MİLAS’TA ÇELİŞKİLER: DOĞA, HALK VE SİYASETİN GERÇEK ÇATIŞMASI

Genel merkez düzeyinde çevreye, zeytine ve doğaya sahip çıkan bir dil hâkimken; yerelde şirketlerin çıkarlarını önceliklendiren uygulamalar, halkın mücadele iradesini ve güvenini zayıflatıyor. Halk da doğal olarak soruyor: Eğer çevre ve tarım politikaları yerelde uygulanmıyorsa, bunların ulusal ölçekte samimiyetine nasıl inanabiliriz?

MİLAS’TA ÇELİŞKİLER: DOĞA, HALK VE SİYASETİN GERÇEK ÇATIŞMASI

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, “Zeytin torbaya sığmaz, bu ülkenin namusudur” sözleri, partinin çevre ve tarım politikalarını özetliyor. Parti programında zeytinliklerin korunması, kırmızı çizgi olarak belirtiliyor. Genel Başkan Yardımcıları ve milletvekilleri, doğa talanına karşı halkın yanında olduklarını sık sık dile getiriyor.

Ancak Milas’ta ortaya çıkan tablo, söz ile uygulama arasındaki ciddi çelişkiyi gösteriyor. Milas Belediye Başkanı Fevzi Topuz, madenciler ve patron sendikalarıyla yan yana görünmekten kaçınmıyor ve açıklamalarında şirketlerin bakış açısını yansıtıyor.

16 Eylül 2025’te Topuz’un, “Doğa hepimize lazım… Bizler kararlı bir şekilde doğaya, çevreye, insanımıza, madenimize sahip çıkacağız” sözleri kulağa dengeli gelse de madene sahip çıkmayı doğaya eşitlemesiyle gerçeklerle çelişiyor. Madenin genişlemesi doğayı, zeytinlikleri ve tarımı yok ediyor.

Benzer bir çelişki, 11 Mart 2025’te Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras’ın “Santraller kapatılmalı” çağrısına Fevzi Topuz’un verdiği yanıtta da görüldü: “Santral de bizim, maden de, zeytin de, çam da… Dün nasıl yaşıyorsak yarın da öyle yaşayacağız.” Santral ve madeni zeytin ve çam ile eşitleyen bu söylem, hem CHP’nin çevre politikasıyla hem de Milaslı köylülerin yaşam mücadelesiyle çatışıyor.

16 Eylül’deki diğer açıklamalar da çelişkiyi derinleştirdi. Aras, “Gazze’de yapılan soykırım burada zeytine uygulanıyor” diyerek şirketleri destekleyen siyasetçilere hesap sorulması gerektiğini vurguladı. CHP Muğla Milletvekili Cumhur Uzun, kömür ihtiyacının bahanesiyle zeytinliklerin yok edilmesinin insanların yaşam alanlarından kopmasına yol açacağını dile getirdi.

Milas Belediye Başkanı, zeytinliklerin yok edilmesine kategorik olarak karşı çıkmak yerine yalnızca zamanlamaya odaklanıyor; böylece maden şirketlerine açık bir itiraz getirmekten kaçınıyor ve köylülerin tepkisini tamamen karşısına almamaya çalışıyor. 

Bu çelişkinin sonuçları açık:

  • Köylüler, çevre hareketleri ve üreticiler, söz ile uygulama arasındaki uçurumu gördükçe güven kaybı yaşıyor.
  • Yerel yönetimlerin aksayan tutumu, parti ve genel siyaset içinde kriz potansiyeli yaratıyor.
  • Söylem ve pratikteki farklılık “CHP çevreciyim diyor ama belediyeleri madencilerle kol kola” sonucunu doğuruyor.
  • Yerelde ortaya çıkan çelişkiler, muhalefetin ortak mücadele iradesini zedeliyor; muhalefet tabanında güven krizine yol açıyor, iktidarın lehine bir dağınıklık zemini hazırlıyor.

Çelişkinin Çözümü: Halk, Tarım ve Dayanışma

Toplumsal çelişkiler, doğa, emek ve sermaye arasındaki karşıtlıklarla birlikte değerlendirilmelidir. Çözüm, tek bir siyasi partiye indirgenemez; halkın, üretici örgütlerin, meslek odalarının ve çevre hareketlerinin birlikte hareket ettiği, demokratik ve kolektif bir süreç üzerinden mümkün olur.

  • Hukuki ve planlama araçları:

Yerel yönetimler, imar planları ve yasal mevzuat aracılığıyla zeytinlikleri koruyabilir; ÇED süreçlerinde topluluk görüşünü savunabilir; hukuki mücadeleye dayanacak kolektif platformlar oluşturabilir.

  • Kolektif dayanışma ve üretici inisiyatifleri:

Köylüler, tarım kooperatifleri ve çevre hareketleri bir araya gelerek ortak forumlar, yürüyüşler ve toplantılar düzenleyebilir; bilimsel raporlarla doğanın tahribatını görünür kılabilir; alternatif üretim ve gelir modelleri geliştirebilir.

  • Enerji ve üretimde demokratik dönüşüm:

Fosil yakıt ve maden projelerine karşı, topluluk destekli yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım projeleri geliştirmek; köylülerin üretim ve gelir üzerinde kolektif kontrolünü artıracak kooperatif sistemleri kurmak; doğal alanları ve yaşam haklarını korumak.

  • Politik uyum ve hesap verebilirlik:

Siyaset kurumları, halkın çıkarını savunacak şekilde yerel karar alma süreçlerine katılmalı; yerelde ve ulusal düzeyde emek ve doğa dostu politikaları hayata geçirmek için hesap verebilirlik mekanizmalarını güçlendirmeli; partiler ve topluluklar arasında şeffaf ve eşitlikçi iletişim sağlanmalıdır.

Bu yaklaşım, sadece Milas’ta değil, Türkiye’nin gelecekteki çevre ve yaşam mücadelelerinin de yönünü belirleyecektir. Halkın ve doğanın çıkarını esas alan kolektif bir politika uygulanmadığı sürece, çelişkiler derinleşir ve toplumsal güven zedelenir. Doğa, yaşam ve üretim hakları, ancak örgütlü ve katılımcı bir süreçle korunabilir.

Son Söz: Hesap Sorulması Gereken Çelişki 

Bugün Milas’ta yaşanan tablo yalnızca bir yerel yönetim tercihi değil; çevre, tarım ve halkın yaşam alanlarını koruma mücadelesinin inandırıcılığına doğrudan dokunan bir meseleye dönüşmüştür. Milas’ta “madene de sahip çıkacağız” söylemiyle doğa ve tarım çıkarlarını ihmal eden bir tutum sergileniyorsa, bu sadece yerelin değil, toplumun kolektif güvenini de sarsıyor.

Genel merkez düzeyinde çevreye, zeytine ve doğaya sahip çıkan bir dil hâkimken; yerelde şirketlerin çıkarlarını önceliklendiren uygulamalar, halkın mücadele iradesini ve güvenini zayıflatıyor. Halk da doğal olarak soruyor: Eğer çevre ve tarım politikaları yerelde uygulanmıyorsa, bunların ulusal ölçekte samimiyetine nasıl inanabiliriz?

Milas örneği, yalnızca bir ilçenin değil, Türkiye’nin gelecekteki çevre ve yaşam mücadelesinin de kaderini belirleyecek bir turnusol kâğıdıdır. Yerel yönetimler ve topluluklar ya doğa, tarım ve halkın çıkarlarını koruyacak şekilde kolektif ve hesap verebilir bir politika izleyecek; ya da şirketlerin çıkarlarını önceleyen uygulamalar yüzünden halkın güvenini kaybedecek ve mücadele zayıflayacaktır.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış