2000 YIL SONRA SARANDA’DA TANRININ ÖTEKİ ÇOCUKLARI
Saranda Yazıköy’ün yakınında tarihi bir kale…
Belki de Antik Knidos’a giden kervan yolunun son gözetleme kalesi. Halkın ağzında Saranda Kalesi ile ilgili birçok efsane söz konusu. Bizler bu efsanelerden söz etmeyeceğiz de; 2000 yıl önce nasıl çocuklar buralarda oynadılar ise, 2000 yıl sonra da bakın buralardaki çocukların hikâyesini anlatalım dedik. 1940’lı yılların sonları; Yazıköy’de İbrahim İzci diye birisi; yani bu günlerde yaşı doksanları çoktan geçmiş olan Ali Fuat İzci’nin babası bakkallık yapmaktadır. Yarımadanın anakara ile bağlantısı henüz yoktur. İnsanlar temel ihtiyaç maddelerini çevredeki adalardan getirmektedir. Ayrıca Bodrum’a da tekneler gitmektedir zaman zaman. Ama asıl gidilen yer Kos, Rodos ve Sömbeki adalarıdır. Temel ihtiyaç maddeleri bu çevre adalardan getirilir ve bakkallarda satılırdı. İşte bu koşullarda bir çocuk, babasının talimatı ile o günlerin tek bakkalı İbrahim İzci’ye gider ve talimatı aktarır. Bakkal da talimat gereği 250 gram lokumu kese kâğıdına koyar ve deftere yazar, çocuğa verir. O yıllarda para yok tabii ki. Yaz deftere; incir zamanı, zeytin zamanı alırsın alacağını. Neyse çocuk kese kâğıdını koltuğuna sıkıştırır ve evine yollanır. Bu esnada bu çocuğun yakın arkadaşı karşısına çıkar tesadüfen, yanına yaklaşır ve torbada ne olduğunu sorar. Ne yapsın çocuk; arkadaşı hem üsteleyip hem de sıkıştırınca, torbada lokum olduğunu söylemek zorunda kalır. Ne de olsa en samimi arkadaşı… Neyse çocuk torbanın içinde ne olduğunu söyler söylemez yalvarmalar başlar. Çocuk bu ya; dayanamaz arkadaşının yalvarmalarına, bir tane verir istemeyerek de olsa. Çünkü babası bunu hasta ziyaretine giderken götürecektir. Yalvarmalar bir daha başlar, bir tane daha. (Ooooof ki ne of…) Lokum çok tatlı geldi; bir tane daha verse ne olur ki. Ne yapsın; yalvaran arkadaşı karşısında dayanamaz çocuk, al şunu, bir daha gerisi yok. Sonra mı; dayanamaz bir tane daha. Bu arada şu anda emekli olan abimiz de bu grubun üyelerindendir. İncir ağacına beraber çıkmadılar mı? O da yolda birden çıkıverir karşılarına. Arkadaşının koltuğunda kese kağıdı var ve o kese kağıdının içinde ne var?. Ne yapsın çocuk; istemeyerek de olsa ne olduğunu söyler. Bu kez de bana da diyen yalvarmalar başlar. Olacak oldu bir kere; bu da yakın arkadaş, ona da vermesen olmaz. Çocukluk arkadaşı ve Yazıköy sokaklarında neler yapmadılar ki bu üç arkadaş? Bir tane daha derken, lokum biter. Bu arada farkına varmadan eve de yaklaşırlar. Ne diyecek çocuk; babasına nasıl anlatacak, başlar ağlamaya. Babası ne oldu diye sorar çocuğuna. Ne olacak, olay belli; anlamıştır baba olanları. Bütün öfkesi ile saldırır çocukların üzerine. Çocuklar son sürat oradan kaçarlar. Kaçarlar da bu kez baba oğlundan çıkarır öfkesini. Oran mı istiyor, buran mı istiyor misali; evire çevire oğlunu bir güzel döver.
Resimler, solda: 1940'lı yıllarda Yazıköyde bakkal İbrahim İzci... ortada: Abdullah Ertan Alptekin. Yazı köyden Kel Yaşar oğlu. O çocukluğunda parayla tanışmadı. Zira Betçe’de o yıllarda dolaşımda para yoktu henüz.... sağda: Özkan Bodiç Yazı köyden Sinan Kızının oğlu. Yetim büyüdü. Annesi okuduğu okulda hademelik yaparak oğlunu okuttu. Öğretmen oldu....
Neyse günler aylar geçer, bu çocuklardan birisi, baba tarafından kıstırılır köyün meydanındaki duvarın başında. Kendi ifadesi ile, korku onu bir duvardan atlatır. Bu sefer de elinden kaçıran baba çocuğa bağırarak eninde sonunda bunun hesabını soracağını ve mutlaka bu yaptıklarını cezasız bırakmayacağını söyler ve yemin eder. Neyse, aradan çooook uzun yıllar geçer, herkes çok değişik yerlere savrulup gitmiştir. Adam artık iyice ihtiyarlamış, hatta hastaneye düşmüştür ve durum da çok kötüdür. Bizim duvardan atlayarak kaçan çocuk da artık büyümüş, kocaman adam olmuştur. Hatta çocukları bile olmuştur. Ne yapsın arkadaşının babası, doğru hastaneye gidecektir mutlaka. Görmeden ölmesine vicdanı izin vermemektedir. Nitekim hastaneye vardığında adam gerçekten son nefesini vermek üzeredir. İçeri girerler, adama taziyelerini sunarlar ve ellerinden öperler. Biraz da olsa adamın yanına ilişirler ve yanından ayrılırlar. Bu olayın kahramanı olan çocuk, bugün gümrükten emekli Abdullah Ertan Alptekin Abimizdi. Şu anda ne zaman bu olayı anlatsa, dizini dövmektedir Ertan Abi. Çünkü helalleşememiştir o gün o adamla. Keşke suratımı uzatsaydım da; amca yemin etmiştin, o yeminini yerine getir; suratıma okkalı iki tokat yapıştır deseydim diye hayıflanmaktadır. Bir türlü helalleşememenin üzüntüsü ile Ertan Abi’nin yüreğinin tam derinliklerine işlemiş bu olayı anlatırken suratın çizgileri iyice belirginleşir ve derin bir mahzunluk çöker üzerine.
Yazı köyden bakkal İbrahim İzci oğlu Ali Fuat İzci ( 100 yaşına yaklaştı ve hayatta)ve torunu Güner Bodiç... Abdullah Ertan Alptekin annesi kızkardeşi ve çocuklarından ikisi ile...
Kıssadan hisse; bu olay aynen hiç eksiksiz böyle yaşanmıştır. Bendeniz de bu yaşanmış hikâyeyi kaleme almak istedim. Geleceğe dair insanlara bir şeyler anlatacağı düşüncesi ile bu olay yazılmalıydı ve Betçe‘nin tertemiz geçmişine bir not düşülmeliydi.
Yorumlar (1)
Aliş Tokoğlu
27 gün önce / 12.02.2025Emeğine kalemine sağlık
Beğendim 1 | Beğenmedim 0 | Cevapla