Yaka Köyü, Datça ilçesinin Betçe tarafında ve Datça’nın en eski yerleşim yerlerinden bir köy. Sırtını Gocadağ’a dayamış; adı gibi oldukça eğimli bir yerleşim yeri. Yaka köyü, Cumalı köy ile birlikte Betçe’nin iki önemli yerleşim bölgesi... Özellikle güneybatısındaki Kumyer Kalesi, bir gözetleme kalesi olmak dışında, antik bir yerleşime de işaret ediyor. Kumyer’de tarihi Uzunkuyu civarı özellikle mübadeleden önce Rumların yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. Hele hele Yakamar’a (Yakapınar’a) doğru da elverişli tarımsal arazilerin bulunduğu yaşam alanları bulunuyor.
Yakapınar’ın su yönünden zengin olması, oralarda yaşamın filizlenmesine olanak sağlamış. Hala oraları onlarca ev kalıntısı ile bir şekilde terk edilmişliğin hüznünü anlatıyor gelen ziyaretçilerine. Yıllarca Türkler ile Rumlar iç içe beraberce yaşamışlar bu bölgede. Bu satırları yazan bendeniz de, farklı kültürlerin iç içe yaşadığı topraklarda doğdum ve büyüdüm. O yüzden de geçmişi yâd ederken, hep Tire’nin Rum Mahallesi ve yine Yahudi yerleşimi olan Mısırlı Mahallesi gelir aklıma. Örneğin o eski bayramları anarken duygulanırım ve dalar giderim. Çocukluk yıllarımda üç beş arkadaş bayramların ikinci günü kente giderken heyecanımız kat kat artardı. Kente gideceğiz ve tertemiz bayramlıklarımız ile kentin sokaklarında dolaşacağız. Kentin bayram yerinde cambazlar olurdu. Çadırlarda türlü türlü eğlenceler bizleri kendine çekerdi. Etraf bizler için çok ilginç olan satıcılar ile dolardı. Gönlümüzce gezip dolaşıp cebimize konan azıcık parayı zevkle harcardık.
Oysa ben şimdilerde Anadolu’dan oldukça uzak olan ve yıllarca karadan anakaraya bir irtibatı asla olmayan Datça Yarımadasının en ucunda, kendi yağı ile kavrulmasını becermiş olan bu topraklarda yaşıyorum. Bu insanların çocukluk çağlarında bir kente gitmek gibi bir durumları yoktu. En yakın kent oluşumu Muğla; o da en az beş günlük yol eder. Çünkü yıllarca araba yolu olmamış. O zaman “kent yoksa böyle bir kültür de yok mu” sorusu akla geliyor ister istemez. Bakınız bayramlarda gidecek bir kenti olmayan bu toplumun çocukları ve gençleri bağrında neler yaratmışlar.
Solda: Geçmişin şahitleri... Sağda: Mehmet Ali Bayırlı çocukluk yıllarını anlatırken çocukça gülümsemeyi özlemiş...
Konu bayramlar ise eğer, onlar da çocukluk yaşlarına gidip o güzel eğlence dolu günleri sizlere anlatırlar. Her iki bayramın da dört gün sürdüğünü söylüyor yaşlılar. İlk gün bayramlaşma ve akraba ziyaretleri ile tamamlanırken, ikinci gün ve sonraki günler tamamen eğlenceyle geçermiş. Yakaköyden Temel Özcan Öğretmen, Kumyer Mahallesinde doğmuş. Onun anlatımına göre; bayramın ilk günü akraba ziyaretleri ile geçermiş. İkinci günden itibaren, özellikle akşamları; gece yarılarına kadar eğlenceler yapılırmış. Zurnacı Vezir Amca ile Davulcu Yaşar, ikisi de aynı köyden; yani Kumyer’den, eğlencelerin çalgıcıları imiş. Temel Hoca, “Bir gece Yaka Menişdibi’nde eğlence olurken, ertesi gece de Kumyer Çeşmebaşı’nda eğlence olurdu” diyor. Yine aynı köyden Mehmet Ali Bayırlı, Temel Hoca’dan yaş olarak daha büyük; onun çocukluğunda ise, bir bayram eğlencesi için Emecik Köyünden Kara İbram diye bir Kemancı ile onun davulcu olan oğlu gelirmiş Yaka Köyüne. Köyün uygun olan bir yerinde bu ikili, gençleri ve çocukları (Okul Bağı da denilen, şu anda eski okulun bulunduğu yer) eğlendirirlermiş. Ayrıca cambazlar da gelirmiş bayram eğlencelerine.
Bu arada köyden üç genç, bir büyük çapayı süsleyip onu bir devenin başına çevirirlermiş. Çapanın bir tarafına camdan gözler de ekleyip tam bir devenin başına benzetirlermiş. Öndeki genç, bu çapayı elleri ile tutarak ve diğer iki gençte arkada bir kilim yardımı ile üzerlerine örterek bir deve görüntüsü yaratırlarmış. Birde sağlı sollu çanlar da takılırmış deveye. Bu deve artık köyün meydanında gösteri yaparmış. “Deve” ya da “deve etmek” deyimi özellikle bizim bütün dini ve milli bayramlarda kullanılan bir ifadedir. Büyükler, küçükleri aldatmak için ellerindeki küçük paraları ya da yiyecek eşyalarını “deve yapacağım” diye alıp yok ederlermiş. Bazı uyanık çocuklar buna kanmaz, saflar ise çabucak inanırmış. Burada da üç gencin büyük emeklerle gerçekleştirdiği deve figürü, ortalıkta dolaşan küçüklerin ellerindeki yiyecekleri toplamak için olmalı herhalde.
Ne olursa olsun, her yerde çocuk eğlenmek istiyordu; seyretmek doyasıya… Hatta o oyunun bir parçası olmak, belki daha güzeldi. Benim çocukluğuma gittiğimde, orada bir kent söz konusu idi. Bizler sadece seyirci… Oysa burada kendi olanakları ile hazırlanan ve oynanan bir oyun söz konusu. Oyunu kuran da, oynayanlar da onlar… Hatta seyirci de… Buralarda oyun demek, etkileşimli bir süreç demektir; oynayanlar ve seyredenlerle birlikte… Burada kısacası bir amatör ruh olduğu kesin. Para yok. Oyunun bir parçası olmak var. Bu arada bir yanda davul, bir yanda da keman; köyde oluşturulan bir bayram havası...
Eski bayramların coşkucularından zurnacı Mehmet Ali Koreli Dede ile beraber. (Sedat Özkan arşivi)... Betçe’lilerin Fenerci amcaları. Mehmet Bora. Geçmişimiz ile ilgili bize bilgi veriyor. ( Facebook’tan alınmıştır)
Ben hemen beynimde beliren bir başka soruyu sordum. “Pekâlâ, buralara kadar gelen bu çalgıcılara kaç para ödeniyordu” dedim Mehmet Ali Bayırlı’ya. Cevap çok ilginç idi... “Para nerede? Delikli bir kuruş bile her insanda bulunmazdı o yıllar. Gelen bu çalgıcılara emekleri karşılığı olan değeri, evlerden toplanan zeytinyağı, arpa ve buğday ile öderdik”. Şöyle bir düşündüm, ne kadar güzel bir ödeme şekli... O gün o eğlencede gençler ne kadar erzak topladı ise, ona razı oluyor bu misafirler. Bu arada kızlar ne yapıyordu dediğimde cevabı şu oldu; “onlar köyün başka yerinde kendi aralarında eğlenirlerdi”. Özellikle bu yörenin çok meşhur bendircileri; Beldir Nine ile Pipo Kızı, kızları bendir çalarak eğlendirirlermiş. Ben bu satırları karalarken hem kendi çocukluğuma gittim, hem de buranın eski bayramlarına. Çocuk bu… Hiç fark etmiyor. Eğlence nasıl olursa olsun, mutlu olmak var ya… Çocukça mutluluk... Katıksız saf çocuk gözüyle görebilmek olanı biteni... Tertemiz bulanıksız bir hayat…
Doyumsuzluğun olmadığı, dolayısı ile az şeylerle mutlu oluveren, oyunun içinde kendilerinin de olduğu bir yaşama şekli ile büyüyen o nesilleri düşündüm. Şimdilerde ise, ne versen bir türlü doyum noktasına ulaşamayan çocuklar ve gençler kendilerinin içinde olmadıkları oyunu oynadıkları için, asla mutlu olamıyorlar. Emeksiz, üretimsiz bir yaşam biçimi belki de bugünküsü. İçimden birden “haydin hep birlikte oyunu biz kuralım, bizler olalım bu oyunların içinde “diyesim geldi.
Yorumlar (3)
E.Cengiz Yasin bu
6 saat önce / 21.11.2024Hasan aklıma neler getirdin neler.Alay parkına kurulan sihirbaz çadırı,yazlık küçük sınama altında kurulan bayram salıngaçlar,dönme dolaplar köftecilerin dumanları gözümü yasşartırdı ama alamazdık ,harçlık yetmezdi.Harçlığı kasnakçıda yok ederdik.
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Aliş
18 saat önce / 20.11.2024Emeğine kalemine sağlık
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Halil Güney
21 saat önce / 20.11.2024Yetip giden geleneklere ışık tuttuğunuz için kutlarım sizi.
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla