Cumhuriyet Rejimi LAİKLİĞİ mi?

Sorun, aslında, ülkede uygulanan biçim ve muhtevası ile ‘laiklik’ kurumunun baştan sakat bir olgu olmasından kaynaklanıyordu. 1920’lerin kurucu ideolojisinin ‘dini devletleştirmeyi‘ ve dini devlet ideolojisi etrafında tanımlama çabalarının damga vurduğu laiklik kurumu, sonraki sürecin doğumdan kaynaklanan anomalisini ifade ediyordu. Bu doğum anomalisi, daha sonraki laiklik kurumunu koruma çabalarını da hem içerik olarak, hem de dayandığı güçler açısından sorunlu kıldı. Ordu rejimin teminatı olarak laikliğin de hamiliğini üstlendi.

Cumhuriyet Rejimi LAİKLİĞİ mi?

1923’den beri bu topraklarda her zaman toplumsal ilişkileri ve siyaset kurumunu dini kurallara göre şekillendirmek isteyen yasal-yasadışı kurumlar, siyasetler, güç odakları oldu. Bu anlamda özellikle doksanlı yılların sonuna doğru moda haline gelen, halen de endişe kaynağı olan ‘laiklik elden gidiyor’ endişesinin bir karşılığı olmadığını söylemek ülke gerçeği ile bağdaşmıyor. O yıllarda sürdürülen-tabii ki 101 yıldır-  devletin ‘laiklik’ anlayışının ve uygulamalarının bünyeye sirayet etmiş köklü zaafları bu gerçeğin üzerini, maalesef, uzunca bir süre örttü.

Sorun, aslında, ülkede uygulanan biçim ve muhtevası ile ‘laiklik’ kurumunun baştan sakat bir olgu olmasından kaynaklanıyordu. 1920’lerin kurucu ideolojisinin ‘dini devletleştirmeyi‘ ve dini devlet ideolojisi etrafında tanımlama çabalarının damga vurduğu laiklik kurumu, sonraki sürecin doğumdan kaynaklanan anomalisini ifade ediyordu. Bu doğum anomalisi, daha sonraki laiklik kurumunu koruma çabalarını da hem içerik olarak, hem de dayandığı güçler açısından sorunlu kıldı. Ordu rejimin teminatı olarak laikliğin de hamiliğini üstlendi. Öte yandan bu devletçi anomali laiklik karşıtı güçlerin kitlesel zeminini süreç içinde giderek genişletmesinin de kolaylaştırıcısı oldu. Ayrıca dini referanslı kitlelerin dini sloganlarla devlet güçleri tarafından örgütlenerek-kanlı pazarlar- toplumsal mücadelelerin ve hristiyan/Musevi inançlı vatandaşların üstüne sürülmesi-6/7 Eylül..vb’ saldırılar- olmayan laikliğin cılız yansımalarını da ortadan kaldırdı. Sonuç olarak laiklik için mücadele ya da laikliği koruma çabaları bir türlü kitleselleşemedi ya da seçkin ya da seçkinci çevrelerin sorunu gibi algılanmasına yol açtı.

Bu bir çeşit ‘devlet dini’ etrafında şekillendirilen laiklik kurumunun; geniş halk kitleleri nezdinde sağlam bir zemin yaratamamış ve yaratmasının da mümkün olmadığı koşullarda, bir çok temel varoluşsal problemleri ile birlikte ordunun da güçten düşmesi nedeniyle etkisizleştirilmesi-tasfiyesi pek de zor olmadı. Zaten kimi muhalif entelijansiya içinde de giderek bu doğum anomalisinden kaynaklanan sorunlar, sorgulanmaya başlamıştı. Nitekim bu süreçte laiklik karşıtı çevrelerin mücadelelerini bir ‘özgürlükler sorunu’ alanına taşımaları karşısında bir direnç oluşturulamadı. Bu vasatta, maalesef hala toplumsal yaşamın bütün alanlarının dinsel kodlarla düzenlenmesi-restorasyonu- girişimleri sözüm ona geçmiş mağduriyetler alanına taşınarak bir özgürlük mücadelesi olarak takdim edilebiliyor ve daha da önemlisi hala bir kısım aydınlar süreci kendilerine dayatılan  bu alanda tartışıyor ya da tarifliyorlar.

Oysa uzunca bir süredir hükümet eliyle yürütülen uygulamalar ve düzenlemelerle yoğun bir ideolojik hegemonya toplumsal dokunun bütün hücrelerine yönelik bir kuşatma halinde sürdürülüyor. İdeolojik hegemonyanın temel referansı islamın sünni versiyonu. Bu ideolojik yayılma son derece incelikli bir şekilde adım adım yeni kurumlar yaratılarak, eskileri yaygınlaştırılarak, dinsel ritüeller abartılı bir şekilde canlandırılarak, iletişim jargonu tepeden aşağı dinselleştirilerek, toplumun bütün kesimlerine, özellikle gençlere ve giderek çocuklara yönelerek egemen kılınmaya çalışılıyor. 'Kindar ve dindar nesiller yetiştirme' hedefi uzun vadeli bir perspektifle ve vites büyütülerek sürdürülüyor. Bu sürecin en çok acı çeken ve mağdur kesimlerinin her kuşaktan kadınlar ve kadınlık bilinci olduğu çok açık. Nitekim öncelikle ve yoğunluklu olarak onlar ‘tehlikenin’ farkında. ‘Tehlike’ ifadesi abartılı bulunabilir. Bu satırların yazarı hiçbir abartma olmadığını düşünüyor. Bunun için sadece ülke içindeki gelişmeleri izlemek, dökümünü yapmakla yetinmemek gerekiyor. Hemen çevre ülkelerde, bölgede olan bitene bakmak gerek. Asıl tehlike ise dini güçlerin ve ideolojinin uluslararası alanda yaygınlık kazanmasından çok AKP-MHP ittifakının yüzyılın maarif programı dedikleri düzenleme ve öğretmen meslek kanunu yoluyla bu dini ideolojik referansları temel alarak tarikatlara sonsuz alanlar açıp imkanlar sağlayarak islamo-faşist bir rejim gerçekleştirmeye çalışmaları.

Hükümet eliyle yürütülen bu ideolojik hegemonyanın amacı, sorgulamayan, biat etmeyi içselleştirmiş kör ve sağır bir toplum yaratmak. Bu ideolojik hegemonya çabalarının önce durdurulması ve adım adım geriletilmesi gerekiyor. Bu islamın bir versiyonunu temel alan ideolojik hegemonya taarruzuna; kurumlarına, argümanlarına, araçlarına, söylemlerine, tüzüklerine, yönetmeliklerine yönelik ciddi bir zihin açıklığı ve mücadele programı gerekiyor.

Eski tarz-genel kurmay komutasında sürdürülen içi boş- 'laiklik için mücadeleden' söz etmiyorum. Ya da 'aydınlanmacı damar' adı altında Kemalizmi temel alan ve bir 'laikperver' mücadeleden. Bu referanslarla sürdürülen laiklik mücadelesinin Kemal Gürüzler'den, Kemal Alemdaroğullarından, Çevik Birler'den, ikna odalarından, 28 Şubatlardan geçerek aslında AKP'nin değirmenine su taşıdığı/iktidarına yol açtığı çok açık.

Benim söylemek istediğim daha kapsamlı, bir özgürlükleri temel alan bir toplumsal proje ile  toplumsal ilişkileri kuşatmaya yönelik olarak dinsel ideolojinin siyasete, toplumsal katmanlara sirayet etmesinin karşısına dikilmek. Tabii ki toplumsal muhalefet güçlerinin ‘laiklik için toplumsal programı’ oluştururken özgürlükleri-tabii ki bütün farklı inanç kesimlerini de kapsayacak şekilde özgürlükler alanında- temel alması gerektiğine, bir din karşıtlığının ağına düşmemeye, geçmişten bu konuda devralınacak çok fazla olumlu bir gelenek olmadığını bilmeye ihtiyacı var.

Laiklik-kelimenin içerdiği geçmişten kaynaklı bütün olumsuz hatırlatmalara rağmen- için mücadelenin  toplumsal muhalefetin önemli gündem maddelerinden biri olduğunu artık özgürlükler bağlamında bilince çıkarmak gerekiyor.

Yorumlar (2)

Fatoş Arnes

4 gün önce / 17.11.2024

Gelecek için verdiğiniz önerilere katılıyorum, ama Cumhuriyetin hangi şartlarda kurulduğunu göz önüne almadan amansızca yaptığınız kritiğe katılmıyorum. 5-6 Eylül hareketini örnek veriyorsunuz 101 yılda bir kez olan bir negatif olay. Sorun doğuşta değil sorun kurulan bu laik düzenin doğuş sonrası geliştirilip zamana uyarlanmamasında. Aydınlık bir Türkiye için hepimizin seferberliğe çıkması, özellikle çocuklarımıza sahip çıkıp onların eğitimine el vermesi gerekiyor.

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla

Cengiz

3 gün önce / 17.11.2024

Kıymet verip yorum yaptığınız için sağolun. Keşke dediğiniz gibi bir negatif olay olsaydı. Cumhuriyet tarihi maalesef Hristiyan ve Musevi azınlıkların tasfiyesi tarihi. Mübadeleden başlayarak 1964 Trakya olaylarına kadar. Ayrıca dinci güçler toplumsal özgürlükçü güçlere karşı kanlı olaylarda kullanıldı, devlet tarafından. Kanlı pazarı hatırlayın, tan matbaası baskını...vb. Ayrıca laik devlette diyanet işleri başkanlığı olamaz. Kurucu babaların laiklik düzeneği örnek olacak bir "laiklik" değil. Orduyla, batı çalışma grubuyla laiklik olmaz. Ayrıca laikliğin kırıntılarının tasfiyesini de 12 Eylül faşist rejiminde yaşadık.????

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla