“Son pişmanlık neye yarar, her şeyin bir bedeli var.”
Bir hafta önce Beşiktaş belediye başkanı tutuklandı. Halk iradesi Beşiktaş tarihinde rastlanılan rekor oyla tecelli etmiş, Akpolat başkan seçilmişti. Ne gam, halk iradesi dediğin nedir ki, İçişleri bakanlığının bir kararına bakar, nitekim öyle de oldu! Hukukçuların 4 gün ifadesinin alınması için bekletilmesinin yasaların istismarı olduğunu belirtmelerinin hiçbir anlamı olmadı. Yorumcular da bekletilmenin nedeninin Esenyurt ve Ahmet Özer’le ilgili bir soruşturma olduğunu belirttiler. Ve nitekim, Ahmet Özer dün yani 20 Ocak’ta bir kez daha tutuklanma istemiyle mahkemeye sevkedildi ve tutuklandı. Cumhurbaşkanı ve AKP başkanı Erdoğan’ın da bu arada sarfettiği bir söz nedeniyle bu tür soruşturmaları çok yakından(!) takip ettiği ortaya çıktı; “daha durun turpun büyüğü heybede”. Kimi yorumcuların(örneğin İsmail Saymaz) hedefin İmamoğlu ve devamında M. Yavaş olduğunu belirtmeleri de siyasi tarihe bir not olarak kaydedildi. Rakipsiz ya da çok rakipli bir cumhurbaşkanlığı seçimi mi hedefleniyor?
20 Ocak tarihi de muhtemel sürecin başlangıç adımlarının hızlandırılmış bir versiyonuna maruz kalmamız açısından önemliydi. O Pazartesi İmamoğlu hakkında bir yargı mensubunu ailesiyle birlikte tehdit etmekten yeni bir soruşturma başlatıldı. Daha konuşma yaptığı kürsüden birkaç metre uzaklaşmıştı ki, soruşturma haberi yayın organlarına düştü. Hemen arkasından İmamoğlu’nun konuşmalarını sosyal medya kanallarında paylaşanlar hakkında da hukuki işlem başlatılacağı açıklandı. Nitekim bu soruşturma gerekçe gösterilerek CHP Yunus Emre Belediye meclis üyesi de gözaltına alındı. Aynı gün CHP gençlik kolları başkanı İmamoğlu konuşmasını içeren bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle gözaltına alındı ve bir süre sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Yine aynı gün Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ Antalya’da yaptığı bir konuşma nedeniyle İstanbul savcılığı tarafından Ankara’da bir lokantada yemek yerken gözaltına alındı ve İstanbul’a sevkedildi. Suçlamanın ‘cumhurbaşkanına hakaret’ olduğu belirtilerek. Bir siyasi parti başkanı da ‘cumhurbaşkanına hakaret suçlaması kervanına’ katılmış oldu. İşin önemli bir boyutu Ümit Özdağ’ın gözaltına alınması sürecinin cumhurbaşkanının avukatının şikayet dilekçesi ile ilgili olduğunun ortaya çıkması oldu. Cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alınıp İstanbul'a getirilen Özdağ, gözaltı nedeninin saçmalığı anlaşıldığında dosyasına eklenen yeni suçlamalar üzerinden adliyede hakim sorgusuna tabi tutuluyor. Ve Pazartesinin finali yukarıda belirttiğimiz gibi zaten tutuklu olan Esenyurt belediye başkanının bir kez daha tutuklanması oldu. Beşiktaş soruşturmalarıyla ilintili olarak ‘ihaleye fesat karıştırmak suçlamasıyla’.
Bir süre önce de gazeteci Özlem Gürses gözaltına alınmış ve elektronik kelepçeyle ev hapsine mahkum edilmişti. Gazetecilik mesleğini şimdi evinden içra ediyor(!). Gazeteci tutuklamaları sıradan vakalar haline geldi, artık. Nitekim 6 gazeteci de bu arada tutuklandı.
Son yedi sekiz günün böylesi bir özetini alt alta sıralayınca bir gerilim filmi tadı(!) yakalamıyor musunuz? Keşke irrite edici bir film seyrediyor olsak, bu film bitince ve salonun ışıkları yanınca gerçekliğe uyanacağız ve nihayetinde ‘bir filmmiş amaaan’ diyeceğiz. Maalesef bir gerilim filmi değil yaşadıklarımız. Ana Muhalefet Partisi başkanı Özgür Özel’in nitelendirmesiyle ‘muhalefete açılmış bir SAVAŞ’. Yani demokrasinin can çekişen kırıntılarına karşı açılmış bir savaş. Ürkütücü bir gerçekliğin tam ortasındayız. Evet bir iki ay önce kayyumlar süreci yeniden başlayıp Dem parti belediyelerine birbiri peşisıra bürokratlar atanmaya başlayınca ‘dejavu’ yaşarmışçasına karanlık bir tünelin 2024'de başlayan 2025’de de uzayarak devam edeceği anlaşılan versiyonuna dahil edildik.
Peki, 22 yıllık iktidarın 31 Mart 2024’de yaşadığı travmadan toplumsal rıza arayışlarının gereksiz olduğunu düşündüğü, bir alternatif olarak, seçimsiz ‘B planını da’ gündemine almamış olduğu düşünülebilir mi, sizce? Öyle ya, bu ölçüde agresif bir anti-demokratik uygulamalar furyasının düz bir çizgide ilerleyebileceğine bu iktidar iman etmiş olabilir mi? Bu cüretkarlığın ardında dört başı mamur(?) planların olmadığını kim söyleyebilir? Başka bir deyimle bu pervasız anti-demokratik sürecin muhtemel olumsuz sonuçlarını hesaba katmayacak ve bu ihtimale uygun tedbirler üzerinde düşünmemiş olan bir iktidar olabilir mi? Kolay değil tabii ki, evdeki hesaplar çarşıya uyacak değil kuşkusuz, öyle ya da böyle kendine özgü bir seçilmiş parlamentolu sistemin nispeten oturduğu; geçmişte asker eliyle vuku bulan faşist darbelerin bile birkaç yıldan uzun sürmediği ülke koşullarında. Ancak mevcut iktidarın en az bir dönem(!) daha iktidarda kalmaya tamamen koşullandığı bir dönemde; bu iktidarın halk açısından bu kadar sıkıntılı ve eziyetli bir 22 yıllık enkaz orta yerde dururken ‘ne yapalım halk iradesi bizi istemedi’ rahatlığında olabileceği tasavvur edilebilir mi? Üstelik 'dostum(!)Trump' gibi bir faktör varken, AB gibi Türkiye’de kimin, nasıl iktidarda olduğu umurunda bile olmayan batı ikiyüzlülüğü birkaç kez sınanmışken. Dahası nereye doğru evrileceği belli olmayan Ortadoğu savaş odağı olarak olarak bütün sıcaklığını muhafaza ederken. Hasılı yararlanılacak ortam ‘elemanları’ da bir ölçüde mevcutken.
Evet şimdi, ‘amasız, ancaksız’ en geniş bir demokratik cephe inşa etmenin tam zamanı. Kayyumlara, her türlü anti-demokratik uygulamalara, hukuksuz gözaltı ve tutuklamalara karşı, otokratizmin zirve yapmasını engellemek için DEMOKRASİ ve BARIŞ cephesi. Amaç bu otokrat iktidardan kurtularak ülkeyi özgür, eşit insanlar ve halklar bahçesi haline getirmek olmalıdır. Daha da geç olmadan. Azami programları ve ince(?) hassasiyetleri bir kenara bırakarak. Armutun sapı üzümün çöpü demeden.
Yorumlar (0)