyi, istediği zaman işgal edebilir; istediği yönetimi dolaylı/dolaysız devirebilir; (her zaman kolay olmamakla birlikte) beğenmediği uluslararası anlaşmalara katılmaz, katılsa da işine gelmeyince ya hemen çekilir ya da istemediği maddelerini uygulamaz, Birleşmiş Milletler vb. gibi uluslararası kuruluşların işine gelmeyen kararlarına uymayabilir. ABD’nin emperyal çıkarları, tüm dünya halklarının çıkarlarından önde tutulduğu gibi, üstünde yaşadığımız gezegenin çürütülmesi sorunundan da önde tutulmaktadır. ABD yönetimi, örneğin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Rusya ile Anti-Balistik Füze Anlaşması, Biyolojik Silah Anlaşması, Global Isınmaya Karşı Kyoto Anlaşması vs. gibi uluslararası birçok anlaşmadan ya çekilmiştir, ya da anlaşmaları imzalamamıştır.

Trump seçimlerden güçlenerek çıktı; 73 milyondan fazla oyla, 69 milyonu aşkın oy sayısına erişen rakibi Harris’e karşı net bir üstünlük sağladı. Trump, Senato ve Temsilciler Meclisi seçimlerinde de yarışı önde götürdü. Güçlendi.

Trump değil de Harris kazansaydı, yine ABD, emperyalizmin dünya jandarmalığını sürdürecek, Dünyayı kan gölüne çevirmeye devam edecekti. Ancak bundan, aralarında hiç bir farkın olmadığını çıkarsamak yanlış olur. Aksi halde hem tekeller arası çelişkileri, hem de egemenlerin havuç ve sopa yöntemlerini göremez duruma düşeriz. Zira Trump ile Harris'in farklılığı havuç ile sopanın nispi farklılığından başka bir şey değildir. Sopanın yoğunlaşmasını çıkarına daha uygun görenler, Cumhuriyetçileri; hafifletilmesini daha yararlı görenler, Demokratları desteklediler. 2020 seçimlerinde Demokratları destekleyen bazı tekeller, 2024’te Demokratları desteklemekten imtina etmemişlerdi. Tabii tersi de doğru. Hemen hemen ‘fire vermiyor’ denecek kadar istikrarlı grup, silah tekelleri ve petrolcülerdir. Bu seçimde de onlar Trump’ın arkasındaydı.

Trump’ın seçimleri kazanması, halkının ve onu yönlendiren ABD egemen sınıfının neyi tercih ettiğini açıklıkla ortaya koymaktadır: işgal, savaş, katliam ve göçmen düşmanlığı... 

 

ABD, Sovyet sisteminin çöküşünden sonra dünyayı yeniden dizayn etme, çift kutuplu dünyanın tek kutbunun jandarmalığından, tek kutuplu Dünyanın tek jandarması durumuna geçme çabasına girişti. Artık “Sovyet tehdidi” kalkıp bütün güçler (emperyalistler) bölgelerinde, nüfuz alanlarında, kendi hakimiyetini kurmak istediğinden bu o kadar kolay değildi. ABD’nin ise buna tahammül edebilecek hali pek yoktu.

Dünyanın en çok petrol tüketen, üstelik tüketiminin yarısını ithal etmek zorunda olan ABD’nin yıllık cari açığı yılın ilk çeyreğinde yüzde 7.2 artarak, 237.6 milyar doları buluyor. Cari açığını Dolar’ın uluslararası olarak kabul görmesi sayesinde finanse eden ABD için, Euro’nun gittikçe istikrar kazanıp bazı ülkelerin de petrolü dolar yerine Euro ile satmaya başlaması, ABD için yıkım anlamına geldiğinden, bu durumu çözmesi gerekiyordu. OPEC’i ne yapıp edip boyun eğmeye mecbur etmeli ve bunun için de kendisine yeterince uyum göstermeyen, sorun çıkartan ülke yönetimlerini ya boyun eğdirmeli, ya da devirmeliydi.

ABD ekonomisi gittikçe sıkışırken ABD’nin siyasi olarak tüm dünya halklarıyla ve yer yer iktidarlarla çelişkileri sürekli keskinleşiyor. Çare olarak giriştiği her eylem ise, durumu biraz daha kötüleştirmekten başka bir işe de yaramıyor. Örneğin içinden kolay kolay çıkamayacağı Ortadoğu Bataklığı, bir yandan giderek derinleşen direnişe yol açarken, diğer yandan hemen bir sonraki saldırı hedefi ilan ettiği, İran...

Bu koşullarda, ABD Başkanlık seçim sonuçlarının birinci anlamı, silah ve petrol tekellerinin sopanın daha da şiddetli kullanılmasını istedikleri ve bunu ABD halkına da kabul ettirmesidir. İkinci anlamı, Trump’ın Harris karşısında kullandığı dinci ve gerici argümanların ABD halkları tarafından onaylanmasıdır. Üçüncü anlamı ise, başta Ortadoğu olmak üzere, Dünya halklarının daha şiddetli kan ve gözyaşının beklemekte olduğudur.

Büyük Ortadoğu Projesi de, ABD üstünlüğünü gerçekleştirmesinin önemli araçlarından biridir. Bu projeye göre ABD, hem AB, hem de Çin ve Rusya önderliğinde oluşacak blokların önüne önemli bir set çekmiş olacak. Saldırgan hedeflerine ulaşmaya çalışırken ABD emperyalizmini Ortadoğu’da zor günler de bekliyor. Bunun altından kalkabilmek için bölge ülkelerinin yardımına sürekli ihtiyaç duyacağı gibi, ABD’nin Ortadoğu’da, İsrail’den sonra güvenebileceği tek ülke, ‘Müslüman’ Türkiye’dir?

ABD yüklendiği misyonu yerine getirmek için muhtemelen daha vahşice saldırmaya devam edecek. Aslında görünen tek çare, ABD emperyalizminin bir an önce çökertilmesi olacaktır. Bu, dünya halklarının, hatta ABD halkının da kurtuluşu olacaktır. ABD emperyalizmi ne kadar erken çökertilirse, ABD halkı da dahil, dünya halkları o kadar daha az zayiatla kurtulmuş olacaktır. Tabii bu kurtuluşun geçici bir nefes almadan öteye gidebilmesi için, mücadele, kapitalizmin yıkılmasına, sosyalist devrime ulaşması gereklidir.

Bu anlamda, bütün AB’ci liberallerin ve diğer tüm ‘demokrasici’ anti-ABD’cilerin kavradığı gibi, ABD emperyalizmini geriletmekle iş bitmiyor; tersine belki yeni başlıyor. Zira ABD’nin bu vahşeti, ‘kötü emperyalistliğinden’ veya Trump ve ABD oligarşisinin sadistliğinden ya da demokrat olmamasından kaynaklanmıyor. Bu saldırganlığın ve vahşetin temeli, kapitalist-emperyalist sistemin korunmasıdır. Bunu görev edinen de, ABD’nin yerine kim olursa olsun, aynı uygulamalara başvurmak zorundadır. Kısacası, ABD emperyalizmi gerilese, hatta yenilse de, kapitalizm yıkılmadığı sürece, yerini başka bir kapitalist-emperyalist ülke veya ülkeler bloğu dolduracak ve dünya halkları vahşice saldırılara uğramaya devam edecektir. Gerçek çözüm, dolayısıyla hedef, kapitalist-emperyalist sistemin yıkılmasıdır.

ABD’nin emperyalist vahşeti, kapitalist sistemden ve burjuva demokrasisinden koparılıp, demokratik olmayan kapitalizm veya emperyalizme ya da ABD’nin gaddarlığına bağlanmaya çalışıldığı ölçüde, komünistlerin görevi, bunun sistemin ürünü olduğu ve sistemin geldiği aşamada başka türlü olabilmesinin onun doğasına aykırı olduğu bilinciyle, emperyalist-kapitalist sisteme karşı ajitasyon ve propaganda çalışmalarını güçlendirmek, tüm halkları uyarmak, bilinçlendirmektir.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış