Kemal Yapıcı, hala evinde şarkı söylüyor. Makamını tutturarak, inişlerini ve çıkışlarını hiç aksatmadan, sanki bu işin profesyonel dersini almış gibi. Ciddi ve içinden gelen bir duyguyla şarkıya çok rahat bir şekilde başlayıp bitiriyor. Bana göre bütün şarkıların efendisi o. Eminim ki şarkılar onu bekliyor, "Sıram gelsin de Kemal amcanın dilinde birer kuş olsam, uçuversem," der gibi. Gerçekten, bu yaşta Kemal amcanın ağzında birer bülbül olan bu güzelim şarkılar bana eskilerden Hafız Burhan’ı hatırlatıyor. Mustafa Sağyaşar, Yaşar Özel ve daha niceleri sanki Kemal amca ile aynı sahneyi paylaştılar. Onlar belki büyük kentlerde yetişip orada şekillendiler; Kemal amca ise bu yarımadanın ucunda, dağlarda şarkılar söyledi. Belki de radyodan başka hiçbir yeri görmedi. Bu kadar sözden sonra haydi gelin Kemal amcayı daha yakından tanıyalım.
Kemal Yapıcı, Yaka köyü Kapız semtinde doğmuş. Eminoğulları sülalesinden yapı ustası bir babanın oğlu. Babasının Palamut Bükü'nde liman karşısındaki gümrük binasını yaptığı yıllarda henüz çocuk olduğunu ve evden onlara ekmek taşıdığını hatırlıyor. Ekmeği çok sevince de çocuk haliyle gidene kadar yemiş bitirmiş. Gerisinin ne olduğunu sormadım; ne olabileceğini okuyucuya bırakalım ve biz Kemal amcayı kısaca anlatmaya devam edelim. Ama gümrük binası olarak kullanılan yapı hala ayakta... Kemal Yapıcı şu anda Betçe tarafında yüz yaşını geçmiş birkaç insandan belki de ilki. Bu nadir insanlardan diğeri ise Yazı köyünden rahmetli Çaykama amcanın ablası Nazife teyze. Kanser dâhil her türlü hastalığı atlatmış, şu anda gayet iyi hayatını sürdürüyor. Bu yazının kahramanı da dâhil, yarımadadaki yaşlı nüfusu çok merak ediyorum aslında. Bir kenara mı atıldılar yoksa layık oldukları şekilde mi yaşıyorlar? Gereken sevgi ve saygıyı hala görüyorlar mı? Beynimde var olan ihtiyar modeli, yani hayattan kopmuş artık gün sayan insanlar mı bunlar? Bu arada sözünü ettiğim yaşlılar yarımadanın asırlıkları. Gerçekten merak ettim doğrusu.
Kemal amcanın rahmetli eşi ve en küçük oğlu Ergün ve eşi ile
Bu arada Kemal amcanın büyük kızının kocası Hilmi Baydur ile sohbet ederken konu döndü dolaştı Kemal amcaya geldi. Sağlığını konuştuk. Kemal amcanın akli melekeleri yerinde ve hiçbir rahatsızlığı yokmuş. Bunu birinci damadı Hilmi Baydur abiden öğrendim ve sevindim. Hilmi abi konuşmasının bir yerinde bir ilave daha yaptı: Kemal amcanın ilk adının Mustafa olduğunu söyledi. Yani aslında o Mustafa Kemal imiş. Hayret ettim; sene 1923 ve buralarda o yıllarda hiçbir iletişim aracı yokken, bu büyük kurtarıcı insanları çok etkilemiş. Etkisini dağlara taşlara yazdırmış, Anadolu’nun en ücra köşelerine duyurmuş. Bir baba, düşünün, ilk doğan oğlunun adını kendi geleneklerinden feragat ederek kurtarıcının adını koyuyor.
Kemal amcamızın babası köyde Eminoğlu olarak bilinirmiş. Yani Mustafa Kemal amcanın dedesinin adı Emin, babasının da adı Mehmet imiş. Bu bölgede Mehmet adı ilk doğan çocuğa verildiği ve Mehmetlerin bolluğundan dolayı karışmasın diye babaya Eminoğlu demişler. Ben Kemal amcanın doğduğu yıllarda Datça ve Marmaris diye bir kaza olmadığı için ne zaman nüfusa kaydedildiğini öğrenemedim. O yıllarda yol yok ki hemen doğan çocuk kaydedilsin. Fakat burada bir belge var, o da Kemal amcaya ülkenin kurtarıcısının verilen adı. O yüzden doğum yılı hakkında bizlere önemli bir ipucu veriyor.
Şimdi gelelim asıl konuya: Bir ekim günü hava oldukça sıcaktı ve ben Kemal amcanın en küçük oğlu olan Ergün Yapıcı’yı aradım. Dağa Kaçtım ekibi ile ziyaretine geleceğimizi bildirdim. Gayet olumlu karşıladı bizi ve evlerine davet etti. Ben de İbrahim Fidanoğlu ile öğleden sonra Kemal amcanın evine gittik. Evinin bahçesinde bizi bekliyordu ve gayet sağlıklı bir görüntüsü vardı. O henüz daha toplumda dedelik sıfatını almadı gibi geliyor bana; zira ben hiç duymadım ona dede diye hitap edeni. Yaşı bir asrı geçen ve aslında Mustafa Kemal olan değerli büyüğümüzü bir zaman sonra köyde herkes İşlemeli Kemal amca olarak biliyor ve tanıyor. Bendeniz de ona zaten daima Kemal amca diye hitap ediyordum.
İşlemeli Kemal amca, Yaka köyü Kapız mahallesinde çok fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Doğduğu yıllarda henüz Datça diye bir kaza yokmuş; ancak o bölgede Dadya diye bir köy söz konusuymuş. Buralarda hayat şöyle sürüyormuş: kıt kanaat toprakları değerlendirme ve o küçücük arazileri ekip biçmek. Önce ekmek için arpa ve buğday gerekmiş. İşlemeli Kemal amca da topraksız bir ailenin çocuğu olduğu için, hayatı hep başkasına ait toprakları işleyip yarıcılık ile geçmiş.
Kemal Yapıcı şarkılarını söylemeye devam ediyor
Hayata daha yedi yaşlarında iken atılmış; zira kendisi bu yaşlarda iken babasını kaybetmiş. Annesi ve bir buçuk yaşındaki kız kardeşi ile kalmışlar. Kendi ifadesiyle Sındı ağalarının Mersincik koyundaki çiftliğinde bedel karşılığı çalışmaya başlamış. Buralarda bu tür çalışmaya ırgatlık diyorlar. Ağaların tarlasını sürüyorsun, örneğin hayvanlar ağaların ise ürünün üçte birini alıyorsun. Onun bu çalışması o yıllarda henüz çocuk yaşta olduğu için karın tokluğuna olmuş. Hatta kendisine sunulan günlük bir ekmeğin yarısını yiyip diğer yarısını eve annesine ve kız kardeşine ayırıyormuş. Düşünün bir kere, o yaşlarda karın tokluğuna çiftlikte çalışmaya başlamış Kemal amca. Şimdi biz dönelim yukarıdaki alt başlığa. Günümüzün o yaşlardaki çocuklarını düşünüyorum da. Acımasız hayat insanı ekmek davası uğruna nerelere koşturuyor.
Kemal amca tarihe mal olmuş yukarıdaki sözü babasından devralmış. Ben bu tekerlemeyi tekrar etmeden okudum. İsterseniz siz de okuyun: yani şöyle; “İşlemeli Daklı Yemeli”. Gördüğünüz gibi hiçbir anlamı yok sanki. Bana da öyle geliyor. Sizler ne diyorsunuz bilmiyorum ama bu cümledeki kelimeleri ikişer kez tekrarladığınızda bir anlam kazanıyor. Hatta anlamı çok derinlere giden felsefi bir yaklaşıma götürüyor insanı. Yani Kemal amca çalışmayı ve bunun sonucu hak edilen yemeğin tadının başka olduğunu ön plana çıkarıyor. "Çalışan demir ışıldar" atasözünde olduğu gibi, çalışan vücudun sağlıklı kalmasına ve yemenin anlamına da atıfta bulunuyor. Gerçekten çalışan vücutlar kaybettiği enerjiyi karşılamak ister. Vücutta bir yeme isteği oluşur. Acıkan bir vücut için yemenin tadı başka olur. Kemal amca aslında tatlı yemekten söz etmiyor; yemenin tadına varmaktan söz ediyor. Yemenin tadına ancak çalışan vücutlar ulaşır diyor. Oysa günümüz insanı artık oturuyor ve hareket etmiyor. Hastalandığında da çareyi ilaçlarda buluyor. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, Kemal amca tam bir asrı devirdi ve sorduğumuzda henüz bir rahatsızlığı yok. Belki de aspirin, gribin gibi bildik ağrı kesiciler ile hayatını devam ettiriyor. Kemal amcada henüz bir ihtiyarlık belirtisi de yok.
Askerliğini yapmak üzere Yaka köyden yola çıkan Kemal amca, yayan Marmaris’e kadar yürümüş ve oradan gemiye bindirilmiş (Yaka köyü ile Marmaris arası 120 km). Tam dört yıl askerlik yapmış. Döndüğünde aynı köyden bir eş bulmuş kendisine. İlk çocuğu kız olmuş ve bu kızlar üç kez tekrarlamış, sonrasında üç erkek çocuğu olmuş. Onu çok üzen bir olay da ilk oğlunun tam gençlik çağında yakalandığı amansız hastalık sonucu onu kaybetmesi olmuş. Çocukluğundan beri hep çalışarak hayatını sürdürmüş olan Kemal amcanın bu çalışması da o yıllarda bir topan ekmek içindi. İşleyecek toprakları olmadığı için hep başkasının işinde çalışmış. Bir çift öküzü ile hep çift sürmüş. Bütün yazları kendi deyimiyle "çatma çatmış", yani bir çift öküzü ile harman dövmüş; sadece karın tokluğuna. Altı çocuğunu hayata hazırlamak için gece gündüz el işinde çalışmış Kemal amca. Şu anda çocukları ona bakıyor. Sırça köşkünde sessiz sakin, hiç de şikâyet etmeden yaşıyor. Yanında yarım saat oturduk. Bize çok güzel şarkılar söyledi, hem de kendi zamanının o klasik eserlerini hiç zorlanmadan okudu. O ses ve o nefes hiç eksilmesin, sen şarkılarına devam et ne olur Kemal amca. Bizle oturduğu sürede halinden hiç yakınmadın. Her türlü ihtiyacını kendisi görüyor. Yarımada’da Kemal amca kendi kendine yetenlerden…
Kemal amcaya nice yıllar dileyip yanından ayrılıyoruz. Hoşça kal, İşlemeli Kemal amca. Her şeye rağmen yaşamaya devam. Hadi sözlerimi sana ait, seninle özdeşleşmiş deyişle bitirelim:
İşlemeli İşlemeli
Daklı Daklı Yemeli
Yorumlar (0)