Birinci (bkz: https://www.dayanisma-datca.org/kara-kizil-devrimci-yakinliklar-catismali-pratikler/)
ve
İkinci (bkz: https://www.dayanisma-datca.org/kara-kizil-devrimci-yakinliklar-catismali-pratikler-2/)
Yazılardan devam
Marx ile Bakunin’in Zıt Yorumları ve Enternasyonalin Bölünmesi
Paris Komünü, 1871’de Fransa-Prusya Savaşı’nın yıkıcı sonuçları arasında doğan bir işçi ayaklanması olarak tarihe damgasını vurdu. Bu kısa süreli devrimci hükümet, Paris’te işçilerin kendi kendilerini yönetme denemesiydi; burjuva devletine karşı bir başkaldırı, doğrudan demokrasinin somut bir örneği. Ancak Komün’ün yorumu, sosyalist düşüncenin iki devi Karl Marx ve Mikhail Bakunin arasında derin bir uçurum yarattı. Bu farklılıklar, Uluslararası İşçi Birliği’ni (Birinci Enternasyonal) parçaladı ve sol hareketin geleceğini şekillendirdi.
Karl Marx, Komün’ü proletarya diktatörlüğünün bir habercisi olarak selamladı. “Fransa’da İç Savaş” adlı eserinde, Komün’ü burjuva devletini yıkma ve işçilerin iktidarını kurma açısından övdü. İşçilerin belediye meclisini ele geçirmesi, eğitim ve adalet sistemini dönüştürmesi, ona göre devrimin temel taşlarıydı. Ancak Marx, Komün’ün hatalarını da göz ardı etmedi: Yeterince merkezileşmemiş olması, ulusal banka gibi stratejik kurumlara el koymaması ve askeri koordinasyon eksikliği, Versay hükümetinin saldırısıyla yenilgiye yol açmıştı. Marx’a göre, devrim için güçlü bir parti örgütü ve devlet mekanizması şarttı. Bu deneyim, onun bilimsel sosyalizm anlayışını pekiştirdi; devletin geçici olarak proletarya tarafından ele geçirilmesi, sınıfsız topluma giden yoldu.
Öte yandan, anarşist Mikhail Bakunin, Komün’ü tamamen farklı bir mercekten gördü. O, Komün’ün spontane ve federal yapısını, merkezi otoriteye karşı bir zafer olarak kutladı. Bakunin’e göre, Komün devletsiz bir toplumun modeliydi; işçilerin özgür federasyonları, herhangi bir devlet baskısı olmadan işleyebilirdi. Marx’ın “otoriter” devlet sosyalizmini eleştiren Bakunin, Komün’ün başarısızlığını askeri hatalara ve dış müdahaleye bağladı. Bu olay, anarşist ilkelerin doğruluğunu kanıtlıyordu: Devrim, aşağıdan yukarıya, hiyerarşisiz bir şekilde gerçekleşmeliydi.
Bu zıt yorumlar, Birinci Enternasyonal’de kaçınılmaz bir çatışmaya dönüştü. 1872 Hague Kongresi’nde Marx yanlıları, anarşistleri dışlayarak örgütü Marksist çizgiye çekti. Bakunin ve yandaşları ise ayrılarak St. Imier Kongresi’nde anarşist bir enternasyonal kurdu. Bu bölünme, sosyalist hareketi ikiye ayırdı: Marx’ın komünizmi ile Bakunin’in anarşizmi. Paris Komünü, devrim stratejilerindeki uçurumu simgeledi; biri merkeziyetçi ve devletçi, diğeri federal ve anti-otoriter. Ancak bu ayrılık, pratikte tam bir kopuş anlamına gelmiyordu; her iki akım da işçi sınıfının mücadelesini temel alıyordu.
Kesişen Pratikler
Bu bölünmüş miras, sonraki yıllarda sol hareketin ortak sembollerinde kendini gösterdi. Örneğin, 1 Mayıs’ın “İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edilmesi, anarşist ve Marksist geleneklerin kesişimini yansıtır. Kökeni, 1886’da ABD’nin Şikago şehrindeki Haymarket Olayı’na dayanır. 1880’lerde ABD işçi hareketi, 8 saatlik işgünü talebi etrafında birleşmişti. 1 Mayıs 1886’da yüz binlerce işçi greve gitti; en büyük eylemler Şikago’da yaşandı. 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda barışçıl bir miting sırasında polis saldırdı, bilinmeyen biri polise bomba attı. Polis ateş açtı: Onlarca işçi öldü, yüzlercesi yaralandı.
Devlet, bu kaosu bahane ederek anarşist işçi önderlerini hedef aldı. Albert Parsons, August Spies, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg, Michael Schwab, Samuel Fielden ve Oscar Neebe gibi isimler yargılandı. Bu, açık bir sınıf davasıydı; sanıkların çoğu mitingde bile değildi, bomba atan onlar değildi. Yine de dördü (Parsons, Spies, Fischer, Engel) 11 Kasım 1887’de idam edildi; Lingg ise idamdan bir gün önce şüpheli şekilde öldü. Şikago hareketinin önderleri büyük ölçüde anarşist ve anarko-sendikalistti; International Working People’s Association (IWPA) ve Central Labor Union gibi örgütler ön plandaydı.
O dönemde ABD’de Marksist sosyalistler de vardı, örneğin Sosyalist İşçi Partisi. Ancak 1 Mayıs’ın kitlesel sahiplenilmesinde asıl itici güç anarşistlerdi. 1889’da Paris’te toplanan II. Enternasyonal –Marksistlerin kurduğu uluslararası örgüt– 1 Mayıs’ı “uluslararası işçi dayanışma günü” ilan etti. Haymarket şehitlerini anmayı ve 8 saat talebini temel aldı. Böylece Marksistler, anarşist işçilerin yarattığı sembolizmi dünya işçi sınıfının bayrağı haline getirdi.
Sonuçta, Paris Komünü ve Haymarket Olayı, sol hareketin hem çatışmasını hem birliğini simgeler. Marx ile Bakunin’in ayrılığı, devrim stratejilerinde kalıcı bir iz bıraktı; biri devlet üzerinden, diğeri devletsiz özgürlük üzerinden. Ancak 1 Mayıs gibi ortak miraslar, anarşistler ve Marksistlerin işçi sınıfının kanla yazdığı mücadelede buluştuğunu gösterir. Bu tarih, bugünün sol hareketine dersler sunar: Bölünmeler kaçınılmaz olsa da, birlik ve dayanışma, zaferin anahtarıdır. Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Devam edecek
Yorumlar (0)