İoanna Kuçuradi ile hayata dair

İoanna Kuçuradi. Türkiye’nin yaşayan en değerli, en aydınlık düşünürlerinden. 88 yaşında, İstanbul doğumlu, Türkiye Rumu bir filozof ve öğretim üyesi. Geçtiğimiz günlerde, FluTV adlı YouTube kanalında, yayıncı İlker Canikligil ve Psikiyatrist Alper Hasanoğlu’nun hayata ve hayatın anlamına dair sorularını cevapladı ve yorumladı.

İoanna Kuçuradi ile hayata dair

İoanna Kuçuradi. Türkiye’nin yaşayan en değerli, en aydınlık düşünürlerinden. 88 yaşında, İstanbul doğumlu, Türkiye Rumu bir filozof ve öğretim üyesi. Geçtiğimiz günlerde, FluTV adlı YouTube kanalında, yayıncı İlker Canikligil ve Psikiyatrist Alper Hasanoğlu’nun hayata ve hayatın anlamına dair sorularını cevapladı ve yorumladı.

Etik nedir? Değer nedir? Anlam nedir? Doğru nedir? Hak nedir? Peki ya çıkar?.. Neyi ne kadar biliyoruz? Bildiklerimizden ne kadar eminiz? Özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, modernite hakkında bildiklerimiz ne kadar doğru? Peki ya politika?..

Doyumsuz bir söyleşi olmuş... İnsanın kendisiyle ve bildiğimizi sandıklarımızla hesaplaşası geliyor. Dayanışma-Datça olarak, söyleşinin kısa bir özetini derledik. Söyleşinin tamamını da bağlantı linkinden izlemek mümkün.

Değerler, değer yargıları, güven

Kuçuradi “Değer sizin için çok önemli. Değer nedir?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Değeri, değerler ve değer yargıları diye ayırıyorum. Bir şeyin değeri anlamında ‘değer’ benzerleri arasındaki yeri nedir? Özelliği nedir yakın şeylerinden dolayı bir şeyin değerini böyle anlıyorum. Bu değerli olabilir, değersiz olabilir. Mesela bir eylemin değerli olması, doğru olması…  Değerli eylem değer koruyan eylemdir. Bir de hayatta o kadar fazla yapamıyoruz bu türlü eylemleri, koşullar bize izin vermiyor. Daha çok benim doğru dediğim eylemleri yapıyoruz yani o koşullarda en az değer harcayan eylemleri yapıyoruz, onlarla yetiniyoruz. Şimdi ‘değer’, bir şeyin değeri… Bir de ‘değer yargıları’ bunlar değerlerle karıştırılıyor insanlar tarafından. Değer yargıları belirli bir grubun, kültürel grubun ya da toplumsal grubun ‘iyidir, kötüdür’ dedikleri. Çok kültürlü toplumda yaşadığımıza göre, birçok çatışmanın nedeni de bu değer yargılarının farkı. İyi denilen ve kötü denilen şeylerin farklı olması. Birçok kavga bundan çıkıyor… Değerlerin değişmesi ‘söz konusu değil’, değişmiyor değil de söz konusu değil. Değişmesi söz konusu olan değer yargılarıdır. Ne fark var bunda?..  Mesela ‘güven’. Güven son derece önemli bir etik bir değerdir ama güven nedir? Birisine güvenmek ne demek? Kendini ona bırakmak? Hayır. Bırakmak şart değil ama kendini ona bırakabilmek. Hayır. Bırakmazsanız da ben hiç bırakmadığım bir insana da güveniyorum. Neye güveniyorum? Yapmaması gereken bir şeyi bile bile yapmayacağına güveniyorum. Benle ilişkisi olsun olmasın… Onlar (değerler) göreli ve göresizliğin dışındadır. Göreli ve göresiz olan ya da mutlak denilen neyse o değer yargılarıdır, değerler değil. Etik değerler değil.

“Değerler de değişemez mi zaman içinde?” Hayır! Onlar değerdir. ‘Güven’, bin yıl önce de önemliydi, şimdi de önemli. ‘Sevgi’ değişiyor mu? Değişmiyor. Belki ifadeleri değişiyor.

“Türkiye'de garip bir dönemden geçiyoruz. Şu inanç çok yüksek: insanlar değerlere pek bağlı değil ya da değerler erozyona uğramış diye bir söylem var. Siz katılıyor musunuz buna? Çevrenizde görüyor musunuz böyle bir şey?” Hayır. Bunlar bu kavramları ezbere kullanarak söylenen sözler. İnsanlarımızı değer bilgisiyle, etik bilgiyle donatmıyoruz. Bunu tekrar tekrar söylüyorum; bilgisel yeteneklerini geliştirmeye çalışıyoruz, makineler yaptırıyoruz ettiriyoruz ama etik yeteneklerini geliştirmeye hiç yardım etmiyoruz. Oysa bunun yapılması gerekiyor.  

“Peki bu kişisel bir şey mi? Yani bireyin kendi yapabileceği bir şey değil bu devletin yapabileceği bir şey herhalde öyle mi?” Yok. Birey-devlet değil. Bir kere annemiz babamızdan gördüklerimiz var. Sonra hocalarımız çok önemli. Bu bakımdan doğru dürüst bir hocanın eline düştüyseniz çok şanslısınız ama hayatınız boyunca öyle bir şey görmemiş de rastlamamış da olabilirsiniz.

Dünyanın her yerinde her zaman geçerli bir şey: sözünde durmak

Kuçuradi Hindistan’da başından geçen ilginç bir anıyı anlatıyor: Ama sözünde durmamak gerektiği durumlar da olabiliyor… O zor şartlarda yaşayan bir insan bile bir insanın sözünde durmasının ne kadar önemli olduğunun farkında.  “Aslında yalan söylemek, kandırmak, bunlar çok güçlü şeyler bunlara enayi bile diyorlar hocam” yorumunu da şöyle cevaplıyor üstat: Amaçlarımızla ilgili bir durum bu. Amacımız kazanmaksa o zaman yalan söyleyebiliriz, ama iyi insan olmak istiyorsak? İyi insan olmak çok pahalı değil, doğal bir hal, yani zor bir şey değil.

Çıkar nedir? Hak nedir?

“Türkiye Felsefe Kurumu sizin “çıkar” ve “hak” arasında insanların fark etmedikleri ama çok önemli bir farkla ilgili bir şeyinizi paylaşmışlar.” Evet. Dünya Felsefe Günü mesajımdır. Hak, Platon'un ifadesiyle söyleyeyim, son derece isabetli bir tanımı var ama tanım diye yapmıyor. ‘Devlet’in birinci kitabında, ‘Hak’ diyor, hak kimin hakkıysa ona muhakkak verilmesi sağlanması gereken bir şeyi kastediyoruz. ‘Hak’ derken, yerli veya yersiz olabilir, ‘çıkar’ ise kimin çıkarı ise onun hak ettiğinden fazla bir şey aldığını ve -yalnız bununla kalmıyor- o fazlanın başka birisinden eksildiği bir şeydir. Asıl sıkıntılı olan burası, başkasından eksiliyor öbür kişiye geçiyor. “Bu gerçekten çok önemli; yani günümüzde de belki bütün toplum, bütün dünyadaki global olarak en büyük adaletsizliğin, yani gelir dağılımı eşitsizliğinin, bu çıkar ve…” …kişiler arası ilişkilerde, devletler arası ilişkilerde böyle ama öyle oluyor işte.

“Ben provokatif bir soru soracağım. Niye insan hakkı diye bir şey olsun? Yani doğdu diye niye birisinin hakları olduğunu düşünüyorsunuz?” Şimdi ben onu en başta aktif açısından düşünüyorum: ben insansam insan olmaya yakışır bir şekilde eylemde bulunurum. Bize hep pasif şekilde anlatılıyor. ‘Kimse işkence görmeyecektir’. Hayır! Bu ne demek? ‘Hiç kimse işkence yapmayacaktır’ demektir. O pasif şeyinden ziyade aktif tarafına ağırlık verirsek bu çok önemli. Eğitimi de böyle yaparsak çok şeyler fark edebilir. Dünya cennet olmaz ama çok şey fark edebilir.

“Genç kuşakta ben şöyle bir şey görüyorum. Bizden genç olanlar da bir şeyleri hak ettiklerine inanıyorlar ya. Mesela üniversiteyi bitireceğim ve çok iyi bir işe gireceğim diye bir şeye inanıyorlar ve bunun hakkı olduğuna…” Bu bir istektir, bir arzudur. Peki hak nedir? İş bulabilmesi onun yapabileceği bir iş olması, olanakların sağlanması. Tabii bir de şunu söylüyorum; her şey, her iş herkese açık olmalı ama her işin gerektirdiği bir boy vardır, insanlar önce boyunu oraya çıkarıp öyle ona girişmeli. Bu işin boyu burasıysa, sen de buradaysan onu yapmaya girişirsen, işte bugünkü haller çıkıyor ve kimse farkına varmıyor.

Eğitimde “önce ben”mi?

“Okullarda eğitimde 12 yıllık zorunlu eğitim, 12 yıl boyunca matematik öğretiliyor, ama mesela işte insanlar robot yapabiliyorlar, işte uçak mühendisi oluyorlar, her şeyi yapabiliyorlar ama bilgisel yeteneklerin verilmesinin yanında o etik bilgisinin verilmemesinin niçin önemli olduğunu, bize biraz daha açık anlatabilir misiniz acaba?” Çünkü bunların da kullanılışı senin yaptığın makine çok güzel bir şey ama onu öldürmek için de kullanırsın yaşatmak için de kullanırsın. En iyi tıptaki örnekler mesela; bazı şeyler insanları tedavi etmek için kullanılıyor ama aynı şey öldürmek için de kullanılabiliyor. Her şey neredeyse böyle. Değerler, etik değerler dışında bunların farkına varması ve biraz önce de sen de ona dokundun, “önce ben” dememek. Öyle işler var ki, o işte “önce sen” ama başka bir iş var ki “önce o”.   O zaman yine “önce ben” olmamam gerekiyor. Bunu öğrenmiyor, hep “önce ben” oluyoruz. Ve tabii ki işler karışıyor.

Her durumu değer bilgisiyle değerlendirmek!

“Peki hocam siz de Sokrates'in söylediğini biraz düşünüyorsunuz gibi geliyor bana, belli konularda. ‘Kötülük bilgisizlikten kaynaklanır’. Siz de biraz öyle düşünüyorsunuz sanırım değil mi?”İsteyerek kötü olunmaz” diyor. Aklım yatıyor buna, yani isteyerek kötülük yapacağım demek mümkündür belki.  O bu sefer psikiyatrik bir vaka olur.  “O zaman psikiyatrik vakalar çok fazla dünyada sanki?” Bilmiyorum. Acaba öyle mi? Yoksa başka bir sıkıntı var orada? “Yoksa gerçekten bilmiyor mu insanlar? Bilgisiz mi ya da etik bilgiden yoksun mu?” Bunları biz küçüklüğümüzde beri, etik bilgi olduğunun farkına varmadan yapmaya başlıyoruz. Ondan sonra ne yaptığımızın farkına varıyoruz.

“Hocam şuna ne dersiniz? Ben çok fazla bunu yapmamaları gerektiğini hep annelere babalara söylüyorum, mesela diyor ki, çocuk okula gidiyor zorbalık yapan daha iri yarı bir çocuk başkasına vurabiliyor. Diyor ki mesela, oğluna-kızına ‘sana vurana sen de vur’ diyor, ‘kendini savun’ demeye çalışıyor ama yani birisi kötülük yapıyor ‘sen de kötülük yap’ demekmiş gibi.” Dişe diş! Ama onun da belki gerekeceği bir durum olabilir ama genelleme olmaz. Kendini de bırak öldürsünler demek istemiyorum kimseyi. Ama bu nerede söz konusu olabilir. Onun için etik konularda her durumu kendi adına, tekliğinde değerlendirmek çok önemli ama değer bilgisiyle bakarak değerlendirmek, değer yargılarıyla değil.

İnsan Hakları Eğitimi Müfredatı

“Bir müfredat tasarlanabilir mi bu bakışla?” Tabi biz hazırlamıştık: İnsan Hakları Eğitimi. Öyle bir müfredat hazırlamıştık. Bir süre okutuldu sonra sessiz sedasız kaldırıldı. İnsan hakları müfredatı, etik ve insan hakları ama insan haklarını ilk önce etik ilkeler olarak görerek. İnsanlar arası ilişkilerde yapıp ettiklerimizi belirlemesi beklenen ilkeler. Ama her zaman çok dikkat istiyor. En kilit noktamız, burada doğru değerlendirme yapmayı öğrenmek. Bu olmadıkça birçok şey güme gider. Tabii ki doğru değerlendirmek kolay bir iş değil. Teorisini yapan benim de yapamadığım durumlar oluyor. Çünkü veri eksikliği oluyor. Ama o zaman seni dikkatli yapıyor. Bu böyle de olabilir, şöyle de olabilir. Onun için ne agresif oluyorsun ne de haksızlık yapmamaya çalışıyorsun.

Aşı karşıtlığı: Modernizmle Postmodernizm çarpışması

“Peki ben felsefeye gireyim haddim olmayarak. Sizi tam bir aydınlanmacı olarak görüyorum, bu söylediklerinizle. Yani siz doğrulara inanıyorsunuz.” İnanmıyorum. Onların olduğunu biliyorum. “Biliyorsunuz ama aydınlanmaya çok kara çalındı son 30-40 yılda. O konuda ne düşünüyorsunuz? Yani postmodernizm konusunda ne düşünüyorsunuz?”  Onun mottosu neydi? ‘Anything goes’, ‘ne olsa olur’ ve değer farkı olmadığı, eylemler arasında değer farkı olmadığı iddiasıdır ve bu yanlış. Bu böyle değil. Ne yaparsan olur diye bir şey yok! Haksızlık yapmak var, bir de birisinin hakkını vermek var. İkisi aynı şey değil! Aynı şey midir? Dışarıdan bakan için de aynı şey değil. Hele söz konusu olan kişi ise aynı şey değil. Sıkıntı, bunu nasıl bulacağız? Bunu insanlar değer yargılarıyla yapıyor çoğu zaman ya da işlerine geldiği şekliyle. Oysa doğru değerlendirme yapmayı bir yere kadar becerebiliyorsak başka şeyleri başka türlü görebiliyoruz.

“Bir örnek verirsem belki daha iyi anlarız. Mesela pandemi döneminde aşı oldu. Birtakım insanlar ‘biz aşı olmak istemiyoruz’ dediler. Burada da bir tartışma çıktı. Aslında modernizmle postmodernizm çarpıştı orada. Mesela bugün, işte Elon Musk gibi bir adam hala veya Trump, aşıya karşı.” Zatürre aşısı, yeni öğreniyorum hayatta bir kere oluyormuş kişi, yani birkaç kere olacak şey değilmiş. Bana hep herkes aşı ol dediği için sordum enfeksiyon uzmanı, hem de insan haklarında yüksek lisan yapmış, benim öğrencim de aynı zamanda, doçent dedi ki ‘hoca yaptıysan hayatında bir kere’ ben hatırlamıyorum yapmadım herhalde bana diyor ki ‘sen grip aşısı ol’.  O daha basit bir şeymiş. “Peki olmalı mısınız? Nasıl karar vereceksiniz böyle bir durumda? Neyin doğru olduğuna?” Doktorun karakterine bakarız. Doktorun karakterine bakıyorum ben de.

Özgürlük ve ödev

“Buradan özgürlük kavramına geçebilir miyiz? Yani ‘anything goes’, ben her şeyi yapabilirim, ‘özgürlük’ değildir. Hem Kant'a göre hem size göre özgürlük tanımını biraz açabilir miyiz?” İnsanlara çok paradoksal gelen bir şey var: koşulsuz bir buyruğa uymak nasıl özgürlük olabilir?” Şimdi soru şu: neden özgür, bağımsız oluyorsun? Burada başkalarının dediklerinden, başkalarının empoze ettiklerinden.  Ama senin kendi kendine empoze ettiğin yanlış şeyler ne oluyor? “Bence de tek özgürlük alanı koşulsuz buyruğa uymayı seçmektir sizin de derslerinizde vurguladığınız gibi” En basit söyleme şekli, başkasına bir şey yaparken onu araç olarak yapmamak, sana bir şey dönsün diye yapmamak. Döner diye bir yasak da yok ama asıl amaç bir şey sana dönsün diye yapmamak, çıkar için yapmamak… Kant anlatıyor: ‘ödeve uygun ödevden dolayı bir şey yapmak.’ Kant öyle bir ayırım yapıyor. İki bakkal var. İkisi de kimseyi kandırmıyor ve beş kuruş fazla almıyor, eksik tartmıyor. Ama bir tanesi ben de insanım, insanları aldatmamalı diye düşünüyor. Öbürü öğrenilirse müşterisini kaybeder diye yapmıyor. Şimdi birisi ödeve uygun yapıyor ama bunun etik değeri yoktur.  Öbürü ben insanım diye. Ben size bir şey yapıyorsam, sizde bitmesi için yapmam ama diyorum ki, dönmek yasağı yok ama benim amacım bana bir şey dönsün diye değil. Onu size yapmama götüren şey benim kârım, bana dönecek bir şey olmaması. “Peki ceza konusunda ne düşünüyorsunuz?” Ceza, denetim önemli tabii… Bakkal bir yandan da korktuğu için de yapmayabilir. Tabii ama o korktuğu için yapmamasının da yine etik değeri yoktur ama biz toplumsal yaşamda bunlara bile razı oluyoruz.

Yapay zekâ

“Yapay zekâ konusunda ne düşünüyorsunuz?” Benim hiç aram yok yapay zekayla. Bir kere zekâ kelimesinin kullanılmasını problem olarak görüyorum. Zekâ insanın bir yeteneğidir. Bir toplantıya gittik. Beni konuşturdular açılışta. Bu toplantı için Amerika'dan bir Türk profesyonel gelmişti. Orada Sofia gibi bir şey duruyordu. Sordum onunla senin-benim aramda ne fark var diye. Döndü bana topu bana attı, ‘sen söyle hocam’ dedi. Dedim aç bunun (göğsünü göstererek) burasını, göreceksin ki kablo. Beni, burayı kesersen kan gelecek. O kadar basit bir şey ki. “Sofya bir gün çok daha akıllı olur ve insan gibi?” Hiç olmaz. İnanmak değil. Olamaz. Ama bizden daha komplike ilişkiler kurabilir ve de çok daha hızlı olabilir. “Hak ve değer konusu onlarla da ilgili geçerli mi yani? Biz bir robotu dövebilir miyiz?” E dövsen de bir şey olmaz. Ona bir şey olmaz. Dövsen de döversin elin acır.

Selfi ve narsizm

“Biraz da sosyal medya ile ilgili, selfinin bayağı bir narsistik bir şey olduğunu ifade ettiniz bir yerde. Burada da bütün kötülüklerin kaynağının 'selbst liebe' (kendini sevmek) olduğunu söylüyor Kant bir yerde, sanki narsizmden bahsediyor. O zaman o kelime olmadığı için söylediği kendine tapmak, kendine âşık olmak gibi bir şey herhalde. Selfi neden size narsizm gibi geliyor?” Gidiyor bir şeye. Onun fotoğrafını çekecek. O da kendisini de görmek istiyor. “Kendisi olmadan dünya yok olacak gibi ama zaten doğru değil mi? Ben yoksam dünya var mıdır ki?” Dünya var tabii devam ediyor. “Yani benim için bir önemi yok.” Ama senin-benim için değil de ama dünya devam ediyor. Ne zaman yok olur? Onu ben bilemem.

İhtiyaçlar: Doğal mı? Duyulan mı?

“Doğal ihtiyaçlar ve duyulan ihtiyaçlar diyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz bu ayrımla?” Şimdi doğal ihtiyaçlar insan olmamızdan, canlı olmamızdan olan ihtiyaçlar, yaşadığımız ilişkiler bakımından ihtiyaçlar oluyor ama bir de başta reklamların yarattığı ihtiyaçlar var. Reklamları kullanarak yarattığı ihtiyaçlar. Onlar da olmasa da olur. Tüketim toplumunun bir marifeti olarak diyeyim, öyle bir şeyler oluyor.

Yaşlanmak: kaçınılmaz

“Hocam yaşlanmak hakkında ne düşünüyorsunuz?” Yaşlanmak kaçınılmaz bir şey.  Doğal bir şey. “Biz gençlere tavsiyeniz yok mu? Yani çünkü biz korkuyoruz.” Doğallıktan korkmamak.

Siyaset ve ifade özgürlüğü

“Siyasetle politikayla ilgili bir şey. Sizin söylediğiniz bir şey, ulusal politikacıların amacını değiştirmeleri gerektiğini. Ne demek istiyorsunuz bununla?” Şunu. Çok basit bir cümleyle, amaç o koşullarda açık kavranılmış insan haklarını korumak olmalı, ama açık kavranılmış. Hep konuşuluyor, çok da kavgası yapılıyor: ifade özgürlüğü. Ben, ‘ifade özgürlüğü diye tek başına bir hak yok’ diyorum. Düşünce özgürlüğü ifadesini de kapsıyor, kanaat özgürlüğünü ifadesini de kapsıyor ama tek başına ‘ötme’ özgürlüğü oluyor, o zaman. İfade özgürlüğü, ‘düşünce’ ile birlikte, yani sen bir bilgi getiriyorsan onu ifade edebilme, bir düşünce getiriyorsan ifade edebilme ve ettiğin için başka haklarının zarar görmemesi. Ama ‘istediğin gibi ötmek’ değildir. “Yani, dolayısıyla doğru mu anladım? Bazı ifadeler doğru değildir mi diyorsunuz?” bazı ifadeler o kapsama girmiyor demek istiyorum. Ama ifade özgürlüğü dersen ‘her şeyi ben söylerim’. Hayır! Öyle değil! Hangisinin ona girmediğine, siz kendi ölçütlerinizle değil. Hayır kendi ölçütü değil. İnsan Hakları istememizin amacıdır onları istememizin amacı, insanları korumak içindir. Dolayısıyla insana zarar verecek bir söylem, tabii o zaman, o tabii ki ben olsam rahat rahat yasaklarım, ama kötüye kullanmamak şartıyla. Bunun çok kolayca kötüye kullanabileceğin de farkındayım.

Sokak hayvanları: doğmamalarını sağlamak gerek

“Son zamanların moda tartışması sokak hayvanlarının toplanması, öldürülmesi.  Bu konuda ne diyorsunuz?” Valla hayvancıkların doğmamasını sağlamak gerekir. Ama biraz uzun zaman alır.

Demokrasi: etik değer eğitimi

“Demokrasi, diyorsunuz hocam, sürü egemenliğine yol açabilir. Aydınlanmış yurttaşlar gerekir demokrasinin işlemesi için diyorsunuz.  Bu da ancak eğitimle olabilecek bir şey.”  Belirli bir eğitimle, sadece eğitim diyerek de olmuyor. Yani etik eğitimi, başta değer eğitimi diyorum. Etik değerleri hesaba katan, kişileri bazı şeyleri görmeye yardımcı olan, kendilerinin görmesine yardımcı olan şekilde. Yani ezberlemesin. Herkesten felsefe yapmasını beklemiyorum ama düşünsünler.

Gençlerde felsefeye ilgi: ihtiyaç

 “Gençlerde bayağı bir felsefeye ilgi var gibi görüyorum ben. Siz de öyle görüyor musunuz? Sizce bu bir değişimi haber verir mi?” Var. Yok değil var. Bir ihtiyacı haber veriyor… Anlam sorunu değer sorununa sıkı sıkıya bağlıdır ama anlamlandırmanın da üzerinde kafa yormak gerekir, İnsanlar kendilerine göre değerli bir şeyi anlamlı görebiliyor. Bir de hiç ilgisiz bir şeyi anlamlı görebiliyor ve hayatlarına böyle bir anlam katıyor. Çok daha değerli, insanı koruyucu işler yapan insanlarda anlamla değer örtüşüyor.

“Bu noktada kişisel gelişim diye bir şey var. Son 30-40 yıldır çok moda oldu. Bazen de sahte felsefe gibi oluyor. Ne düşünüyorsunuz o konuda?” Koçluk!.. Biraz dikkatli olmak gerekir.

Şiir ve felsefe

“Siz şiir yazdınız ve bir şiir kitabınız var. Yunanca yazmış olduğunuz şiirler, onlar Türkçeye çevrildi. Felsefe şiir ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?” İki ayrı iştir. Şiirde doğru diye bir şey yok, Şiirin sesi çok önemli. Ses diye bir şey var şiirde. Onun için derim ki, şiirleri yüksek sesle okumak gerek. Tadını çıkarmak istiyorsak yüksek sesle okumak gerekir. Ama felsefe bilgidir ve bilgide doğruluk söz konusu. Ben şiiri bırakmadım. Ben kendimi hiç zorlamıyorum. Doğal bir şekilde bıraktım. Doğal bir şekilde yazdım, doğal bir şekilde bıraktım.

Türkiye Cumhuriyeti başarılı mı?

“Benim herkese sorduğum bir soru var. Onu size de soracağım. Modern Türkiye Cumhuriyeti projesi başarılı mı? Geleceğini nasıl görüyorsunuz?” Epey başarıldı diye düşünüyorum ama zikzaklarla. Zikzaktan sakınalım. Öngörüde bulunmak istemiyorum ama çok kolay geri gidemeyiz. "Teşekkür ederim yani Atatürk'ün temelleri epey sağlam sayılabilir." Dolayısıyla geri gitmemiz imkânsız demiyorum ama beklenecek bir şey değil.

Çoğulculuk: Moda mı?

“Geçenlerde Daron Acemoğlu, Nobel aldı duymuşsunuzdur, Fatih Altaylı ile bir söyleşi yaptı ve orada dedi ki ‘Atatürk çoğulcu bir demokrasiyi seçseydi bugün daha iyi olurduk’. Bu görüşe ne dersiniz?” Çoğulculuk çok moda bir şey. İyi bir şey diye düşünülüyor ama çoğulu olması yetmiyor bir şeyin. Nedir onlar? Farklılıklar olabilir. Ama o her bir farklı şeyin değeri nedir ona bakmadan cevap vermek mümkün değil.

“Peki bu bir anakronizm değil mi? 20'lerde olmuş olayları çoğulcu demokrasi gibi terimlerle açıklamaya çalışmak.” Çoğulcu demokrasiden kasıt ne? Siz kullanırken ne kastediyorsunuz? “Yani onun kastettiği, anladığım kadarıyla işte daha fazla azınlıkları işin içine katmak, Kürtleri katmak, Ermenileri katmak, Rumları katmak.” Katmak diye bir şey yok. Devletle kişilerin ilişkisi “yurttaş” ilişkisidir. Yurttaşın dini, dili kimseyi ilgilendirmez. Ama temel hakları göz ardı etmeden onları da koruyarak vatandaşlık haklarının eşit olması.  

Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti başarılı mı sizce?” Başarılı olduğu durumlar var, başarısız olduğu durumlar var.

“Sen şimdi nazik olmaya çalışıyor diye düşünüyorsun hocam ama öyle değil. Gerçekten çok genel bakmamak gerektiğini düşünür hep hocam.” İnsan ilişkilerinde genellemelerden kaçınmakta yarar var diyorum. Aristoteles'in ifadesiyle “çoğu zaman”. Ama onun dışında bir şey olmaz demek değildir. İnsan olmanın böyle bir gücü var.

“Ben biraz şunun için sordum. Açık konuşayım, siz azınlık kökenli birisiniz. Bu hayatınızda hiç size olumlu ya da olumsuz bir etki etti mi? Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşarken?” Etki etmeye çalışıldı ama ben üstünde durmuyorum.

Gençler ne yapmalı?

“Peki hocam ne yapalım? Yani bu genç arkadaşımız mesela, ona ne önerirsiniz hayatta?” Valla yaptığımız şeylerin içinde, eğitimde bazı değişiklikler yapmak gerekir. Önce öğretmenleri hazırlamak, çünkü öğretmen doğru dürüst değilse işe yaramaz yine ezber olur. Doğru dürüst bir insanlaşma eğitimi, annemiz ve babamızdan görebiliyoruz ama göremeyen çocuklar da az değil.

Okula gitmek mi? Etik cehalet mi?

“Peki insanın annesi babası kaderi midir? Yani diyelim ki annesi babası cahil veya işte iyi eğitilmemiş. Ne yapsın?” Cahil dediğiniz? Yani okula gitmemiştir ama etik cehalet biraz farklıdır. Etik olarak. Üniversite mezunu olan da var tabii… Çünkü okur yazar olmayıp da insani konularda çok hassas bir burnu olan insanlar da tanıdım. O zaman işte okul. Niye okul diyoruz? Ve öğretmenler. Öğretmen çok önemlidir.

KAYNAK: @FluTV

 

KİMDİR İoanna Kuçuradi?

İoanna Kuçuradi, Türkiye Rumu filozof ve öğretim üyesidir.

Türkiye Felsefe Kurumunun başkanı. Hâlen Maltepe Üniversitesinde İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Özellikle insan hakları, insan felsefesi, etik gibi alanlara önem verip bu konularda çalışma yapmaktadır.

Yaşamı

4 Ekim 1936'da, İstanbul'da, Rum bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İsminin anlamının erili Ioannes/Johannes/Yahya (Tanrının armağanı) olup soyadının Türkçe karşılığının ise, Kütükoğlu olduğunu belirtmiştir. Babası, İstanbul doğumlu bir Sisam göçmeninin oğlu, annesi ise dört yaşındayken Çorlu’dan İstanbul’a göç etmiş bir ailenin kızıdır. 

1954'te Zapyon Rum Lisesinden, 1959'da İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun oldu ve Prof. Dr. Takiyettin Mengüşoğlu'nun asistanı olarak bu bölümde göreve başladı. 1965'te hazırladığı "Schopenhauer ve Nietzsche'de İnsan Problemi" başlıklı tezle doktor oldu. 1965-1968 arasında Erzurum Atatürk Üniversitesinde görev yaptı. 1970'te doçent, 1978'de profesör oldu. 1983’te Uluslararası Felsefe Kuruluşları Federasyonu FISP'in yönetim kuruluna seçildi ve 1988-1998 arasında genel sekreter, 1998-2003 yılları arasında da federasyon başkanı olarak görev yaptı. Hâlen bu federasyonun onursal başkanıdır.

1969'da Hacettepe Üniversitesinde felsefe bölümünü kurdu ve 2003 yılında emekli oluncaya dek bölümün başkanlığını yaptı. 1997'den beri Maltepe Üniversitesinde İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezinin yöneticiliğini yapmaktadır ve bu merkez bünyesinde kurulan UNESCO kürsüsünün başkanıdır. Ayrıca Koç Üniversitesi mütevelli heyeti üyesidir. 2015 yılında ODTÜ tarafından kendisine "Senato Özel Ödülü" verildi.

İoanna Kuçuradi, aralarında Türkiye Felsefe Derneği (kurucu üye, 1974-1980 arasında genel sekreter ve 1980'den bu yana başkandır), Afro-Asya Felsefe Derneği (2010'dan beri başkandır), Uluslararası Felsefe Toplulukları Federasyonu (FISP, 1983'ten beri yönlendirme komitesi üyesi, 1988-1998 arasında genel sekreter, 1998-2003 arasında başkan, 2003-2008 arasında eski başkan ve 2008'den beri onursal başkan), Yüksek İstişare Konseyi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık İnsan Hakları (1994-1996 arası başkan), Uluslararası Felsefe Enstitüsü, Paris (2014-2017 yılları arasında başkan ve o zamandan bu yana onursal başkandır), Türkiye İnsan Hakları Ulusal Danışma Konseyi (2002-2005), Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi, Viyana (Gözlemci, 2004-2007) ve BM İnsan Hakları Eğitimi Türkiye Milli Komitesi (1997-2005 arası başkan) bulunan çeşitli dernek ve kuruluşların üyesidir.

Derleyen can çınar

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış