Direniş Bir Şenliktir

Akbelen Direnişinin 3. yılında yeni bir şenliğe hazırlanıyor, İkizköylüler. Datça'dan bir otobüs dolusu insanla gidiyoruz. MUÇEP Datça'nın organizasyonuna, Datça Demokrasi Platformu, Datça Kadın Platformu ve CHP Datça Kadın Kolları da destek veriyor. Belediye otobüs sağlıyor. Hava sıcak. Gelenlerin erken ayrılması biraz da bu sıcaktan. Konuşanlar bu güne damga vuran Akbelen Direnişini tekrar tekrar anlatıyor. İyi ki sabrediyoruz... İlkay Akkaya ve Geniş Merdiven'le ödülümüzü alıyoruz, bambaşka bir yolculuğa çıkıyoruz. Aramızda Ankara'nın Gayrıresmi Gazetesi Solfasol ile Yeşil Gazete'den tanıdığımız Akın Atauz da var. Akbelen'i birkez de ondan okuyoruz, kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz...

Direniş Bir Şenliktir

Akbelen direnişinin üçüncü yılında kutlanan bir yengi değil: Yenilmişler, ormanlarını kaybetmişler. Burada kutlanan insanların her şeye rağmen direnişi, süreğenlik, korkusuzluk, yenilmezlik, direngenlik ve bu dağlarda yaşamış olanların yüzlerce yıldan süzülen o mert meydan okuma geleneği…

“Sermayenin obur ve hantal devi dünyamızı yiyor.”

 

...
...

Direnişin üçüncü yılını kutlama şenliği

Datça’dan doğa ile insan ile direnişin gerekliliği ile ilgilenen pek çok farklı insan, irili-ufaklı örgütlenme bir otobüs tutmuş, Akbelen köyüne, bu görkemli direnişin üçüncü yılındaki gençliğini ve diriliğini kutlamaya gidiyoruz.

Yoldan bazı duraklarda yeni insanlar katılıyor, Akbelen’e doğru. Otobüsün içi, çoğunluğu kadın olmak üzere, Türkiye’nin dört bir tarafından gelip Datça’ya yerleşmiş Datçalılarla dolu. Yaş ortalaması oldukça yüksek ve eğer kendi rengindeyse yolcular, genellikle beyaz kafalılardan oluşuyor gibi. Otobüs halkı direnişi desteklemeye gidiyor ve bunu yapmaya son derece alışık, istekli; belli ki birlikte bir çok defa direnmek/ direnişleri desteklemek için buluşmuşlar ve herkes tanıdık neredeyse…

Çok sıcak. Yılın en sıcak günlerinden biri. Güneş tam tepede ve Akbelen yolunda bazen polis, bazen jandarma otobüsü durduruyor ve herkesin kimliklerini toplayıp bir taramadan geçiriyor, sonra yol veriyorlar. Otobüs, Akbelen’e gittiği için tam bir “terörist” otobüsü muamelesi görüyor. Güneşin altında bekletiliyor. Yoksa onlar da görüyor ki bu kadınlar, bu ak kafalılar sadece ülkelerini, topraklarını, ormanlarını korumak arayışıyla her şeyi bırakıp bu sıcak günde, dayanışmaya gidiyor. Köy yollarında sık sık, karakollar, yollarda gezen TOMA’lar ve diğer topluma/ toplumsal olaylara karşı araçlar görüyoruz. Köye yaklaşınca otobüsten indiriyorlar; yürüyerek devam ediyoruz.

Köy meydanına varıyoruz. Burası tam bir bayram yeri gibi her türlü insan birbirine karışmış, hoş geldin diyenler, öpüşenler, sarılanlar, köyün yemenili ve şalvarlı kadınları, yazlıklarından kopup gelmiş ve saçları ve tırnakları daha renkli, giysileri tam bir yazlıkçı giysisi gibi olanlar; herkes, birini kucaklıyor ve birbiriyle hasret gideriyor gibi…

“Ne mutlu, ne mutlu, bu günü de gördük, birbirimize kavuştuk ve iyi günde de, kötü günde de dayanışmamızı eksiltmedik” diyor gibiler. Çok sıcak ve kalabalık çok coşkulu. Her tarafta duvarlara pankartlar, resimler asılmış. Bu büyük boy fotoğraflar, genellikle daha önceki mücadelenin en kızgın anlarından… Sloganlar var, bazıları da genellikle Ege’nin dört bir bucağından, ta Kazdağları’ndan gelen dayanışmacıların mesajları. Meydan yerinin üzerine direkler ve iplerle geniş tenteler gerilip, gölgeler elde edilmiş. Meydana girerken aş kazanları/ yemekler hazırlanmış, acıkmış olanlara yemek ikram ediyorlar.

Biraz daha yukarı doğru yürüyünce, tentelerin altında Muğla Belediyesi’nin sağladığı ses yükselticiler ve sahne düzeni ile kurulmuş küçük bir meydancık ve önünde sırlanmış iskemlelerden oluşan bir oturma düzeni. Önce köyün ve yörenin, Milas ve bütün çevrenin adına “hoş geldin” diyen Tolga Çandar’ın küçük bir dinletisi var. O tok ses ve tam olarak bu yörenin insanlarının bağrından kopmuş çığlıklar gibi, “canlara” söylenen türküler/ nefesler… İzleyicilerden yaşlı biri geçiyor öne ve ağır zeybek adımları atmaya başlıyor, öbür yandan ayakları acele etmekte olan ufak-tefek beyaz saçlı-gözlüklü bir kadın, adımları tamamlayarak zeybeğe ayak uyduruyor ve bağlama inliyor meydanda yavaş yavaş…

Bu beraberliğin ve şenliğin coşkusu herkesi sarmış gibi. Bunca sıcak, çekilen bunca eziyet, bunca zulüm karşısındaki dik duruş, kendi direnişinin erdemini, o muazzam ve saf direnişçi zeybek ruhunu kutluyor. Buradaki kadınlar ve erkekler, dört bir taraftan gelmiş her türlü/ her halden ve sınıftan insan hem-hal olmuş, kendi gücünün ve erdeminin gücü ve somutluğuyla, yenilse bile meydanı boş bırakmamanın sarhoşluğuyla dalgalanıyor… Hani burada olsa Abidin Dino, yapacak sanki o resmi, mutluluğun bütün tonlarıyla…

Buradaki bu “Direnişin 3. Yıl Şenliği”, bir yengi üzerinde değil. Yenilmişler. Ormanlarını kaybetmişler. Zehirli gazı sıkan TOMA’ların eşliğinde Limak, ormanın bütün ağaçlarını tek tek kesmiş ve devirmiş. O sırt doğanın içinde dev bir bıçakla açılmış bir yara gibi, artık bir orman değil maden sahası olarak orada duruyor. Ormandaki sırt, kilometreler boyunca, yarılmış ve vahşi kapitalizmin” bir sömürge ülkesine davrandığı gibi, hepimizin/ doğanın ve insanların bağrını deliyor…

Kutlanan sadece insanların her şeye rağmen direnişi; hatta bütün insanların yüzünü ak çıkartan süreğenlik, korkusuzluk, yenilmezlik, direngenlik ve bu dağlarda yaşamış olanların yüzlerce yıldan süzülen o mert meydan okuma geleneği…

Daha sonra çevre köylerden gelenlerin, belki bütün Ege’nin köylerindeki direnişlerden gelebilenlerin, kendi topraklarını koruyabilmek için mücadele eden köylülerden tertemiz gömleklerini giyerek gelmiş olan temsilcileri konuşuyorlar. İktidarın, sermeyenin oburluğunu doyurmak için, doğanın ve köylülerin böğrüne sapladığı bıçakla açılan yaraların derinliği, bu konuşmaların hepsinin ortak noktası. Ama hepsi, cesaretin ve alnı açık olmanın, sinesini saldırıya karşı siper etmedeki erdemin öykülerini anlatıyor.

Belediyeler konuşuyor, muhtarların gerçekten köyünü sevenler tarafından seçilmiş olanları, bir kadın muhtar anlatıyor, avukatlar anlatıyor ve artık besbelli ki deniz bitmiş. Korku duvarlarının hepsi yıkılmış/ un-ufak edilmiş. Kimse susmuyor ve yılmıyor. Kimse eğilmiyor. Adalet yok. Hak yok. Hukuk yok. Ve eğer bunları elde etmek istiyorsanız biliyorlar ki, artık tek güvenebileceğin şey kendi mücadele gücün, azmin ve dayanışmayı genişletecek örgütlenme becerin…

Akbelen ‘Geniş Merdiven’de

Akşam oluyor. Güneş artık yattı ve topluluk kendi coşkusunda erimiş gibi… Kazdağları’ndan gelen bir saz ve eşliğindeki bendir ile iki yaşlı amatör sanatçı Anadolu halkının bunca yüzyıl uğradığı felaketler karşısındaki sesini, bir sakin bir haykırış gibi duyuruyorlar. En sonda İlkay Akkaya ve Geniş Merdiven grubu geliyor ve bu harika şenlik biterken hepimiz anlıyoruz: Çıktığımız, çıkacağımız ve belki de her zaman çıkmak zorunda kalacağımız bir “geniş merdiven” var ve bu merdiven aslında bir direnişin türküsü…

Teodorakis’in yazdığı “Antonis’in türküsü”, II. Dünya Savaşı’nda bir toplama kampındaki Nazi subaya karşı, bir Yahudi tutsak ile bir komünist tutsak arasındaki dayanışmayı anlatır. Bir hiç için, hiçbir insana yaraması için değil ama eziyet etmek için taşıtılan kayalardan birini değil, ikisini birden doruğa çıkartarak, bu Nazi sapkın zulmüne meydan okuyan Antonis’in türküsü…

Aynı hiçbir işe yaramayacak olan, hatta zararlı olduğu bütün mahkeme kararlarında tescillenmiş Yatağan Santrali’ne (Düz:Yeniköy Santrali olacak) linyit sağlamak için açılan madenle yaratılan bu eziyete ve insanlık dışı duruma karşı Akbelen Direnişi, o “geniş merdivende” doruğa doğru, bir değil iki taş taşıyor ve besbelli ki bu direnişin türküsü de yüzyıllarca söylenecek…

Geniş merdivende tırmanmaya devam ediyor Akbelen, bil-cümle Ege halklar ıve insan olmanın yüz akını taşıyan herkes. Merdiven başını tutmuş olan iktidarın zulmüne karşı…

Yazının tamamına Yeşil Gazete'den erişebilirsiniz: Akbelen: Direniş bir şenliktir - Yeşil Gazete (yesilgazete.org)... Akın Atauz'a teşekkür ederiz...

Haber ibo.a.bo

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış