Dünden Bugüne Suriye Gerçeği-1

Yani ne Batı Koalisyonu, Kürtler ve soykırım tehdidiyle karşı karşıya kalan halklar için Suriye’ye geldi, ne de Kürtler güle oynaya bu güçlerle ittifak etmeyi seçti. Bu ilişki Suriye sahasında farklı çıkarların kendi doğal mecrasında örtüşmesi sonucu gelişti. Buna karşın zaman zaman Batının kendi çıkarları gereği Suriye hava sahasını uçuşa açarak Suriye’nin havadan bombalanmasına müsaade ettiğini ya da ABD’nin Suriye’den askerini çekmesini hatırlatmakta fayda var. Bir başka ifade ile varoluşsal bir direnişle özgürlüğünü elde etmeye çalışan halklar ile Ortadoğu’yu kölelik zemininde dizayn etmeye çalışan kolonyalist güçler arasında her hangi bir stratejik ittifak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu kural Kürtler için de geçerlidir. Bugüne kadar sergilenen pratiğin emperyalistler arasındaki çelişkilerin yarattığı çatlaklardan yararlanmanın bir adım ilerisine geçtiğini söylemek mümkün değil.

Dünden Bugüne Suriye Gerçeği-1

Suriye’de HTŞ‘ nin hiçbir karşı koyuşa rastlamadan, bir hafta gibi kısa sürede, altmış yıllık BAAS iktidarını devirmesini anlayabilmek için Suriye’de yaşanan savaş sürecinin ilk günlerine dönmek gerekir. Adına Arap Baharı denilen, Kuzey Afrika’yı (Fas, Tunus, Cezayir, Mısır) etkisi altına alan, toplumsal gösteri ve direniş rüzgarlarının dinmesi, giderek yön değiştirmesi sonrasında, yani 2011’de başladı. Ancak bu Tahrir Meydanında özgürlük için toplanan milyonların  talepleri doğrultusunda ve devamı şeklinde tezahür etmedi, sadece rastlantısal olarak Arap Baharının arkasından vuku buldu. Suriye savaşının ilk adımı, Dara’da isyancıların 100 askerin başını keserek öldürmesiyle başladı. Kısa sürede ülke düzeyine sıçrayan isyan, adeta çığ gibi büyüdü. ABD ve Batı koalisyonuna eşlik eden AKP iktidarı, Esat’ı devirmek üzere harekete geçti. El- Kaide’den  devşirdikleri cihatçıları eğitip donatma işini AKP iktidarı üstlendi. Sınırlar açıldı, tırlar dolusu askeri malzeme El-Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra’ ya taşındı. Eğit-Donat sürecinde Türkiye, Batı ittifakının bir parçasıydı. Ancak Suriye gerçeğini daha derinlemesine kavramak  Ortadoğu’nun  Suriye coğrafyasında kesişen, ayrışan birden fazla ana  siyasi fay hattını ve onun yan atımlarını anlamaktan geçmektedir.

Batı tarafından ekonomik yaptırım uygulanan İran’ın, ambargoyu, Irak’taki Şiiler ve Türkiye ile geliştirdiği ilişki ağı ile deliyor olması  ve milis örgütlemesi üzerinden Ortadoğu da oluşturduğu nüfus alanı Batıyı rahatsız etmekteydi. İran’ın bölgede gücünü kırmak için El-Kaide’nin Irak’a girmesini kendi çıkarları açısından işlevli gören Batı koalisyonu, bu örgütlenmeye göz yumdu. Ancak ABD’nin Irak’ta alan açtığı El-Kaide serpilip gelişirken aynı zamanda radikalleşerek  Irak Şam İslam Devletine   (IŞİD) dönüşmüştü. Dolayısıyla ABD’nin kontrolünden çıktığı gibi onun çıkarlarını hedef almaya, planlarını bozmaya başlayınca IŞİD’in vahşi katliamlarının tüm dünya tarafından lanetlenmesi üzerine, ABD ve Batı koalisyonu onunla savaşma durumunda kaldı. IŞİD daha kuruluşunun ilk günlerinden başlayarak Kürtleri, Arap Alevilerini, Dürzi, Ezidi ve diğer azınlıkları yok etmeyi hedefine koydu. Bu aynı zamanda ülke nüfusunun önemli bir kesiminin soykırımı anlamına gelmekteydi. IŞİD ve bağlaşıklarının bu yönelimine kendini seküler gören azımsanmayacak düzeydeki Sünni Arap kesimden de karşı çıkış olunca, ağırlıkla dışardan gelen IŞİD ve diğer Cihatçı yapılar toplumda kök salamadılar. Kürtlerin hayatta kalmak için gösterdikleri çetin direniş, Dünya kamuoyunun dikkatini üstüne çekerek dayanışma dalgasının yükselmesini sağladı. IŞİD’e karşı direnen halk güçlerine Amerika ve Batı ittifakı silah ve mühimmat vermeyi kendi uzun vadeli çıkarları açısından gerekli gördü. Yani ne Batı koalisyonu,Kürtler ve soykırım tehditiyle karşı karşı kalan halklar için Suriye’ye geldi, ne de Kürtler güle oynaya bu güçlerle ittifak etmeyi seçti. Bu ilişki Suriye sahasında farklı çıkarların kendi doğal mecrasında örtüşmesi sonucu gelişti. Buna karşın zaman zaman Batının kendi çıkarları gereği Suriye hava sahasını  uçuşa açarak Suriye’nin havadan bombalanmasına müsaade ettiğini ya da ABD’nin Suriye’den askerini çekmesini hatırlatmakta fayda var. Bir başka ifade ile varoluşsal bir direnişle özgürlüğünü elde etmeye çalışan halklar ile  Ortadoğu’yu kölelik zemininde dizayn etmeye çalışan kolonyalist güçler arasında her hangi bir stratejik ittifak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu kural Kürtler için de geçerlidir. Bugüne kadar sergilenen pratiğin emperyalistler arasındaki çelişkilerin yarattığı çatlaklardan yararlanmanın bir adım ilerisine geçtiğini söylemek mümkün değil. Zira Kürtler sadece Batı koalisyonu ile ilişki kurmadı, sahada bulunan BAAS iktidarı dahil, bütün emperyalist ve alt emperyalist güçlerle Rusya, İran, Türkiye ile çeşitli düzeylerde ilişkiler içine girdi. Dünya ve bölgenin bütün emperyalist güçlerinin sahada olduğu gerçeği göz önüne alınınca başka türlüsü mümkün değildi. Bu söylediklerim bugüne kadar sergilenen pratikten çıkarılmış sonuçlardır. Ortadoğu dediğimiz coğrafya çok kaygan zemine sahip, oynak siyasi yapıların kol gezdiği, çoklu etnik, siyasi fay hattının iç içe geçtiği bir bölgedir. Bundan sonrasının bu fayların ortaya çıkaracağı hareketlenmenin nasıl bir enerji açığa çıkaracağına bağlı olarak çok hızlı değişebileceğini not düşmekte fayda var.

Yeni Dünya Düzeninde Hegemonya Savaşı 

Suriye’de dışardan desteklenen iç savaşın başlangıcında, Batı ittifakı , Körfez ülkeleri ve Türkiye, Esat rejimini yıkmak konusunda hem fikirdiler. Ancak yeni rejimin inşası noktasında farklı tahayyüllere sahip oldukları sır değildi. AKP- MHP iktidarı, öteden beri Körfez ve Batılı ülkelere rağmen Suriye’yi alt Emperyalist emelleri doğrultusunda kendi arka bahçesi yapmak hedefi gütmektedir. Ancak bu hedef birden fazla  engele takılmaktaydı. Akdeniz’e açılan kapısı olması nedeniyle Rusya ile Hizbullah, Hamas’a lojistik koridoru olması açısından İran’nın çıkarlarıyla, ABD’ye karşı Küresel liderliğe namzet Çin’in Ortadoğu politikaları çatışmaktaydı. Öte yandan İsrail’in güvenliğini önceleyen Amerika’nın başını çektiği Batı ittifakının hedefleriyle çelişmekteydi. AKP Türkiye’nin güçlü Jeo-Politik konumunu, tek kutuplu dünyanın krizi sonucu kızışan güç devşirme savaşlarında, hedefine uygun kullanarak, hem BAAS rejimini yıkmak isteyen batı ve körfez ülkeleriyle birlikte Eğit – Donat ittifakında, hem de Esat rejimini savunan Rusya ve İran ile birlikte Astena ittifakında bulundu. Bu ikili tutumun kazandırdıkları ve kayıp ettirdikleri ayrı bir yazı konusu olduğu için bu yazıda bu bahse girmeyeceğim. 

BAAS rejimi esas itibari ile 2015’te IŞİD ve bağlaşıkları tarafından yıkılmanın eşiğine gelmişti. Esat’ın çağrısı ile Rusya, öteden beri iyi ilişkiler içinde olduğu İran’ın etkisindeki Hizbullah, Hamas ve kendisine bağlı milis güç Haşdi Şabi’yi harekete geçirerek, rejimi yıkılmaktan kurtarmış oldu. Yani bir bakıma BAAS rejimi 2015 yılında öldürücü darbeler alarak ağır hasta durumuna gelmişti. Çünkü savaş esnasında kurumları yıkılmış, ekonomisi çökmüş baskı rejiminin az olan toplumsal desteği de yok olmuştu. Yani mutlak bir zafer söz konusu değil, rejimin toplumun desteğini yeniden kazanacağı demokratik katılımcı bir perspektifte, kendini yeniden restore edebilmek için önemli bir fırsat elde etmişti.Kuşkusuz ağır hasta bir rejimin altından kalkmasının hayli zor olduğu sorunlar anlaşmalar yoluyla çözüm beklemekteydi. Astana itifakının anlaşması gereği Cihatçı Milisler Türkiye’nin hamiliğinde, daha sonra ülkeden tahliye edilmek üzere  İdlib’de konumlanmış, Rojava bölgesi diyalog ile çözüm beklemedeydi, Türkiye’nin Afrin ve Fırat’ın batısındaki varlığı zamana bırakılmıştı. BAAS iktidarı elde etiği dokuz yılık tedavi sürecini, farklı kimliklerin eşitlik temelinde siyasi katılımını esas alan demokratik bir anayasa temelinde seçimlere gitmeyle taçlandıramadığı için sadece BAAS iktidarını değil bir bütün olarak ülkeyi kangren illetinin kucağına teslim etmiş oldu. Bu aynı zamanda Şam’ın bir haftada düşme hikayesinin çok kısa bir özeti olmuş oldu.

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış