“Göçmen turna kuşları aşkına”
Bu tarihsel vakayı ilk kez Yarın dergisi vesilesiyle öğrenmiştim. Bu dava gerçeğine yaklaştıkça kapitalist sistemde Adalet diye bir şeyin olmadığının bilincine vardım dersem abartmış olmam.
Sacco ve Vanzetti davası (1920-1927), ABD’de iki İtalyan göçmen anarşist, Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti’nin haksız yere cinayetle suçlanıp idam edilmesiyle sonuçlanan bir yargı sürecidir. Bu dava, işçi sınıfı ve göçmenler için adaletin nasıl bir baskı ve önyargı aracı haline geldiğini gösterir. Yetersiz kanıtlara rağmen, dönemin anti-göçmen ve anti-komünist histerisi nedeniyle suçlu bulunan Sacco ve Vanzetti, adeta bir giyotin gibi işleyen adalet sisteminin kurbanı oldu. Dava, işçi sınıfının ve göçmenlerin sistematik ayrımcılığa maruz kaldığını, sınıf ve etnik köken temelinde adaletsizliğin sembolü haline geldiğini ortaya koydu.
Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti, 20. yüzyılın başında Amerikan rüyasının peşinden koşarak İtalya’dan yeni dünyaya göç eden iki sıradan insandı. Ancak, bu iki ismin hikâyesi, yalnızca bir göçmen öyküsü olmaktan çıkarak adalet, önyargı ve insanlık onurunun sorgulandığı bir tragedyaya dönüştü. 15 Nisan 1920’de Massachusetts’te bir ayakkabı fabrikasının muhasebe müdürü Frederick Parmenter ve güvenlik görevlisi Alessandro Berardelli’nin öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri, Sacco ve Vanzetti’nin adını tarihe kazıdı; ancak bu kazıma, ne yazık ki, adaletin değil, adaletsizliğin kanlı mürekkebiyle yazıldı.
Göçmen Rüyasının Kırıldığı Ye
Sacco, bir ayakkabı fabrikasında uzun saatler çalışarak ailesini geçindiren bir baba; Vanzetti, sokaklarda balık satarak hayata tutunan bir hayalperest. İkisi de İtalya’nın güneşli topraklarından Amerika’ya umutla gelmiş, ancak karşılarında “yeni dünya”nın soğuk yüzünü bulmuşlardı. Vanzetti, göçmenlik deneyimini anlatırken, “Göçmen ofisinde ilk sürprizle karşılaştım. Göçmenler hayvanlar gibi ayrılıyordu. Nereye gideceğimi ve ne yapacağımı bilmiyordum. Bu bizim umudumuz olan topraklardı,” diyerek yalnızlığın ve yabancılaşmanın acısını dile getirir.
Onlar, sadece ekmek peşinde koşan işçiler değildi; aynı zamanda anarşist ideallere inanan, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya düşleyen devrimcilerdi. Bu inanç, onları hem birleştiren hem de kaderlerini mühürleyen bir ateş oldu. Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıkarak Meksika’ya kaçmaları, işçi hakları için verdikleri mücadele ve anarşist topluluklarla bağları, onları dönemin muhafazakâr Amerika’sında “tehlikeli yabancılar” olarak damgaladı.
Adaletin Maskesi: Yargılama Süreci
1920’de South Braintree’de gerçekleşen soygun ve cinayet, Sacco ve Vanzetti’nin hayatlarını altüst etti. Görgü tanıklarının “İtalyan gibi görünen” suçlular tarif etmesi, ikilinin anarşist kimlikleriyle birleşince, polis için kolay bir hedef haline geldiler. 24 Mayıs 1921’de başlayan yargılama, adaletin değil, önyargının sahnesi oldu. Yargılama yedi yıl sürdü. Bu süreçte, Celestino Madeiros adlı bir suçlunun cinayeti itiraf etmesi ve Sacco ile Vanzetti’nin masum olduğunu söylemesi bile mahkemeyi etkilemedi. Adalet, gözleri bağlı bir tanrıça değil, dolarların ve korkuların esiri bir mekanizmaydı. Sacco, mahkeme salonunda şöyle haykırıyordu: “Verilecek yargının iki farklı güç arasında verileceğini biliyorum – ezilenler ve zenginler. Biz insanları kitaplarla, yazılarla birbirine kardeş ediyoruz. Siz ise bizlerle bir başka ulus arasında nefret uçurumu açıyorsunuz.” Bu sözler, sadece bir savunmadan ibaret değildi; insanlığın vicdanına atılmış bir çığlıktı.
Direnişin Şiiri: Nazım Hikmet’in Kaleminden
Sacco ve Vanzetti’nin hikâyesi, edebiyat dünyasında da derin yankılar uyandırdı. Türk edebiyatının dev ismi Nazım Hikmet, bu iki devrimciyi “Sacco ile Vanzetti” şiirinde ölümsüzleştirdi. Şiir, adaletsizliğe karşı öfkenin ve insanlık onurunun destansı bir ifadesidir:
“Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.Elektrikli iskemleye kadife bir koltukmuş gibi oturdular.Yürekleri dört bin volta yedi dakika dayandı.Yandı yürekleri yedi dakika yandı.Cani değildiler, kurban gittiler bir cinayeteKurban gittiler dolarların emrindeki adalete!”
Nazım’ın dizeleri, Sacco ve Vanzetti’nin direnişini bir isyan çığlığına dönüştürür. Onlar, sadece fiziksel olarak idam edilmedi; kapitalist düzenin, önyargıların ve korkuların kurbanı oldular. Ancak Nazım, onların ölümünü bir yenilgi olarak değil, kitleleri harekete geçiren bir zafer olarak betimler: “Hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi, ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri bu iki ihtilal neferi.”
Sanatın ve Vicdanın Sesi
Sacco ve Vanzetti’nin hikâyesi, edebiyatın ötesinde sanatın birçok dalında yankı buldu. Howard Fast’in Suçsuzlar: Sacco ile Vanzetti romanı, bu iki işçinin masumiyetini ve mücadelelerini duygusal bir derinlikle anlatırken, 1971 yapımı Sacco e Vanzetti filmi, olayın trajedisini geniş kitlelere taşıdı. Armand Gatti’nin "Chant public devant deux chaises électriques" adlı oyunu ise tiyatroya yeni bir soluk getirerek, seyircileri bu adaletsizliğin bir parçası haline getirdi.
Sanat, Sacco ve Vanzetti’yi birer sembole dönüştürdü: Özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin sembolü. Onların hikâyesi, sadece bir mahkeme salonunda değil, insanlığın vicdanında yargılandı ve beraat etti. 1977’de Massachusetts Valisi Michael Dukakis’in, ikilinin masumiyetini resmen ilan etmesi, bu sembolizmi perçinledi: “Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti isimleri üzerinde olan her türlü suçlama ve aşağılamanın sonsuza kadar kaldırıldığını açıklıyorum.”
Sonsöz: Ölümsüz Bir Miras
Sacco ve Vanzetti, 23 Ağustos 1927’de elektrikli sandalyede hayatlarını kaybettiler, ancak ruhları hâlâ yaşıyor. Onlar, adaletin değil, adaletsizliğin kurbanlarıydı; ama aynı zamanda, insan onurunun ve mücadelenin bayraktarları oldular. Vanzetti’nin idam öncesi sözleri, bu mirası özetler: “Yaptıklarım için değil, inandıklarım için çile çekiyorum. Ama haklı olduğuma ölesiye inanıyorum ki, beni üst üste iki kez idam edebilseniz ve iki kez dünyaya gelebilsem, yine de bu yaptıklarımı yapmak için yaşardım.”
Sacco ve Vanzetti, sadece iki İtalyan göçmen değildi; onlar, hepimizin içinde taşıdığı özgürlük ve eşitlik arzusunun bir yansımasıydı. Nazım’ın dizelerindeki gibi, “Bu iki ölü, ölmeyen iki ölümüzdür.” Onların hikâyesi, adalet için mücadele eden herkese ilham olmaya devam edecek...
***
Datça'nın ozanı Can Yücel, 1959'de yayınlanan "HER BOYDAN-Dünya şiirinden seçmeler" kitabında Bartolomeo VANZETTI'nin mahkemedeki savunmasını da Türkçe söylemişti...
Yorumlar (0)