Ali Özgentürk'ü uğurlarken

Değerli bir sosyalist sinema emekçisini sonsuzluğa uğurladık. Yazar Işıl Özgentürk Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde hayat arkadaşını "cebinde şiirlerle dolaşan bir film yönetmeni" olarak tanımladı. Yazarın, unutulmaz yapıtların sahibi Ali Özgentürk'e veda yazısını paylaşıyoruz. Saygıyla, minnetle, sonsuz ışıkla. (Dayanışma-Datça)

Ali Özgentürk'ü uğurlarken

Cebinde şiirlerle dolaşan bir film yönetmenini uğurlarken

Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk'ü sonsuzluğa uğurladık. Vasiyet ettiği gibi baba toprağı Adana’nın bereketli topraklarında derin bir uykuya dalacak. Hayır, Şerif Gören, Zeki Ökten, Atıf Yılmaz, Erden Kıral, Refik Durbaş ve Yaşar Kemal uykuya dalmasına izin vermeyecekler. Yaşar Kemal onu türkülerle karşılayacak; Atıf Yılmaz, “Hadi bir araya gelmişken bir film yapalım” diyerek kolları sıvayacak; Şerif Gören, Yılmaz Güney'in çekmek istediği gelişen olaylardan ötürü çekemediği Endişe filminin çekim günlerini yeniden anımsayacak, Zeki Ökten o hep muzip gülümsemesiyle, “Hoş geldin” diyecek “Artık tembellik zamanımız.” Erden Kıral itiraz edecek, “Öyle tembellik filan yok, genç yönetmenlerin filmlerini izleyip tartışacağız”. Elinde kalem kâğıt Refik Durbaş yeni bir şiire başlayacak adı da “Biz hepimiz devrime inanırdık”. Ali şaşıracak ve ardından Ataol Behramoğlu’nun “Bir Gün Mutlaka” şiirini okuyup işe koyulacak. Bu arada sokak tiyatrosu yaparken çaldığı davulunu görüp gözleri ışıldayacak ve tokmağı alıp “Hayda!” diyerek vurmaya başlayacak.

Evet sevgili okurlarım Atlas Sineması’nda yapılacak anma törenini beklerken sinemanın kapısı önünde oturdum ve geçmişin tüm anıları kucağıma düştü. Gelip geçenler taşlara oturmuş bir kadının kendi kendine konuştuğunu gördüler, güldüğünü de. Tam o sırada Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun can dostları 68’li Faruk Pekin ve Fahri Aral gelip yanıma oturdular. Faruk, “Işıl ne günlerdi o günler” dedi. “Her yer, yer gök grev alanıydı ve biz o grev alanlarına giderdik. Önce sevgili dost Süreyya Berfe bir şiir okur, ardından ben vallahi billahi beş dakikada sömürüyü anlatır ardından Ali davulu çalar ve siz Devrim İçin Hareket Tiyatrosu oyuncuları Grev oyununu oynamaya başlardınız. Sonra büyük bir coşku, grevci işçiler oyuncuları sırtlarına alır, yumruklarını sıkıp bağırırlardı: Sömürüsüz bir dünya!”

Sonra 12 Mart darbe günleri yaklaşıyor, 15-16 Haziran, ülke kaynıyor ve yüzlerce işçi İstanbul’un zenginlerinin caddesi Bağdat Caddesi’nde yürüyor. Yollar kapatılıyor, köprüler açılıyor, sıkıyönetim ilan ediliyor. Ali o günlerde sadece Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nda yönetmen ve davulcu olarak çalışmıyor, DİSK’e bağlı Maden-İş sendikasının efsane gazetesini de yayımlıyor. Ve işte tam o günlerde gazete “İşçilerin de muhtırası var!” diye başlık atıyor ve sömürüsüz, tam bağımsız, bir Türkiye kurmak için yapılması gerekenleri tüm ülke işçileri adına haykırıyor. Ne yazık ki sendika gazeteleri yakıyor, gene de bir miktar dağıtılıyor, şimdi devrimci geçmişimizi anlatan bir arşiv malzemesi. Ali o zamanlar da sinemaya meraklı, 16’lık bir kamerayla belgeseller çekiyor; ünlü Ankara yürüyüşü gibi. Dilerim bir gün bu ülkede bir “devrim müzesi” kurulur ve bu arşiv malzemeleri gençlere ve daima genç kalanlara geçmişimizi anlatır, öğretir. Çünkü biliyoruz ki geçmiş bilinmeden gelecek oluşturulamaz.

Hay Allah gene devrimci damarım coştu. Şimdi biraz da birlikte yaşadığımız anılara dönmeliyim. Ali artık sinemadan başka bir şey düşünmüyor. Kısa filmlerle işe başlıyor. Önce dağlarda çekilen Ferhat ve ardından Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nde çekilen, bir işçi çocuğunun sadece mühendis çocuklarına giriş izni verilen oyun parkına hasretle bakışını anlatan Yasak filmi geliyor. Yasak filmi Sovyetler Birliği’nde ödüle layık görülüyor ve 12 Eylül darbesi sonrasında Kenan Evren bir konuşmasında Yasak filmini ihbar ediyor ve Ali Özgentürk tutuklanıyor. Tüm ülkelerdeki sinema örgütlerinin baskısı üzerine, bir süre yattıktan sonra salıveriliyor ve tutuklandığı sırada montajını yaptığı At filmini tamamlayabiliyor.

Şimdi tam Atıf Yılmaz’dan söz etmenin zamanı. Beş kuruş paramız yok, kızımız yeni doğmuş, ben telifli olarak Cumhuriyet gazetesinde çalışıyorum, Dünya’ya Ali bakıyor. O zamanların İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan bize Florya’da bir küçük oda vermiş orada kalıyoruz. Bir sabah Ali’ye bir telefon geliyor. Canımız Atıf Yılmaz abi arıyor, Cengiz Aytmatov'un Kırmızı Eşarp hikâyesini film yapmak istiyor ve Ali’ye senaryoyu yazmasını teklif ediyor. Ve para gönderiyor.Yaşasın bu akşam kendimize ziyafet çekebiliriz. Böylece pek çok kişinin defalarca seyrettiği, Selvi Boylum Al Yazmalım filmi hayata geçiyor. Şu sözlerle: “Sevgi emektir.”

Eyvah anılara daldım ve yerim azalıyor. Sonrası her biri uluslararası ve ulusal film festivalinden ödüllerle dönen Hazal geliyor, At geliyor, Bekçi geliyor, Su da yanar geliyor, Balalayka geliyor, Mektup geliyor, Çıplak geliyor... Kısaca 12 film geliyor. Ve hepsi bu topraklarda yaşayan olayları, insanları anlatıyor. Ali hiç kuşkun olmasın filmlerinde anlattığın insanlar hep yaşayacak.

Şimdilik sadece hoşça kal.

Teşekkürler: Işıl Özgentürk ve Cumhuriyet gazetesi

Yazar ışıl özgentürk
Yayına hazırlayan can çınar

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir