Cumhuriyet, 2500 yıllık, antik Roma'dan kalma bir kavram. "Res publica"dan geliyor kökeni. "Kamusal olan" anlamında, yani "halka ait olan".
Demokrasi; o da yine antik Yunan'dan kalma, "halk" anlamındaki δῆμος (dêmos) ile "egemen" anlamındaki κράτης (krátēs) sözcüklerinin birleşimiyle oluşan "dēmokrateía" sözcüğünden türemiş, yani "halkın egemenliği" anlamına geliyor.
Her ikisi de bugün genellikle anlamları birbirine karıştırılan, ama 2,5 bin yıldır, yönetenlerin yönetme becerisini yönetilenlerin rızasından aldığı yönetim biçimleri. Yönetenler kim peki? Elbette her devrin egemenleri. Bugün de öyle...
Yönetilenler yaşamlarını sürdürebilmek için yaşadıkları coğrafyanın zenginliğine sahip olanların egemenliğine itaat etmek zorunda kaldığında, hiç değilse yönetenlerini seçmeye razı olunca daha az acı çekiyorlar hâliyle, hatta mutlu bile olabiliyorlar zaman zaman, o zenginlikten biraz daha fazla pay alabildiklerinde.
Demokrasi seçimden ibaret midir?
Ama bugünün dünyasında öyle bir eşitsizlik egemen ki, dünyada var olan zenginliğin neredeyse %80'i, nüfusun sadece %10'una ait, kalan %20'lik varlığı ise dünya nüfusunun %90'ı paylaşmak zorunda.
Peki bu koşullar altında, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının dünya halklarının %10'luk kısmına mı, %90'lık kısmına mı ait olduğunu söyleyebiliriz acaba?
Adı ve başındaki sıfatı ne olursa olsun, temsiliyete dayalı bütün yönetim biçimleri, yönetilenlerin daha iyi yöneticileri seçermiş gibi yaparak, devamına rıza gösterdikleri bu azınlık hegemonyasını yeniden üreterek varlıklarını sürdürebilmiş binlerce yıldır.
Dünya nimetlerinin bunca eşitsiz, haksız ve adaletsiz paylaşımı var oldukça yönetenler yönetilenleri yönetmekten vazgeçer mı hiç? Peki bu yönetimlerin "halk adına", "halk için" ya da "halkın egemenliği" olduğunu söylemek mümkün mü?
Bugün, tarihin hiçbir zamanında görülmemiş bir hızla içinden geçtiğimiz dijitalleşme cağında yaşıyoruz. Çocuklarımız daha okuma yazma bile öğrenmeden önce, yaşıtlarıyla, yakınlarıyla dijital ortamda iletişim kurabiliyorlar. Dünyanın en ücra alanlarında bile olup biten her şey, anında gözümüzün önünde artık. Oysa, çok değil, daha 50 yıl önce yanı başımızda olup bitenlerden bile bizi yönetenlerin denetimindeki, hatta tekelindeki gazetelerden, günler sonra ve onların istediği kadar bilgimiz olabiliyordu. Peki, bizlerin 50'lı yaşlarda karşılaştığımız bilgi ve iletişim teknolojisini daha küçücük yaşta, bunca başarıyla kullanabilen çocukların neslini, 50 yıl sonra hâlâ o temsiliyet biçimleriyle yönetmek mümkün mü? Kendi hayatlarına, nereye gideceklerine, nasıl giyineceklerine, hangi mesleği seçeceklerine, nasıl yaşayacaklarına kendi etkileşim alanları içinde kendi kendine karar veren ve özgürlük alanlarına karışan her otoriteyi "sana ne!" diye durduran bir gençliğin hangi temsiliyetçi yönetim biçimine rıza göstereceğini umuyoruz ki?
Üstünden 11 yıl geçen Gezi Direnişi sırasında milyonlarca genç başlarındaki otoriteye "sana ne!" diye haykırmıştı. O gün bugündür aynı otorite yönetme becerisini kaybetti. Ne yapsa ne etse de Gezi'de olağanüstü bir dayanışmayı, imeceyi, gerçek adaleti deneyimlemiş genç bir kuşağın rızasını alamıyor. Görünen o ki, alamayacak da, çünkü o günden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olmayacak da.
Yorumlar (0)