TDK sözlüğüne başvurursanız belediye kelimesinin karşılığını şu cümlede bulursunuz: “il, ilçe, bucak gibi yerleşim yerlerinde sokakların bakımı, temizlik, aydınlatma, su, esnafın denetimi gibi kamu hizmetlerini gören, başkanı ve üyeleri seçimle gelen, tüzel kişiliği olan örgüt.” Kelime Arapça baladî “kente ait olan, kentsel” sözcüğünden türetilmiş.
1855 yılına kadar Osmanlı’da ‘belediye’ yok. Modern anlamda belediye ilk kez o yıl İstanbul Şehremaneti olarak kurulmuş. Belli ki Tanzimat Fermanı, sonraki Islahat Fermanı gibi ‘batılılaşma’ çabalarının bir parçası olarak. 1908’de ilan edilen 2. Meşrutiyet sonrası belediye meclisleri seçilmiş üyeleriyle daha temsili(bir anlamda daha demokratik) hale geldi. Yerel yönetim1930’da çıkarılan belediye Kanunu ile, ülke genelinde yeni bir yasal alt yapı kazandı. Tek parti döneminde belediyeler, merkezi yönetimin yerel kolları gibi faaliyet gösterdiler. 70’li yıllardan başlayarak hız kazanan kentleşme süreci 1984 yılında ‘büyükşehir modeli’ ile belediyeler üzerindeki merkezi idarenin kontrol/denetim alanını genişletti ve büyüttü.
2000’li yıllar(AKP iktidarı) merkezi idarenin belediyeler üzerinde tahakkümünün kesin hakimiyetini kurduğu yıllar olarak değerlendirilebilir. Yerelleşme, demokratikleşme, yaygınlaşma, sayıları hızla artan büyük şehir modeliyle dizginlerin merkezi idarenin elinde toplandığı yapılar haline dönüştü. Beldelere kadar yaygınlaşmış ve yerinden yönetime daha çok kapı aralayan belde belediyeleri de bu dönemde kaldırıldı. Bugün de belediyecilik sistemi dört bir ucundan merkezi idareye bağımlıdır. İktidara(İçişleri bakanlığına ve yerel valilere)…
Yerel yönetim modeli olarak belediyeler, yerel halkın yönetime katılımını sağlama potansiyeli taşımaları bakımından çok önemli kuşkusuz. Belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin seçimle geldikleri dikkate alındığında, daha da önemlisi halkın gündelik yaşamına doğrudan dokunan hizmetleri dolayısıyla, halkla yüz yüze ve iç içe olmaları dolayısıyla. Nitekim tarihi kimi örnekler de kamu yararına belediyecilik örneklerine olanak sağlamıştır. Mesela Mehdi Zana’nın Diyarbakır belediye başkanlığı, Reha İsvan’ın İstanbul belediye başkanlığı, Fatsa’da Terzi Fikri örneği halkçı, kamucu belediyecilik denemeleri arasında sayılmalıdır. Bu zirve örneklere benzer irili ufaklı denemeler kimi başka şehirlerde de yaşandı. Sosyal mücadelelerin ivme kazandığı dönemlerde kazanılan bu tür başarılar merkezi idarelerin yoğun baskılarıyla yok edildiler. Tabii ki anılar hala canlı.
2015 yılı halkçı belediyecilik belediyecilik açısından kara bir tarihi dönüm noktası olarak hatırlanacak. Kürt illerinde hızla artan sayıda BDP, HDP(daha sonra DEM) partilerinin kazandıkları belediyelerden paniğe kapılan despotik iktidar, yerel iradeyi tanımama yöntemi olarak KAYYIM düzenlemesiyle halkın seçtiği belediyelere mülki idareden devlet memurlarını atama yolunu seçti ve belediye meclisleri dağıtıldı. Kayyım politikası 2025 yılına kadar Kürt kentleri üzerinde kasırga gibi estirildi.
31 Mart 2024 yerel seçimlerine kadar AKP despotizminin gerek idari düzenlemelerle, gerekse türlü baskılarla sürdürdüğü yerel yönetimler/belediyeler hakimiyeti, CHP, DEM ve diğer muhalif partilerin kazandıkları büyük şehir ve diğer belediyelerle büyük darbe aldı. Ve çıplak şiddetin ve kayyım atama politikasının Dem ve özellikle CHP belediyelerine yönelmesine neden oldu. Bilindiği gibi CHP belediyeleri bin bir çeşit baskıyla yok edilmeye çalışılıyor. Özellikle hukuk tanımayan polisiye tedbirlerle.
Bu gelişme AKP’nin büyük paniğinin bir başka boyutunu da daha büyük kadrajda görmemize imkan verdi. Belli ki bu büyük paniğin arkasında yerel rant/sermaye dağıtım mekanizmaları olarak belediyelerin elden gitmiş olması yatıyor. Bir dönem büyük partilerden birinde kısa dönem aktif politika yapmış birinden dinlemiştim. Belediye meclis üyelikleri örneğin milletvekilliğinden daha çok kıymet atfedilen mevkilermiş. Özellikle rant ve sermaye merkezi büyük ve küçük şehirlerde… Belediye meclislerindeki temsil gücünüz, belediye ihalelerinden alacağınız payı belirliyor. Belediye başkanı hangi siyasi partiden olursa olsun. Özellikle kimi kararların alınmasında etkileyici bir sayısal güce sahipseniz. Bu mekanizma sayesinde başkan dahil bütün siyasi taraflar, yani herkes memnun.
Acıklı olan odur ki, aşağıdan yukarıya, demokratik gelişmeye açık, konumları itibarıyla halkın gücüne daha duyarlı yerel yönetimler nasıl bir ekonomik güç oluşturmanın, sermayenin el değiştirmesinin yerel merkezleri/araçları haline getirilmiş. Bir kıskacın içine alınmış, belediyeler.
Ne mali, ne idari özerklikleri var. Yatırım olanakları için bakanlıkların kapılarını aşındırmak zorundalar, AB’den Dünya bankası..vb kurumlardan buldukları fonlar bile beştepe’nin imzasına bağlı, belli bir miktarın üzerinde ise... Üstelik, siyasi dönemin özelliklerinin kime uygulanmasını belirlediği(!) kayyım uygulamalarının da demoklesin kılıcı gibi tepelerinde sallandığı koşullarda.
Bu koşullarda muhalif partilere kaybettiği rant dağıtım olanaklarının büyüklüğü karşısında despotik iktidarın belediyelere karşı açtığı cephe savaşında sadece hukuksuz tedbirlerden öte sistemin tepeden tırnağa çürümüş özelliklerinden yararlanıyor olması şaşırtıcı değil. Yerel yönetim sistemi neresinden tutulursa, oradan tel tel dökülüyor.
Bu tespit ne için mi önemli, yerel yönetimlerde iktidar olsanız da bir sömürü ve rant çarkının içine dahil oluyorsunuz. Sistem tepeden tırnağa her bakımdan, aşağıdan yukarıya devrimci bir tarzda, halkçı politikalarla yeniden düzenlenmezse o çarkın bir parçası haline gelmeniz kaçınılmaz. Bu anlamda sorun tamamen bir İKTİDAR sorunudur. Halkçı, kamucu belediye mahalle meclisleri...vb talepler önemli ve bu talepler için uğraş verilmesi gerekli, ancak sorun tepeden tırnağa bir SİSTEM sorunudur.
Özetle iktidar açısından sorun, sahip olduğu belediyelerin sayılarının azalması değil; rant dağıtım merkezlerinin ve kapasitelerinin azalmasıdır. olay budur.
Yorumlar (0)