Epey bir zamandır Türkiye'de tatil ile eylem bir arada yapılır oldu.
Memleketin hemen her yeri yağma sofrasına dönüştüğü için, yorgun zihninizi ve bedeninizi dinlendirme niyetiyle çıktığınız yol, eylem taşlarıyla döşenmiş oluyor.
Bu durum AKP iktidarıyla başlamış değil. Ondan evvel de tatil-eylem birliktelikleri görülürdü. Aklıma 1980'lerde Dalyan'daki İztuzu plajı geliyor. Hatırlanacaktır, Caretta Caretta kaplumbağalarının geceleri yumurtalarını bıraktığı kumsalın yakınlarına bir otel yapılacaktı. Uzun ve ses getiren bir dizi eylemden sonra proje iptal edilmişti.
Evet, bu işler AKP ile başlamadı, ama onunla başka bir seviyeye taşındı.
Artık her yer yağma her yer direniş...
Geçen hafta yolumuz Datça'ya düştü. Ege'nin bu harika beldesinde eylem takvimi her zamanki gibi yoğundu. Doğal olarak en çok bilineni ve ses getireni Akbelen ormanındaki İkizköylü'lerin direnişiydi.
6 Ağustos pazar günü biz de o büyük buluşmanın parçası olduk.
Katlanır bisikletlerimizle Eski Datça'dan yola çıktık. 24 yıl evvel kaybettiğimiz Can Yücel'e selam çaktık. Özbel Mahallesi'ne ulaştık. Adları Nâzım Hikmet, Mayakovski, Lorca, Aragon, Brecht, Ritsos olan sokaklardan geçerek sahildeki Sevgi Yolu'na indik. (Özetle bir şairler rotası yaptık.)
Sahilde avukat olduğunu öğrendiğimiz bir kişi, etrafını saran kalabalığa Datça Kaymakamlığı'ndan gelen bir tebligatı okuyordu.
Kaymakamlık, "Şezlongsuz Datça" hareketinin "4 aydan beri Palaia Otel'in üç yıllığına kiraladığı sahil şeridinde, pankart asmak, tabela koymak, slogan atmak, şezlonglar bölgesine masa ve sandalye koymak, otel müşterileri için kiralanan alanı engelledikleri" gerekçesiyle hareketin içinden üç kişiyi "mütecaviz" olarak nitelendiriyordu. "Mütecavizlerin yaptığı müdahalenin menine ve tahkikat giderlerinin de icra yoluyla onlardan alınmasına" karar veriyordu.
İnisiyatif mensupları ise durumun tam tersi olduğunu, Anayasa'nın 43, Kıyı Kanunu'nun 5. maddesinde kıyıların herkesin eşit ve serbestçe yararlanmasına açık olduğunu, kamu yararına kullanılmasının zorunlu olduğunu hatırlatıyordu.
Bu gelişmeden sonra onlarca Datçalı geçtiğimiz Perşembe "yargı kararlarına rağmen, kıyıları özel işletmelere kiralayan kamu kurumları ve yetkilileri hakkında suç duyurusu"nda bulundu.
Ege'nin öbür yakasında, Yunanistan'da, ilhamını Datça'dan aldığı söylenen "Şezlong emperyalizmine karşı havlu hareketi" haberleri gelirken bizim kıyılarda bunlar oluyordu.
Cumhuriyet tarihinin en çok ses getiren çevre eylemlerinden (TBMM'yi olağanüstü toplanmaya yetecek kadar ses getirdiğine göre "birincisi" de diyebiliriz) Akbelen'de buluşmak üzere pazar sabahı yola çıktık.
Marmaris'ten Akyaka'ya oradan da Akbük'e geçtik. Akyaka-Akbük arasındaki 20 kilometrelik yol yine inanılmaz güzellikteydi. Gökova Bisiklet Turu'na katılanlar arasında bir anket yapılsa bu rota açık ara önde çıkar... (Turun kısa adının GBT olması, ironi değilse nedir.)
Lakin kapalı bir kutunun içinde yol alınca kokuları da, cıvıltıları da, peyzajı da hakkıyla idrak edemiyorsunuz. Fakat yol uzun, zaman da kısıtlı olunca mecburen motorize birliklere başvuruyorsunuz.
GBT'de Akbük'ten sonra kıyıdan ayrılır, 12 kilometre süren Kultak-Alatepe yokuşunu tırmanmaya başlarsınız. Biz de onu yaptık. Alatepe'ye çıktık, oradan da Ören'e indik.
Ören'den sonra hemen her şey, bütün doku değişmeye başlar. Zaten burada sizi ilk karşılayan şey Kemerköy Termik Santrali'nin devasa bacasıdır. Ören'den Milas'a devam edince yol boyunca çölleşmiş alanlara tanık olursunuz. Uydu fotoğraflarına bakınca manzara bütün "çıplaklığıyla" görülür. (Hatta o fotoğraflar eski tarihli olduğu için mevcut durumdan daha yeşil görünüyor.)
Santralleri işleten YK Enerji'nin internet sitesine girdiğinizde "İddia ve Gerçek" diye düzenlenmiş bir bölümle karşılaşıyorsunuz. Orada ormanın yüz ölçümünden, rehabilitasyonuna kadar birçok iddianın gerçek dışı olduğu "iddia" ediliyor.
Ancak direnişin önde gelen isimlerinden İkizköylü Nejla Işık, özellikle uydu fotoğrafları üstünden manipülasyon yapıldığını, mecliste yapılan oturumda "ağaçlandırılmış" diye gösterilen alanların 2002'den kalma olduğunu söylüyor.
Yolda firmanın reklam kokan hareketlerini, panolarını okuduktan sonra eylem alanına geldik.
Sıkı bir kontrolden sonra içeri girdik. Meydan kalabalıktı ama beklentimizin biraz altında bulduk. Çok geçmeden sebebini öğrendik. Özellikle İzmir'den gelen 5 otobüsün yolda 4 kez durdurulduğunu ve GBT kontrolü yapıldığını duyduk. (Bu bile kendi başına birçok şeyi açıklamıyor mu?)
Günün ilerleyen saatlerinde meydan doldu taştı. Genç müzisyenlerden sonra sahne alan Tolga Çandar bağlamasıyla kalabalığı coşturdu.
Akbelen'den Dikmece'ye, Kazdağları'ndan Cudi'ye her yerden dayanışma sesleri yükseldi. Milas- Ören yolunda insan zinciri oluşturuldu.
Ondan sonra olanları herkes biliyor zaten. Uzun uzun anlatıp sıkmaya gerek yok.
Ormanın kesilmesine karşı çıkanlara "marjinal" diyenler de, Meclis kürsüsünden demagoji yapan vekil de, eylemcilere akıl veren Abdülkadir Selvi de, sosyal medyadaki ağzı bozuk trol de, "kestiğimizden daha çok ağaç dikeceğiz" afişlerini yapan grafik tasarımcı da, 4 yıldır "ne istiyor bu köylüler?" sorusuna ihtiyaç duymadan ahkâm kesen çokbilmiş de...
Hatta 7 sene evvel ölen Leonard Cohen ile ondan bir sene evvel ölen Eduardo Galeano da biliyor...
Cohen ve Sharon Robinson, 35 yıl önce (1988) Everybody Knows'u (Herkes Biliyor) yazdı. "Zarların ve savaşın hileli olduğunu, geminin su aldığını, kaptanın yalan söylediğini" dünya aleme duyurdu.
Galeano ise yarım asır evvel (1971) Latin Amerika'nın Kesik Damarları'nı yazdı. Kıtanın 500 yıl evvel başlayan yağma ve sömürge tarihini anlatırken farkında olmadan bugünün Türkiye'sini de anlattı.
Zira Türkiye'de madencilik sömürge madenciliği kafasıyla yapılıyor.
O yüzden Bolivya'daki "Gümüş Dağı" Potosi'nin nasıl delik deşik edildiğini, Brezilya'daki "Altın Şehri" Ouro Preto'nun nasıl yağmalandığını okurken yapılanlar çok tanıdık geliyor.
Yorumlar (0)