Bir katliamın anatomisi: 10 Ekim (1)

10 Ekim 2015... Zamanın Ankara Garı önünde durduğu gün... 10 Ekim Avukat Komisyonu, 10 Ekim Katliamı’nın 10. yılı için bir “hafıza çalışması" başlattı. Amaç, katliamın farklı boyutlarını görünür kılmak ve yaşananların kaydını kendi sözlerimiz ve kavramlarımızla tutmak. Çok sayıda kişinin ve bileşenin gönüllü emeğiyle hazırlanan bu çalışmanın başlığı: "10 Ekim'in 10. Yılında 10 Kavram". Her kavram farklı bir yazar tarafından kaleme alındı; gönüllüler tarafından seslendirildi ve özgün çizimlerle tamamlandı. Dayanışma-Datça olarak, gazeteci-yazar dostumuz Gökçer Tahincioğlu'nun "Katliam" kavramı üzerine yazısını 3 bölüm hâlinde yayınlıyoruz.

Bir katliamın anatomisi: 10 Ekim (1)

Devlet babayı kızdırmanın olağan ve olağanüstü halleri: Bir katliamın anatomisi

(1. bölüm)

Veysel…

Veysel Atılgan, 10 Ekim 2015 sabahı, babası, “hadi gel” dediğinde, çağla yeşili gözleriyle gülümseyerek koşturdu ardından.

Terörist” diye stadyumda, üstelik milli takımın maçında, üstelik öldürüldüğü günün hemen sonrasında diğer ölenlerle birlikte, Barış Mitingi’nde öldüğü için yuhalanan Veysel.

Gitmesini istemeyen annesinin kalbini, “Gülümse yeter” diye tavlayıp, kocaman gülümsemesiyle ısıtıverip çıktı evden.

Babası İbrahim’in eline yapıştı evden çıkar çıkmaz. Veysel’in babası İbrahim Atılgan, hacca gidip geldiğinden, ailenin “hacı abisiydi.”

Üç kız çocuğunun ve Veysel’in babası.

Veysel’i o sabah götürmeyecekti Ankara Garı önüne aslında. Ama Veysel babasına kanmadı.

Erkenden kalkıp anahtarı sakladı saksıya, sonra babasıyla gidemeyeceği için yeşil yeşil ağladı.

Babası dayanamadı, kim dayanabilirdi zaten o çocuk ölümünden bile düşmanlık çıkartanlardan başka.

Çabuk giyin” dedi, Veysel, uçtu uçtu kanatlandı.

8 yaşında bir erkek çocuğunu mutlu etmek pek kolaydır.

Kolayca mutlu oluverdi Veysel.

Ankara Garı önünde davullar çalıyordu, renk renk bayraklar, halaylar…

Bütün dertleri “çatışmalar bitsin” diyebilmek olan insanlar, kalabalık. Babasının elinde, etrafı izliyordu Veysel, küçük bir oyun, çocuklar öyle yapar, küçük bir oyun arıyordu belli ki.

Babası, arkadaşlarıyla konuşurken eli elindeydi, yeşil gözleri dört bir yanda.

Türkiye’de bir yerden bir yere kontrole takılmadan gitmek imkansızdır neredeyse.

Yüzlerce kilometre yolu, üzerlerindeki bombalı yeleklerle gelen iki canlı bomba alana girdi aynı saatlerde.

Gelecekleri biliniyordu!

Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün istihbarat raporunda böyle yazıyor, bu eyleme yönelik terör saldırısı istihbaratının alındığı. Ancak hiç olmadığı kadar hafifti güvenlik önlemleri. Sıradan bir 1 Mayıs eylemindeki önlemler kadar bile önlem yoktu.

Ankara’da bırakıldıktan sonra taksiyle Ankara Garı’nın önüne gelmiş iki canlı bomba, saniye farkıyla üzerlerindeki bombaları patlattı.

10 Ekim 2015'te Ankara’da Gar Meydanı’nı görmemişseniz, acıyla ilgili bütün tarifleriniz inanın eksiktir.

Veysel de mi?” diye sordular telefonda, “Sadece İbrahim Atılgan değil, oğlu da mı?

Veysel de…”

Videoları çıktı sonradan. Meğer avukat olmayı, tablet almayı istiyormuş Veysel.

Büyümek istiyormuş. Annesi hep gülsün istiyormuş.

Ölmelerine bile bu kadar nefret duyulacağını ne bilsin. Dünyayı bilmek istiyormuş.

Öyle değil o işler. Mühim adamlar bilir… Kimin kim olduğunu sadece onlar tarif edebilir!

Veysel, bu ülkenin karar vericilerinin gözünde makbul bir çocuk değildir.

Katliam…

Felsefecilerin ilk çağlardan bu yana üzerine kafa yorduğu kavramların başında “dil” geliyor. Öyle üzerinden geçip gidilecek gibi değil kavram, dili tartışmak kolay değil. Filozoflar, dil üzerine düşünürken kavramları yerli yerine oturtabilmek için de işe öncelikle “kavram” kelimesinden başlıyor. En başından…

Önümüze hazır konulduğu için belki, üzerinden geçip gidiyoruz.

Zihnimizde beliren anlam, ağızdan çıkan sesle neden örtüşüyor, o sesi neden öyle anlamlandırabiliyoruz, kelime yerli yerine nasıl oturuyor? Kelimeler nereden ve nasıl üretiliyor?

Sadece filozofların değil, anlam üzerine kafa yoran pek çok insanın dertlerinden biriydi eskiden bunlar…

Ama artık günler öylesine hızla gelip geçiyor ki bunlar üzerine de düşünmeye fazla zaman ve gerek yok. Rüyalarımızdan gündelik bir sohbete kadar, kullandığımız kelimeler üzerine düşünmeyi bırakalı çok oldu.

Ama biz “katliam” kelimesinin üzerinde bir soluklanalım. Kulağımızda nasıl çınladığına, zihnimizde bıraktığı ize, dilimizden çıkan sesin karşıda nasıl bir anlam bıraktığına bir bakalım…

*

Arapça’da “katl” kelimesi, “öldürme” anlamına geliyor, “katil” de buna bağlı olarak “öldüren” anlamını kazanmış. Yine Arapça’da “âmm” uzantısı ile kelime, “katl-i âmm” halini almış. Hiç kimseyi sağ bırakmadan öldürme, kılıçtan geçirme… (1)

Kelime, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ise daha kederli bir kelime ile tanımlanmış: “Kırım(2)

Kelimenin anlamı üzerinde tartışma yok. Katliam denildiğinde ortalama Türkçe bilgisine sahip hemen herkesin zihninde, silahsız, savunmasız insanların toplu olarak öldürülmesi anlamı ışıldıyor.

Ama olaylar söz konusu olduğunda kelimeyi bu netlikte anlamlandırmak kolay değil. Zira kelimenin anlamını bilenler, dünyada durdukları yere göre ölümleri tanımlıyor. Ölenlerin ölümü hak ettikleri düşünülüyorsa, “katliam” kelimesinin kullanılması bir dehşet tınısına dönüşüyor. Ya da “etkisiz hale getirilmek” kavramının milli maç izlemek için bir araya gelen bir tribün dolusu insan tarafından coşkuyla alkışlanmasına…

Anlamın neye ve kime göre değiştiğini çok iyi bilen ve deneyimlemiş olanlar için denklem basit. Fail belirsiz hale dönüşürse ya da katledilen bir nefret süjesi olarak algılanıyorsa işler kolay ilerler.

*

O zaman tarihin de kimin tarafından yazıldığına göre değişebildiğini mutlak bir önerme olarak ortaya atabiliriz. Edebiyatta, hikâyenin nasıl ilerleyeceğini yazarın belirlemesi ya da kişisel yaşantımızda herkesin kendi hikayesini istediği biçimde anlatması gibi. Eksik ya da fazla parçaları anlatan belirler.

Hakikatin peşinde koşmanın anlamı da burada ortaya çıkar. Eksik parçaları bulmak, fazla parçaları atmak, anlamı yerli yerine oturtmak. Eşyayı ismiyle çağırabilmek için eşyanın da o eşyayı tanımladığımız kelimenin de zihnimizde berrak olması gerekir.

 (Devam edecek...)

Notlar:
(1) - Kubbealtı Lügati
(2) - Türk Dil Kurumu Sözlüğü
 

Teşekkürler: Gökçer Tahincioğlu ve 10 EKİM HAFIZA

Yazar gökçer tahincioğlu
Yayına hazırlayan can çınar

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış