Bir Sabah Yolculuğu

Tam da gözüm uzaklara dalmışken, nedense buralardaki tek tek ismini sizlerle paylaştığım; halkın da kabullendiği bu yerel isimlerin zamanla unutulacağı geldi aklıma! Oysa artık buralara yabancılar doluşuyordu. Köykent öyle oldu. Yıllarca köylünün elinde kalan arsalar, çeşitli engellemelerle karşılaşınca, çok ucuz fiyata el değiştirdi. Şu anda tamamına yakın arsalara evler yapıldı. Artık bu evlerde yabancılar oturuyor. Aklımdan bir ara uçuk hayal geçti. Aslında her noktaya bir tabela asmak gerek dedim kendi kendime. Kendi özgün adlar gelecek nesillere de aktarılsın diye. Çünkü hikâyeleri var bu noktaların her birinin. Halveci Başı ne demek? Yaseful nedir? Burada oturan bir yabancı için hiçbir anlamı yok. Oldukça yorulmuşum herhalde ki, yine daldım gittim uzaklara.

Bir Sabah Yolculuğu

GURMA, AZMAK BAŞI, GOVALCA, HALVECİ, YASEFUL BİR SABAH YOLCULUĞU ANISINDAN AKLIMDA KALANLAR

Ben bu sabah Palamut Bükü’nün batı yakasının başlangıcı olan, Gurma Dağı’nın dibinden, doğuya doğru; sahil boyunca yürümeye karar verdim. Gurma Dağı, Palamut Bükü’nü batıdan sınırlayan ve Uluçay’ın denize ulaştığı noktada birden yükseliveren bir tepe... İşte bu noktadan sahil boyunca önce Azmak Başı’na, sonra da Govalca’ya geldiğimde, “hadi” dedim. Hava güzel, yönümü birden sola çevirip, Sakız Yakası’ndan doğru hafif bir tırmanışın arkasından, Halveci Başı’nda bir durdum; sonra da döndüm yüzümü denize. Bu nokta artık bir tepe noktasıydı. Gördüğüm manzara sanki bir ressamın elinden çıkmış bir tabloyu andırıyordu. Sahile kadar bütün topografya, boydan boya bembeyaz badem çiçekleri ile kaplanmış bir gelin kadar güzel duruyordu. “Ha gayret” dedim kendi kendime. Yaseful’a doğru biraz daha zorladım kendimi. Yaseful, bu gün artık Köykent dediğimiz yeni yerleşim alanının bulunduğu yerin adı. Artık orası yeni adı ile belleklerde yer edecek.

Bir Sabah Yolculuğu

         Gurma Dağından Palamutbükü limanı    ve    Uluçayın bereketi ile beslenen topraklar

Yaseful’un anlamını yıllardır sorarım, ama bir türlü kimseden yanıt alamadım. Yaşlılar da bilmiyor. Onlardan da bir cevap alamadım. Yaseful’da bir kayanın üzerine oturduğumda, ilk gözüme çarpan adamız oldu. Bir balığa benziyordu. Kafası gövdesi ve kuyruğu ile bir balık sanki. Bir de uçsuz bucaksız bir deniz... Tam karşıda Rodos, sağ tarafta Herkit ve solda Sömbeki adaları; denizin üzerinde bana el sallıyorlar.

Tam da gözüm uzaklara dalmışken, nedense buralardaki tek tek ismini sizlerle paylaştığım; halkın da kabullendiği bu yerel isimlerin zamanla unutulacağı geldi aklıma! Oysa artık buralara yabancılar doluşuyordu. Köykent öyle oldu. Yıllarca köylünün elinde kalan arsalar, çeşitli engellemelerle karşılaşınca, çok ucuz fiyata el değiştirdi. Şu anda tamamına yakın arsalara evler yapıldı. Artık bu evlerde yabancılar oturuyor. Aklımdan bir ara uçuk hayal geçti. Aslında her noktaya bir tabela asmak gerek dedim kendi kendime. Kendi özgün adlar gelecek nesillere de aktarılsın diye. Çünkü hikâyeleri var bu noktaların her birinin. Halveci Başı ne demek? Yaseful nedir? Burada oturan bir yabancı için hiçbir anlamı yok. Oldukça yorulmuşum herhalde ki, yine daldım gittim uzaklara.
Bir Sabah Yolculuğu
                            trireme türünde savaş gemileri burada gizlenmişti

1960’lı yıllarda Karia bölgesini eşek üzerinde dolaşan George Bean’in anıları geldi aklıma. Onun tarihi araştırmalarına göre, Atinalılar ile Ispartalıların arasında müthiş bir deniz savaşı olmuştu ve taraflardan birinin 200 adet trireme türünde savaş gemisi burada gizlenmişti. Açık limanda; yani ada ile ana kara arasında… Hatta adanın kuyruk kısmından, karaya doğru kesen bir hattın olduğunu da iddia ediyordu. Bizim köyün balıkçıları da, bu hattın duvarlarının denizde belli olduğunu söylüyorlar. Ne olursa olsun, karşıdan gördüğümde; bir de bu kadar savaş gemisini de hayal ettiğimde, muhteşem bir görüntü çıkıyordu karşıma. Düşünün bir kere antik çağın yüzlerce savaş için üretilmiş gemisi, bu açık limanda bekletiliyor.

Bu hayalden sonra ben biraz irkildim ve hafifçe ayağa kalktım, doğruca Kumyer mahallesi üzerinden Tatar Bağı ve oradan da Tolaz’a ulaştım. Vardığım yer Uluçay’ın kenarı idi ve Yaka köyünü görüyordu. Oldukça yamaç bir yere konumlanmış köy, mükemmel bir şekilde karşımda duruyordu. Gelelim halkın bu Tolaz ismini nereden bulmuş olabileceğine.

Tolaz’ın anlamına sözlüğe baktığımda aynen şöyle yazıyordu. Tolaz eskiden su kemeri imiş ve birçok yerde bu isme rastlıyorum. Mesela yakın komşumuz Mesudiye’nin Avlana mahallesinde de Tolaz var. Orası da bir dere kenarı idi. Artık ben Tolaz’dan karşıya geçmeliydim. Uluçay kupkuru idi ve yıllarca çok güçlü debi ile aktığından hafif bir kanyona dönüştürmüştü aktığı yeri. Karşı taraf Külçe Damı olarak biliniyor. Ben bu adlandırmaya da bir anlam veremedim. Külçe ne demek biliyoruz. Bazı madenler için kullanılıyor. Mesela külçe altın gibi... Dam ise, bir hayvanın bağlandığı mekân veya bir şeylerin depolandığı yer olarak da anılıyor. Bu iki bilinen bir araya gelince bir bilinmeyene dönüşüyor; bu da beni daha çok hayrete sevk ediyor doğrusu.

Yolum Külçe Damı’ndan Yaka köyüne doğru; solumda Eyseli Bağı’nı bırakarak, Kösemen’den köye giriş yapıyorum. Kösemen, anlam olarak Türkçe bir kelime... Koyunların içine koç katıldığı yer olarak biliriz. Ben yine de Kösemen’den sonraki durağım olan Kapız’a doğru yollandım. Oldukça yorucu bir sabah yolculuğundan sonra Kapız, benim için kuzey istikametine doğru son durak oldu.
Bir Sabah Yolculuğu

     Yakamar olarak bilinen konfor alanındaki pınar    ve     Yaka Köy Kapız semtinde Pilavcı evleri. Rum ustalardan kalma

Kapız, eskilerde Yaka köyünün en kalabalık mahallesi imiş. Kapız Kuyusu hala ayakta, antik su yalağı yanında duruyor. Genellikle Yaka’nın önemli sülalelerinden olan Pilavcıların oturduğu mahalle burası... Diğer büyük sülale de; yani Recepler, batıya doğru Hacı Ali Tepesi’nden sonra gelen Belen ve Yelkemci taraflarında olsa gerek. Buralardaki evler bir bir el değiştiriyor. Yabancılar, bu taş binaları alıyorlar. Restore ediyorlar. Ben bir kaçını gördüm; aslına uygun olduğunu söyleyebilirim. Buraların eski sakinleri, tamamen Palamut Bükü’ne indiler. Özellikle Palamut meyvesinin ihracatının sona ermesi ile Palamutlar, bir bir kesilmiş. Hem de balta ile. Bir zamanlar bu ağaçların meyveleri buralar için çok stratejik bir ihracat ürünü imiş. Boya sanayinde kullanılırmış. Bu yıllarda sentetikler üretilince, bu doğal ürün artık kullanılmaz olmuş. Bu arada bizim palamutlar da, ortadan kaldırılmış. Sonra da buralar birer tarım arazisine döndürülünce, halk Yaka’yı terk edip sahile inmiş.

Bir Sabah Yolculuğu

               Yaka Köyde Faik Yavuz Evi... Yine Yaka Köyde Atay Pilavcı evi. Saffet Hoca evi, Rum ustaların eseri

Bu arada ben Kapız Mevkii’nden batıya doğru yollandım. Sağımda Hacı Ali Tepesi, sonra Belen, sonra da Yelkemci derken, oradan Meniş Dibi’ne ulaştım. Bu yer bizim yabancılara yol tarifinde kullandığımız mekândır. Biz Yaka köyüne ulaşan yabancıya Meniş Dibi’nden sola dönün deriz. Ben de Meniş Dibi’nden Karaköylü Bağı’na; oradan Yaral Başı’na ve Bakla Ovasına… Ara durak Kumyer Kahvesi’nde biraz soluklandım. Burada bir çay içilir mutlaka, Kumyerli arkadaşlarla. Kumyer adı üzerine düz bir yer ve bu güzelim arazilere evler kondurulmuş. Bu arada yeni gelenler de gösterişli evler dikmişler belirli noktalara. Yarımadada oldukça kıt olan tarım arazilerinin olduğu yerleri hoyratça kullanmak çok kötü!

Neyse ben Avrajı Bağı’nı soluma alarak, önce Harman Yeri, oradan da Uzun Kuyu Mevkii’ne ulaştım. Uzun Kuyu, bu yörenin en eski tarihi kuyusudur; suyu tertemiz ve tatlıdır. Etrafında onlarca terk edilmiş evi görünce, burasının bir zamanlar asıl yerleşim yeri olduğunu öğrenmiştim yaşlılardan. Uzun Kuyu, bir anlamda Yakamar’a giden yolun başlangıcı da sayılır. Orada ben en az üç adet kilise gördüm. Birisinin sadece duvarı kalmış. Bir diğeri apsisi ile ayakta ve bir tanesi daha dört duvar halinde... Yakamar ya da Yakapınar, bol suyu ile tarımsal bahçelerin bulunduğu bir konfor mekânı adeta. Bir sanat eseri değerinde çeşmesi ve yanında da içinde suyu olan kuyusu ile varlığını sürdürüyor. Ama zaman, var ya zaman; bunların hepsini bir bir ortadan kaldıracak. O güzelim havuzlar, künk borular, çeşmeler ve onlarca ev kalıntıları... Kendilerine has bağrında sakladıkları onlarca hikâyeleri ile bir bir zamanın karanlık koridorlarında yok olmak için sıraya durmuşlar. En son meşhur Recepler sülalesinin Recep Ninesi kalmış buralarda.

Yakamar ve tam karşısı Marin… Gitmesem olmaz ki. Bir yerinde Yassımar, bir yerinde Marin... Suyun dizginlenmediği mekânlar... Bir zamanlar onlarca ailenin yaşadığı bir konfor alanıymış buralar. Emekli öğretmen Beydoğan Özcan, “bir zamanlar çakal sesleri, eşek anırmaları ve horozların ötüşleri kesilmezdi buralarda” diyor. Birde Kisle Yanı’ndan akşamları borazan sesi ile bir davet çağrısı olurmuş akşam sohbetlerine. Daveti yapan da eski Galamış değirmenini çalıştıran Lord Amca... Öküzlerin boynuzundan kendisine bir borazan yapmış ve bunu her akşam öttürürmüş. İnsanlar da bunu davet olarak algılarmış ve eline feneri kapan yollanırmış Kisle Yanı’na. Aslında akşam sohbetlerini çok merak ediyorum. Neler konuşurlardı kim bilir?

Bendeniz bu arada Marin konfor alanını terk edip, yönümü batıya Bükçeğiz’e çevirdim. “Artık bunca yolculuktan sonra orada bir deniz sefası iyi gelir” dedim ve öyle de yaptım. Bükçeğiz’in serin ve berrak suları bana iyi geldi. Uzandım sahilde kumların üzerine... Bir de sahilde taşların üzerinde genevizleri görünce dayanamadım ve topladım. Diğer adı kaya koruğu olan bu sebzenin turşusu yapılır ve yenir. Sahiller henüz daha bakirken, böyle güzellikleri bulmak hala mümkün olabiliyor. Ben genevizleri toplayıp torbayı doldururken, artık güneş de devrilmeye başlamıştı; Bükçeğiz’deki deniz de, batı rüzgârlarıyla dalgalanmaya...

Ben de indiğim yokuşu çıkmak zorundaydım ve başladım yürümeye. Yavaş yavaş tırmanarak, Bükçeğiz’i arkama bırakıp; tekrar Marin yolunu tuttum. Dönüş yolumda artık Uluçay ile buluşup sahile inmekti maksadım. Bu Uluçay, beni yine benim başladığım noktaya götürecekti. Gurma Dağı’nın dibinde Uluçay denize karışıyor. Çok yağmurlar yağdığında, bizim Uluçay akar ve insanlar merak edip bakmaya giderler. Bu arada Uluçay, denizin rengini değiştirir. Bu düşüncelerle yürürken; benim aklıma geliveren bir özdeyiş, buraya tam uyar diye düşündüm. Geçenlerde Yörük Ali’nin hayatını okumuştum. Orada şöyle bir ifadenin notunu almışım. “Nehirler denize kavuşunca durulur.”

Yazar hasan doğan

Yorumlar (2)

Aliş

11 gün önce / 15.12.2024

Emeğine kalemine sağlık

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla

Cahit Yaka

15 gün önce / 11.12.2024

Kalemine ve yureğine sağlık efe.

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla