BEKİR USTA: BETÇE’NİN TAŞA DEĞEN ANILARI
KARA BETÇE BELENİ
Reşadiye yarımadasında Belen dendiğinde ilk akla gelen 'Kara Datça Beleni“dir. Çünkü Betçeliler her gün Datça seferinde oradan geçerler. Oysa Kara Betçe Beleni, artık pek anılmaz. Geçenlerde (Ekim ayının ortaları idi), Sındı Köyünde Bekir Usta’nın torununu ziyaretim sırasında, dedesi ve babaannesinin birlikte zamanlarının çoğunu orada geçirdiklerini öğrendim. Her gün atını alıp eşi ile o noktaya çıkar ve elindeki matraka ile birlikte taşlara şekil verip, sonra da bu taşları atına yüklediği gibi köyüne dönermiş. Bu arada ben söze karıştım ve dedim ki: “nasıl olur? Bina henüz ayakta değil, binanın inşaat anını görmeden o taşlara nasıl şekil verir?” Anladım ki: Bekir Usta bakmıyor, aslında yapacağı binayı görüyor. Hangi taşı nereye yerleştireceğini biliyor. Bana gerçekten ilginç geldi bu durum. Dedim ki kendi kendime: “bu ustalar bakmıyorlar, görüyorlar”. Aynı şeyi Hamdioğlu Ustanın oğlundan duymuştum. “Babam baktı mı görürdü” diyor. Aklıma birden yıllar yıllar önce, öğretmenimizin sınıfta anlattıkları geldi bakmak ve görmek üzerine. İkisinin aynı şey olmadığını anlatmıştı da... biz çocukluk hallerimizle anlayamamıştık. Oysa günümüz reklam dünyası artık bakmak üzerine kurulu, görmek değil. Gördüğün zaman ayrıntılar çıkar ortaya. O ayrıntılarda çirkinlikler de vardır, güzellikler de. Günümüz tüketim çağında insanlara sadece bakmak üzerine kurgulanan bir sanal görüntü durmadan pompalanıyor. Özellikle tüketime meyilli olan çocuklar, bundan nasiplerini bol alıyorlar. Günümüz dünyası işte böyle bir dünya. Oysa geçmişte bir Bekir Usta hep görmüş ve dolayısı ile de beyin, göz ve el iletişimi oldukça gelişmiş. O kendinden yüzlerce yıl önce aynı topraklarda yaratılan mükemmel yapıları görmüş. Bekir Usta’nın evine baktığınızda, sizler de aynı topraklarda yaratılan bir Knidos Aslanı kaidesini hatta Bodrum’daki Dünyanın Yedi Harikasından olan Kral Mauselos anıt mezarının izlerini görürsünüz üzerinde. Yeter ki bakmakla kalmayın. Karya’nın bu toprakları, Dünyada sayılı medeniyetleri filizlendirmiş. Bekir Ustayı da bu açıdan değerlendirmekte fayda var kanısındayım.
BİR ÖMRÜN TÜKENDİĞİ GÜN SINDI’DA
1949, Yarımadanın hastalıkla boğuştuğu yıl. Sonradan İspanyol Gribi olarak adlandırılan ve Yarımada tabiri ile Goca Hastalık denen ve her gün onlarca insanın öldüğü yıl. Ne yazık ki: o yıl henüz 60 yaşına gelmiş Bekir Usta da bu hastalıktan etkilenir, yorgun vücudu dayanamaz ve vefat eder. Yaka Köyden şu an 86 yaşında olan Cemil Ali, henüz 13 yaşındayken yaşadığı bir olaydan söz eder: Köylerine Sındı Köyünden gelen ve Deli lakabı ile anılan Hasan bağırarak “bugün Sındı Köyünün gülü soldu” diye köyde herkese ilan eder. Komşu Yaka Köyünde her aile, derin bir üzüntü duyar bu Büyük Ustanın kaybından. Yine Büyük Ustaya atfen torununun anlattığı yaşanmış bir olayı buraya aktaralım: 1930 yıllarının başı… Cumalı Köy - Çeşme Mahallesinin tam orta yerine okul inşası Bekir Ustaya havale edilir. Bekir Usta, Yarımadanın daha sonraları çok büyük ustaları olacak olan Hamdioğlu lakabı ile anılan Cumalı Köyden Mehmet Bilgili ve Moustro lakabı ile Yazı Köyden Mehmet Hilmi Sarıyaz ile birlikte bu okulun inşasına başlar. Bir gün inşaata Muğla Valisi uğrar. Bina inşaatı ile ilgili bir takım yönlendirmeler yapmaya kalkınca, Bekir Usta elindeki aleti fırlatarak “çok biliyorsanız siz yapın” der ve işini terkeder gider. Vali bu arada yaptığı hatayı anlar ve adamlarını gönderir. Bekir Usta ikna edilir ve tekrar işinin başına döndürülür. Vali de kendisinden özür diler. Bu yaşanmış olay onun büyük bir usta olduğunun kanıtı olsa gerek. Nitekim o muhteşem yapı, hala dimdik ayakta ama ne yazık ki bakımsızlıktan yorgun düşmüş. Oysa turizm adına bu bina küçük dokunuşlarla tekrar ayağa kaldırılabilir.
Bodrum Kral mezarı. Halikarnas Balıkçısının kendi el çizimi ve Knidoslu Taş Ustası: Sostratus (İskenderiye Fenerinin Yapıcısı)
YAŞANMIŞ BİR ÖYKÜDEN DAMLAYANLAR
Sındı Köyü Sazak Mahallesinde Topal Hasan diye bir değirmenciden söz etmek istiyorum. Bekir Ustanın eşinin kardeşi olur kendisi. Balkan Savaşları ve Çanakkale Savaşları derken, bir top mermisinin şarapneli ile bir bacağını, dizden kaybeder. Öbür bacağının ise parmakları tamamen kopmuştur. Askeri hastanede tedavisi tamamlanan Topal Hasan, köyüne geri gönderilir. Köylüler, onu bir eşek ile karşılarlar. Eşi de onu köyde beklemekte iken, Topal Hasan eşekten indiğinde görünen manzara gerçekten hoş değildir. Ortada bir de çocuk vardır. Yokluk yılları, ekmek gerek. Dikmek ve çapalamak gerek toprağı. Harmanı dövmek ve savurmak gerek. Yoksa aç kalırsın bu memlekette. Anakaraya hatta Datça’ya yol yoktur. Bu yüzden yöre halkı, henüz kendi üretmekte ve tüketmektedir. Eşi de kocasının sakat halini görünce alır çocuğunu evini terkeder gider. Topal Hasan’a zamanla devlet maaş bağlar. Maaş da zamanına göre hayli iyidir. Zamanla, eniştesi Bekir Usta elinden bir değirmen sahibi olur ve değirmenciliğe başlar. Aynı zamanda köyde mübadele sonucu bu toprakları terk etmemiş iki Rum kızkardeşten birisi ile evlenir. Diğer kardeş ise Yazı Köyde meşhur yapı ustalarından Mosturo’nun annesidir. Şunu da hatırlatalım ki: sözü edilen iki kız kardeşin erkek kardeşlerinin de bu bölgede yapı ustaları olduğunu Yazı Köyden Mosturo Ustanın kızı söylüyor. O yıllarda değirmen çalıştıranlar bölgenin en varlıklı, zengin insanlarıdır. Sazak’lı Bekir Usta aynı zamanda çok meşhur bir dülgerdir. Eşinin kardeşine öyle bir protez bacak yapar ki… Bu becerikli ustanın yaptığını şöyle tarif etmeye çalışayım: Topal Hasan bu protezi bacağına yerleştirip, bir de pantolon giydiğinde, onun topallığından eser kalmazmış. Bekir Usta eşinin kardeşine ait iki ev inşa eder, Sazak’ta. Neden derseniz? Eski eşi tekrar çocuğu ile yuvasına geri döndüğünde, öncelikle Rum eşi onu kabul etmesini rica eder. Böylelikle Topal Hasan iki eşiyle birlikte geçinip gider. Sazak Mahallesinde Topal Hasan’a ait iki ev vardır. İki ayrı eşinin yaşadığı bu evler, Aşağı Ev ve Yukarı Ev olarak anılır. Bu evler de Bekir Ustanın elinden çıkmış ve günümüzde hala kullanılmaktadır.
BİR KÖPRÜ ÖYKÜSÜNDEN AYRINTILAR
Yaka Köyünün altından geçmekte olan ve köylünün Ulu Çay diye adlandırdığı dere, aslında Gocadağdan doğmakta ve zaman zaman da geçişleri imkansız kılmaktadır. İnsanlar özellikle Datça’ya gitmekte zorlanmaktadırlar. Kaldı ki: o yıllarda henüz karayolu açılmamıştır ve Betçe insanı kara aracı ile tanışmamıştır daha. Köylü, sabah erken saatlerde köyünden çıkmakta ve engebeli arazide 6 saat süren zorlu bir yolculuk sonunda Datça’ya ulaşmaktadır. Yine işlerini gördükten sonra gece geç saatlerde evine dönmektedir. Gece dönüşlerinde karanlıkta, akan dereyi geçmek imkansız hale gelmektedir. Bu durumlardan dolayı; Yaka Köyü topyekün, bu dereyi aşacak bir köprü isterler o günkü muhtarlarından. Şimdi gelin yaklaşık bir tarih üzerinde duralım. Ali Eski, muhtarlığını tek parti döneminde yapmıştır. Bekir Usta da 1949 yılında vefat ettiğine göre, bu köprünün yapılış öyküsü o tarihten hayli önce olmalıdır. İşte tahminen 1930 yılı sonları, 1940 yılı başlarında Yaka Köyü muhtarı Ali Eski lakaplı Ali Alptekin, Bekir Ustaya başvurur. Ondan bir köprü yapmasını ister. O yıllarda da Datça - Marmaris yolu yeni açılmış, Datça’dan Mete Bora adlı şahıs bir otobüs almış ve Marmaris seferlerine başlamıştır. Datça’dan 80 km olan bu yol ancak 4,5 - 5 saatte alınabilmektedir. İlginçtir ki: Bekir Usta bu otobüsü görmüş olmalıdır, hatta enini boyunu da ölçmüştür herhalde. Başka türlü bu olay nasıl açıklanabilir? Zira Bekir Ustanın inşa ettiği iki gözlü köprüden bu gün bile her türlü tır ve kamyon geçmekte, suyun sebep olduğu aşındırma etkisi de görülmemektedir. Bekir Usta, Yaka Köyü muhtarı Ali Alptekin’in isteği üzerine bu köprüyü inşa etmiştir. Bu eser bugün hala dimdik ayaktadır. Köprünün kuzey tarafında Bekir Ustanın yaptığı dalgakıran gerçekten görmeye değer. Bir kamyon ya da kamyonetin (hatta tırın bile) rahatlıkla geçebildiği köprü, yıllarca bu şekilde hizmetini sürdürmüştür. Yeni yol Sındı Mezarlığının altına alınınca, köprü, şu an artık sessizliğe bürünmüş vaziyette ustası ile yan yana koyun koyuna geleceğe ışık saçmaktadır. Günün birinde ranta kurban gitmemesi en büyük dileğimizdir.
Bekir Usta Oğluyla ve Bekir Ustanın yaptığı Dalgakıranlı Sındı Köprüsü
SAZAK’TAKİ BEKİR USTA EVİ
Betçe yöresinde bir gelenekten söz etmek istiyorum. O da şöyle: Betçe’de evlenecek erkek, eskiden kendi evini kendisi inşa edermiş. Her genç kendi imkanları ölçüsünde evini yaparmış. Ancak hali vakti yerinde olan bazı aileler, gencin evini ustalara yaptırırlarmış. Bekir Usta da aynı zamanda bir taş ustası olduğuna göre Sazak’ta bir kayanın üzerine ev yapmaya karar vermiş. Emekli öğretmen Akın Pilavcı‘nın anlatımına göre Bekir Usta, Gocadağın oldukça yükseğindeki Kara Betçe Beleni denen yerde günlerce, hatta bazen aylarca inşaatta kullanacağı taşlara şekil verirmiş. Eşi de yanında olurmuş ve işi bitince taşları atına yükleyip günlerce Sazak’a taşırmış. Bu bilgileri bize torunu ile onun eşi Niyazi Bey aktarıyor. Köyde imece usulü ile yakılan kireç ocaklarındaki kireç yıllanmış ve sakız gibi olmuştur. Şimdi de bu kirecin içine bir miktar porsuna (akkum) ile birlikte ince kum karıştırıp bu taşları yapıştırmada kullanırsanız eğer, bu karışım zamanla taşlaşır ve sonuçta Yarımadada binaların yüzlerce yıl ayakta kalmasının sebebi olurmuş. Bekir Ustanın aynı zamanda çok iyi bir dülger olduğu da bilinir. İnşa ettiği evin bütün kapı pencere, taban ve tavan ahşap işleri onun elinden çıkarmış. Bu işin belki de en zahmetli işlerden olduğu söylenir. O da şöyle; önce Kocadağdan ilgili kereste için çam bakılır, sonra o çam, gece iki kişi ile birlikte kesilir, orada parçalara ayrılır ve bu parçalardan tahta çıkarılırmış. Bunun için kullanılan bir testere ve balta… Başka bir alet yok. Çamın gövdesindeki kabuklar soyulduktan sonra, bir ip ile işaretlenip sabırla bu ipin izi takip edilerek iki kişi tarafından karşılıklı testere ile kesilir ve tahta dilmeler çıkarılırmış. Ev için gerekli olan her türlü ahşap malzeme, bu şekilde üretilirmiş eskiden. Yarımadanın Betçe tarafında hala 1960‘lı yıllara kadar ulaşım için yol yok. Keresteyi alacak bir yer de yok. Yıllarca vatandaş bu keresteyi dağda ormancı korkusuna rağmen gece giderek tedarik etmiş. Bekir Usta’nın evinde şu anda restorasyon için sadece ahşap pencereler alınmış, diğer ahşap bölümler ise henüz yerli yerinde. Torun Bekir Ünal, pencereleri uygun bir usta bulduğunda restore ettirip tekrar yerine taktıracağını söyledi.
SINDI KÖYÜNDE BİR BAŞKA EV, AĞA EVİ
Sındı Köyünün adının sığınmaktan geldiğine dair yorum yapanları da bolca görürsünüz ve duyarsınız. Ama Rumca Sındı, makas anlamına da gelir. Yarımada yakın tarihlere kadar pek çok korsan baskınlarına maruz kalmış ve özellikle Mesudiye Köyü bu baskınlardan bolca nasibini almıştır. Sındı, asıl ağa sülalesinin burada konuşlanması ile de bilinir. Ağaların bir kolunun bu köye yerleşmesi 1800 yıllarına tekabül etmektedir. Betçeli Ahmet Ağa adıyla Reşadiye’de oturan Mehmet Ali Ağa sülalesinden bir birey, Betçe tarafı mallarını yönetmek üzere Sındı Köyüne gelir, yerleşir. Sındı Köyünün en Kuzey noktasına mükemmel bir konak inşa ettirir. Bu nokta, her türlü baskına karşı korunaklı ve aynı zamanda da bir boğaza açılmaktadır. Konağın yapımında Rodos’tan getirilen ustaların görev aldıkları halk arasında söylenir. Sındı Köylü Tekin Demir Öğretmen, o konakta doğduğunu söylemişti bir sohbetimiz anında. Konağın yapımı aslında Bekir Ustadan çok önceleri. Ancak Bekir Ustanın torununun eşi, bu arada olaya farklı bir bakış açısı da getiriyor. Bekir Ustanın ailesinin yarısının Rodos’ta yaşadığını ve Bekir Ustanın zaman zaman Rodos’a akrabalarını ziyarete gittiğini söylüyor. Aynı zamanda bu akrabalar Sındı Köyüne ziyarete gelirlermiş. Ustanın aslında Rodos’ta yaşayan akrabalarının da taş ustası olduklarını söyledi. Bu arada, bu konağın yine Bekir Ustanın Rodos’tan akrabaları tarafından yapıldığını düşünmeden edemiyor insan. Ne olursa olsun Bekir Usta hem bir taş ustası hem de bir dülger. Çok kısıtlı aletlerle dülgerliğini konuşturmuş. Yine torununun ifadesine göre; alırmış eşini yanına atlarmış beygirine, doğru Kocadağın arka tarafına gidermiş. Orada buldukları çıralı çamı eşiyle kesip, doğrayıp en sonunda ondan tahta çıkarırlarmış. Bekir Usta böyle bir kişi.
KELEBEK DEĞİRMENİNİN ÖYKÜSÜ
Yıllar önce Sındı Köyünde bir aile iki kız çocukları ile mutlu bir hayat sürerken baba aniden ölür. Anne tek başına çaresiz kalır. Yokluk yıllarıdır. Annenin üretmeden, bu iki çocuğa bakması mümkün değildir. Bu arada köyün ağası, anneye yardımcı olur. Kızlardan bir tanesi İstanbul’da ağanın tanıdığı bir aileye evlatlık verilir. Kız çocuk bir gün Datça’dan gemiye bindirilir, İstanbul’a gönderilir. O yıllarda Datça’ya 15 günde bir gemi gelmekte ve tüm Datçalılar gemiye ziyaret yapmaktadır. Datça ve Betçe yöresi esnafı, tüm ihtiyaçlarını gemiye yükleyip getirmekle çok rahat etmişlerdir. Gemi, Karadeniz’in Hopa Limanından hareket etmekte ve İskenderun’a kadar gitmekte olup Datça’da her insan için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Sındılı Kızımız işte bu gemiye bindirilir ve İstanbul’da yeni ailesi ile tanışıp bu yuvada büyür, genç kız olur ve bir mimar ile evlendirilir. Ancak bu evlilik, uzun sürmez. Eşinden ayrılan kız, yeniden bir evlilik yapar. Bu kez yeni eşi Erduran Ailesinden Alaaddin Erduran’dır. Bu aileden Refik Erduran, yıllarca bir gazetede köşe yazarlığı yapmıştır. Kız, yeni ailesinde mutluluğu bulmuştur ve bir zaman sonra bu aile Betçe’ye gelip yerleşir. Alaaddin Erduran, bu bölgede rüzgar değirmeni kurmaya karar verir ve İstanbul’dan getirdiği Afganlı bir ustaya bir değirmen yaptırır. Bu yapının benzeri Türkiye’de hiç yoktur. Kelebek Değirmeni olarak bilinen bu değirmen tipine ancak İran Kuzeyinde rastlanmaktadır. Aile, değirmeni tam Mesudiye üzerindeki araziye kurdurur. Artık bu yörede bu değirmen “İstanbullunun Değirmeni” olarak bilinir ve tanınır. Alaaddin Erduran ölünce de bu değirmeni aileden hiç kimse sahiplenmez. Çürür gider. Bekir Usta da ustalığının doruk noktasındadır ve yörede birçok değirmen yapmıştır, hem de değirmenin tüm iç ve dış aksamı ile birlikte. İşte Bekir Usta ustalığını bir kez daha konuşturur. Bu değirmenin aynısını gider Yazı Köy çıkışındaki Çalıca Tepeye kurar. Aslında bu değirmen tipinin pervaneleri yoktur. Onların yerine sıralı çinko kanatlar vardır ve bu kanatların rüzgar ile etkileşimi sayesinde ortadaki iğlik dönmekte ve sonuçta ona bağlı taşlar da dönmektedir. Bu yörede gerçekten Bekir Usta ustalığını sergilemiştir. Yörede Hidayet Değirmeni olarak bilinen bu özel değirmen, yıllarca Betçe yöresine hizmet vermiştir. 1955 yılında Amerika’dan benzinle çalışan un motorları bölgemize gelince, ne yazık ki bölgemizde tüm su ve rüzgar değirmenleri susturulmuştur. Onlar şimdi yerlerinde derin uykularındalar. Bu arada hatırlatalım, bu motorlar da gün geldi sustu. Artık marketlerde her şey hazır tüketmek için.
Yorumlar (0)